Dilan Polat’ı tanımayan yok artık... Görgüsüz paylaşımlarıyla kendini yakması bir yana, koca bir ülkeye ‘nasıl yaşanır, nasıl para harcanır’ dersi verdiği de bir gerçek.
Financial Times’ın lüks eki ‘How To Spend It’ var ya hani, nerde nasıl para harcanır öğreten; halt etmiş! Türkiye bu işi Dilan-Engin Polat çiftinden öğrendi. Başlarına gelenler, içeri girmeleri de önemli değil; her şeye rağmen onlar gibi yaşamak isteyen milyonlarca insan var. Kolay yoldan kazanmak, deli gibi harcamak istiyorlar. Maşallah herkese ilham verdiler. Eski ‘Kısmetse Olur’ yarışmacısı Cansel Ayanoğlu mesela. ‘Şahane’ isimli bir şarkı çıkarmış, şarkının klibinde de Dilan Polat’ın gösterişli hayatını işlemiş. Jetler, lüks arabalar, mücevherler, vinçlerle dökülen çiçekler, Dilan Polat’ın göstermelere doyamadığı her şey var içinde. Klibin sonunda polisler de var! Elinde tomar tomar belgeler, kameraların önünde derdini anlatıyor, sonra da özel jetine atlayıp gidiyor. Ayanoğlu aslında ders veriyor desem, değil. Bu değerli çalışma için şöyle demiş zira: “Bu hikaye tamamen beni yansıtıyor. Daha çok yaşamak istediğim hayallerimi konu olarak seçtim. Jestleri, sürprizleri çok severim ama içimde ukde kaldı çünkü bu güzellikleri yaşatan aşklar yaşamadım...” Yazık olmuş vallahi! Anladığım kadarıyla Ayanoğlu, mevzu nedeniyle mağdur da olmuş biraz. Klibi incelemeye alınmış, dert yanıyor yaptığı bir yayında. “Benim gibi aşko kuşko kız nelerle uğraşıyor bakar mısınız? Dilan Polat’ı anımsattığı için incelenmeye gönderildi klip. Siz iyi misiniz? Bütün dizilerde bu lüksler, bu sahneler var zaten. Mesele dolarlar mı? Herkesin doları kendine aşkoom. Yani neyin tartışmasını yaratıyorsunuz? Klibimi verin bana...” Bütün bunlardan anladığım şu: Dilan Polat efsanesini taklitleri yaşatıyor! Hatta ülkenin büyük kısmı bu hayallerle yaşıyor. Hem de göstere göstere yaşamak istiyor. Tek başına yaşaması hiçbir anlam ifade etmiyor; herkes görecek ki anlamı olsun, tadı çıksın. Çağ gösteriş çağı. Gösterme çağı. Dilan Polat çağı. Çalışmanın, okumanın, öğrenmenin, üretmenin, kültürün, bilginin değerinin olmadığı bir çağ. Prof. Dr. Selçuk Şirin’in bir zamanlar paylaştığı bir bilgi yeniden önüme düştü geçenlerde. Tam da paylaşmanın yeridir, bu yazının sonuna bırakayım madem: “Fen ve matematikte yüz binlerce gencin sıfır çekmesi normal. Zira MEB’e göre öğrencilerin yüzde 66’sı okuduğu metni anlamıyor. Okuduğunu anlamayan ne feni, ne matematiği anlar. Kitaplardan uzak durmanın faturasını hayatın her alanında ödüyoruz. Sadece farkında değiliz.” Çok yazık ama böyle. Aşkolar kuşkolar çağındayız. Yani çürümüşlüğün tam ortasında
Ortaya karışık sayıklamalar
* Yaklaşık 150 milyon TL’lik vurgun yaptıkları iddia edilen Kıvanç ve Beril Talu, Sabiha Gökçen Havalimanı’nda yakalandı. Haberi okurken herkes gibi ben de hayret ettim. Sonra X’te şu paylaşımı gördüm; “Yani aranması varken Sabiha’ya gidecek kadar salak bir çifte nasıl 150 milyon TL kaptırdınız?” Milyonların hislerine tercüman bir cümle değil mi?!
* Serdar Ortaç’ın kumarla ilgili açıklamasını okumuşsunuzdur... “Kumarda kimse kazanamaz, kazansam ben kazanırdım, 35 senedir oynuyorum” demiş ya; bundan daha iyi kamu spotu mu olur? Aile ve Sosyal Hizmetler Bakanlığı hâlâ neden duruyor, anlamadım!
* İstanbul Taksiciler Esnaf Odası Başkanı Eyüp Aksu, toksik sevgili gibi yemin ederim. Kendini asla unutturmuyor. Bu kez yüzde 65 zam istemiş! İndi bindi ücretinin de 120 TL olması gerektiğini söylemiş. 70’ten 120’TL’ye çıksın demiş? Bu adamı niye kimse durdurmuyor acaba?
* Ticaret Bakanlığı’nın yeni yönetmeliğine göre; lokanta, kafe, pastane gibi işyerlerinin fiyat listelerini giriş kapısı ve masalara koyması zorunlu hale geldi. Çok yerinde, çok şahane karar! İnsanlar içeri girip fiyat sormaya çekindiği için, ya kazıklanıyor ya da bütçesine uygun olmayan yerde oturmak zorunda kalıyordu. Aynı şey kuaförlerin de kapısına asılmalı. İnsanlar neye ne kadar ödeyeceğini bilerek içeri girmeli.
Nevi şahsına ‘münhasır’ kebap!
Geçen gün beni İstiklal Caddesi’nde, tarihi Halep Pasajı’nın içindeki ‘Münhasır’a davet etti arkadaşlarım... Pek meşhurmuş ama ben keşfetmekte geç kalmışım anlaşılan. Pasajın ikinci katında bir terası var. Yazın tenteler açılıyor, ferah ferah oturuluyor. Yıllar önce de meşhur bir kafeymiş burası, ‘Cafe Crepen yahu, nasıl bilmezsin’ diye üstüme üstüme geliyorlar. Adana’da yetişmiş genç ve yetenekli bir kebap ustası yapıyor kebapları; hatta Selman Usta’ya ‘Kebabın Messi’si diyorlar. “O kadar iddialı madem, yiyelim şu kebapları” diyorum. Haklılar, gerçekten efsane kebap yapıyor Selman Altunkaynak. Döneri, yağlıkarası, her şeyi efsane. Normalde kuzu etinin kokusu beni rahatsız eder ama burada sıfır koku vardı. “Biz, kesilmeden bir ay önce samanla beslenen hayvanların etlerini kullanıyoruz” dediler. Bu kokuyu engellermiş, öğrenmiş oluyorum. Yolunuz düşerse yağlıkara dışında, ali nazikle servis edilen, lavaşa sarılı meşhur kebaplarını da denemenizi öneririm. Parmaklarınızı yersiniz, diyeyim. Nevi şahsına münhasır, insanlar için kullanılan bir kelime olsa da bu mekana yakışmış bence, tavsiye ederim.