Cuma gecesinin özetini şu tek cümle veriyor bence: “Madem pik noktası bize gelmiyor, biz ona gideriz gibi bir gece...” Tam da bu! Yazan çok güzel yazmış Twitter’a. Öyle görüntüler vardı ki önceki gece; sokağa çıkma yasağı tüm yurtta coşkuyla kutlanıyor sandım ben! O market kuyrukları, insanlar maçtan çıkmış gibi bir izdiham, caddelerde durma noktasına gelen trafik neydi öyle? Neyin paniği bu ya?
Dünyanın neresinde sokağa çıkma yasağı ilan edilip temel ihtiyaç maddelerini almanız engelleniyor sevgili karantina dostları? Bu panik yüzünden bir aylık emekler, bir aylık karantina boşa çıktı işte. “Evde her gün ekmek yapıp fotoğraf koyuyordunuz, n’oldu? Ne bu fırın kuyruğu?” diye soruyordu biri. E doğru. İki gün için kimse ölmezdi ama virüsü kapan kaptı artık, geçmiş olsun. Hadi ekmeği de anladım... Peki benzin almaya koşanlar?
Dışarı çıkma yasağı varken benzini ne yapacaksın anlatsana bize? Savaş mı çıktı?!! Evet bir savaş var ama bu, evde kalarak yeneceğin bir savaş. Bu sana daha nasıl anlatılabilir ki? Şimdi ne olacak? Ülkenin yarısı aynı anda, aynı saatte dışarı çıktı, birbiriyle içiçe geçti. Artık kimse güvende değil. Bravo Türkiye, pik noktasını varış noktası sandığın için!
Keşke 2 gün önce duyurulsaydı
İki günlük yasak için, sosyal mesafeyi bozan (uyan da pek yoktu gerçi), evine içki, kuruyemiş, kola, çikolata depolamak için tehlikenin ortasına dalan onca şuursuz insanı bir kenara bırakalım… İşin bir de öbür tarafı var. Keşke bu sokağa çıkma yasağı duyurusu, iki saat önceden yapılmasaydı.. Dünyanın pek çok yerinde yapıldığı gibi yapılsaydı...
Yani birkaç gün önceden. Bu paniğin oluşmaması için, insanların birbirini ezmeden, kavga etmeden ihtiyaçlarını karşılaması için zaman verilseydi, gerekli önlemler alınmış olsaydı, sonra ilan edilseydi. Keşke. İşte o zaman iki günlük bu izolasyon müthiş işe yaramış olacaktı.
Bir aydır alınan önlemler, verilen emekler böyle boşa gitmemiş olacaktı. Zaten panik olmaya sebep arıyor insanlar, herkes fazlasıyla tedirgin. Ne yapacağını bilemez halde. Son dakika verilen böyle bir kararın malum sonuçları doğuracağı düşünülmeliydi. Bir ay boyunca ‘Evde kal’ denildi, ‘Hayat eve sığar’ denildi ama sonunda bu ani karar herkesi anında sokağa çıkarmaya yetti. Oldu mu şimdi?
Verim terörizmi!
Şu ara iki tip insan var incelediğim… Bir grup, benim gibiler. Sıkılmaktan sıkılsa da, hiçbir şeye konsantre olamayanlar.. Nedir dertleri bilmiyorum. İkinci grup, eve hapsolma günlerini müthiş verimli geçiren, üreten, ‘kitap okuyorum, film izliyorum, hiç sıkılmıyorum’ diyenler. İşte bu grubu takipteyim. Radarlarımı açtım, feyz almaya çalışıyorum onlardan. Atlamak olmaz...
Bir de sürekli ‘şunu yapın bunu yapın’ diye akıl verenler, kafa üteleyenler var. Bunlar da beni yıldıran, hayatımdan bezdiren grup!! Meğer bıkan sadece ben değilmişim, geçen gün biri şöyle isyan ediyordu: “Allah aşkına, ‘evde vaktiniz varken şunu okuyun, bunu öğrenin’ diye verim terörizmi yapmayın. Bugünleri verimli geçirebilenlere ne mutlu tamam da, birçoğumuzun kafası dağınık ve birkaç gün tavan izlemek istiyoruz. Ok?” Verim terörizmi şahane değil mi? Resmen bayıldım. Hakikaten size ne?
İsteyen arka arkaya kitap devirir, isteyen film izleyip beynini uyuşturur, isteyen evde spor, isteyen ekşi maya ekmek yapar, isteyen şpagat açar, isteyen saçma ötesi de olsa yastıktan kıyafet giyip meydan okur, isteyen de duvara bakar. Size ne? Kendi derdinize düşeceğiniz şu günlerde insanları eleştirmeyi, öğretmenlik taslamayı bırakın. Kendinize dönün, içinize dönün, evinize dönün, hatta duvarlara dönün ama bizi biraz salın artık ya..
Bir belgesel, bir kitap
Şimdi verim terörizmi olsun istemem ama konsantre olduğum az zamanlardan iki tavsiyem olacak:
■ Biri, kozmetik ve cilt bakımı sektöründe büyük tehlike yaratan sahte ürünleri anlatan ‘Broken’ isimli Netflix belgeseli. Aşırı ucuz ürünleri ya da kozmetik devlerini taklit eden firmaların ürünlerini neden kullanmamak lazım, şahane anlatıyor. Öyle atölyelere giriliyor ki, Uğur Dündar’ın bir zamanlar kameramanlarla baskın yaptığı, böcek kovaladığı fırınlardan farksız yerler. Kozmetik deyip geçmeyin ve izleyin derim.
■ Bir de şahane kitap tavsiyesi: ‘Uygarlığın Ayak İzleri-Sanat Dehaları’.. Celil Sadık imzalı kitapta Leonardo Da Vinci, Bernini, Michelangelo gibi dehalar sıradışı bir dille anlatılıyor. ‘Ben o dünyadan anlamam’ demeyin; polisiye kurgu ve sanat tarihinin gizemleri birleşince ilginizi çekecek. Şu karanatina günlerinde, dinlenerek, demlenerek okunacak bir kitap olmuş.