“Nasıl bir his biliyor musun? Oda çok geniş ama sığamıyorsun/ Bak kapı orada ama çıkamıyorsun/ Pencere açık ama nefes alamıyorsun…” Cemal Süreya’nın, bu dizeleri bu günler için yazdığına yemin edebilirim ve başım ağrımaz! O kadar uyuyor çünkü. Günlerdir böyleyiz… Hiç bilmediğimiz bir dersten sınava girmişiz ama kimse böyle bir dersten bahsetmemiş bize ve kağıda bakakalmışız gibi. Kimle konuşsam böyle...
Kimi evinde oturduğu ve güvende olduğu için şükreder halde. Planlarını/yapacaklarını sıralıyor. Sıkılmıyor, çok iştahlı.. Ama aynı kişi ertesi sabah depresif, çok şaşkın, “Biz ne yaşıyoruz ya” diye soruyor. Bana soruyor bir de! İşlerini yürütmeye çalışan, elemanları olanlar hepten dağılmış durumda.
Ben de çok farklı değilim... Hiçbir şeye konsantre olamıyorum mesela... Film açıyorum, ‘bu ne bee’ deyip vazgeçiyorum. Milyon tane izleyeceğim dizi var, her birini açıp “sarmadı” deyip kapatıyorum. Yazmam gereken şeyler var ama bilgisayar başına zinhar geçemiyorum. O kadar kitap var başucumda, kapağını bile açmıyorum. Sürekli haberler, sosyal medya, mutfakta mesai, online sohbet peşindeyim.
Kahvehane işletiyormuşum gibi sürekli bardak ve fincan yıkıyorum. İştah sıfır ama kahve koması yakındır! House Party diye bir aplikasyona davet etti arkadaşlar, sağ olsun. Birkaç kişi toplaşıp aynı anda konuşuyoruz. Evdeyiz ya, konuşacak şey de yok!! Ya birbirimize izlediğimiz haberleri, dizi ve filmleri anlatıyoruz ya da evde nasıl sıkıldığımızı.
Olsun ama, bunu yapınca; bir araya gelmişiz gibi kendimizi kandırıyoruz. Ama şu var; arkadaşlar olmasa atlatamayız bugünleri. Kesin bilgi yayın bunu. İyi ki varlar, kıymetlerini daha iyi anlıyorum. Ha bir de özlüyorum. Herkesi. Hiç hak etmeyenleri bile. Yaptığım yapmadığım, beni ben yapan her şeyi. Ev kahveyle dolu ama bir kafede oturup kahve içmeyi özlüyorum mesela.
Bir kitapçıda kitap karıştırmayı, vapura binmeyi, sahilde yürümeyi, en sevdiğim restoranda olmayı. Hatta giyinmeyi süslenmeyi. Günlerdir ya eşofmanlıyım, ya pijamalı. Kaç gün oldu, parfüm bile sıkmamışım. Dip boyam gelmiş, manikür pedikürüm de. “İnsanlığın bu kadar büyük derdi var, seninkiler de dert mi şimdi?” demeyin...
Herkes kendi dünyasında iyileşmeyi, ayağa kalkmayı, dik durmayı beceremezse olmaz öbür dedikleriniz de. O yüzden ben de dedim ki; hadi Şirin, bu böyle gitmez…
Yıl 2020, evde dip boyanın vaktidir!
Evet baktım günler geçmiş ve hiçbir şey yapmamışım... Resmen kendime bozuldum! “Evde sıkılıyorum ne demek yaa, sen Şirin Sever’sin” dedim ‘Aşk-ı Memnu’ dizisindeki ‘Sen Bihter Ziyagilsin’ repliğinden esinlenerek. Tabii bunu kendi kendime dedim, malum evde kimse yok!
Sıkılmaktan sıkılınca aydınlanma yaşadım sanırım. Yine bir kahve yaptım kendime; bilgisayar başına geçtim. Yazılarımı yazdım önce, plan program yaptım. Sonra sağa sola sorup dip boyası sipariş verdim. Meğer bazı kuaförler boyayı, boya kabını, fırçayı paket halinde kargoluyormuş. ‘Bravo! Krizi fırsata çevirenler ayakta kalır’ diyerek verdim siparişimi.
İki gün sonra geldi kargo. ‘Allahım, yıl olmuş 2020 halimize bak’ diyerek hayatımda ilk kez kafamı boyadım. Biraz zor oldu ama başardım. Gerçi kafamın arka orta kısmı önlerden bağımsız duruyor olabilir ama kim görecek değil mi? Baktım önler kurtarıyor, ‘Aa ben niye dünya para veriyormuşum bu boyaya’ diye havaya bile girdim.
Bence normale döndüğümüzde kuaförler ciddi indirimler düşünsün, zira herkes evde boyayı, manikürü pedikürü öğrendi. Bu da kesin bilgi. Bir de Gülse Birsel gibi evde balyaj yapmayı öğrenirsek, bittiniz! Manikür pedikür en kolayı. Törpüleyin, tırnak etlerine bakım yağı sürün, bırakın.
Şu karantina, yemin ederim oje bağımlılığından kurtulmanın da en iyi zamanı. Sürekli oje sürmekten tırnaklarımız hava alamıyordu artık, sararıp duruyordu. Bırakın şu ara nefes alan doğa gibi tırnaklar da nefes alsın. Daha da böyle bir zaman bulamazsınız!
Temizlik yap spor olsun!
Eve temizliğe gelen yardımcıya da ‘gelme’ deyince iş başa düştü tabii... Ben şanslıyım, çünkü tekim. Canım istediğinde temizlik yapıyorum, canım istediğinde pişiriyorum. Milföy hamurunun içine peynir falan koyuyorum en fazla. Kimse de bana ‘bu ne’ demiyor! Ama çoluk çocuk sahibi arkadaşlarım öyle mi? “Yemek yetiştiremiyorum, sürekli bulaşık makinesi doldurup boşaltıyorum” diye cinnet geçiriyorlar.
(Karantina günlerinde yalnız olmak mı, aileyle olmak mı? tartışmasını da pazara yapalım derim)
Neyse, ufak ufak, oda oda temizliğe başladım. İnşallah bu günler bitince, bir mesleğim olacak elimde!!! Madem sahilde, parklarda, bahçelerde dolaşmak yasak, spor niyetine yapalım yahu! Bu arada marketten aldıklarımı dezenfekte etmek zorundayım diye markete gidemiyorum! Çok iş çünkü.
Tamam poşetleri eve sokmuyorum, kapının önünde boşaltıyorum, meyve sebzeleri anında yıkıyorum da…. Eve getirdiğim un paketini mesela, nasıl dezenfekte edeceğim? Kolonya ya da çamaşır suyu sıkamayacağıma göre; ne yapacağım? O kadar uzman çıkıyor konuşuyor, henüz bu sorunun cevabı yok! Mağdurum.