Son yılların en havalı galasıydı bence… Aklınıza gelebilecek en ünlü isimler ordaydı. Metin Akpınar’dan Cem Yılmaz’a, Fatih Terim’den 90’ların pop yıldızlarına kadar herkes. Ki bu bir film değil, tiyatro galasıydı hatırlatırım. Çünkü oyun, Yılmaz Erdoğan’ın 20 yıl aradan sonra kaleme aldığı, Demet Akbağ’ın da 15 yıl sonra sahneye döndüğü bir oyundu.
Evet, birkaç gün önce Maximum Uniq’te yapılan ‘Aydınlıkevler’ oyunun galasından bahsediyorum... Gala, ‘Komedinin dört kare ası bir arada’ (Cem Yılmaz, Ata Demirer, Metin Akpınar, Yılmaz Erdoğan) başlıkları ve fotoğraflarıyla yansıdı basına ama İstanbul cemiyet hayatından ve şöhretler dünyasından onca insanı oraya getiren şey, oyuncuların ve yönetmenin gücü kadar, geçmişe duyulan özlemdi bence.
‘Bir Demet Tiyatro’ günlerine duyulan özlem yani. ‘Modası geçti o oyunun’ diyenlere inat; o günleri, o mahalleyi ve o ruhu özleyenler alkışlarını hiç esirgemedi çünkü. Dönen sahne düzeneği, sahnede açılıp kapanan o kapılar bile özlenmişti sanırım. Oyuna gelince… Yıl, 1975. Zühre’nin yani Demet Akbağ’ın torunuyla birlikte Ankara’nın Aydınlıkevler semtinde, sobalı bir evde kıt kanaat verdiği hayat mücadelesini izliyoruz.
Bakkalından muhtarına, komşusundan camcısına bir mahalle halkıyla tanışıyoruz. Sıradan insanların sıradan hayatlarını ambargolar, sol hareketler nasıl etkiliyor; ucundan hatırlıyoruz. Amerikalıların bir duvar örüp arkasında golf oynamasıyla hayat bir anda değişiyor mahallede. Çünkü golf topları her gün camlarını kırıyor! ‘Bunlar nasıl bir oyun oynuyor acaba bize?’ merakıyla başlıyor her şey.
Bir değil üç değil, ‘bu camların parasını kimden alacağız?’ diye isyan eden Zühre Babaanne’nin yer yer komik mücadelesini izliyoruz. Oyun sevgi üzerine, emek üzerine çeşitli mesajlarla dolu. Ama en önemli mesaj yine Zühre Hanım’dan elbette: “Kimse kimsenin camını kırmasın, oyununu doğru dürüst oynasın.” Bu kadar net, bu kadar basit işte!
Bir babaanne bu kadar kıyak yapmaz torununa!
Karşılıksız aşkın esiri olup “Güzeli güzel seversen, güzel de seni sever” diyen ressam Süreyya’ya hayat veren Salih Bademci kadar genç oyuncular Sinem Ünsal, Burak Dakak da çok iyi. Ama Demet Akbağ’a ayrı bir paragraf açmak gerek. Çünkü kadın oynamıyor, döktürüyor resmen! Komediyse komedi, hüzünse hüzün.
Her sahneyi aldı götürdü, tepelere çıkardı, başka tat kattı. O rolde başkası oynasa, bilmiyorum bu kadar sürüklenir miydik oyunun içine? Bir kez daha hayranlığımı ve saygılarımı sunuyorum o yüzden. Oyunu yazdırandan da bahsetmek lazım… Demet Akbağ’ın kısa süre önce kaybettiği eşi Zafer Çika! Selama çıkan Yılmaz Erdoğan anlattı; “Tiyatrodan uzak kaldığımız uzun yıllar boyunca ‘oyun yaz, hadi oyun yaz’ diye başımın etini yedi.
Bu oyunu ancak yetiştirdim ona. Bu oyun Zafer Çika’ya…” Demet Akbağ’a da göğe öpücüklerini yollamak düştü elbette. Yılmaz Erdoğan, oyunu babaannesinden esinlenerek yazdığını da anlattı. ‘Sürahi Nine’den (Z kuşağı bilmez) ‘Zühre Babaanne’ye ne çok ilham vermiş torununa meğer. Zaten o da ‘”Bir babaanne torununa bu kadar kıyak yapmaz” diye anlattı durumu gülerek.
Bir not daha… Sahne ‘Seninle Bir Dakika’ şarkısıyla açıldı, çünkü yıl 1975. Ve Eurovision’da Semiha Yankı bizi bu şarkıyla temsil ediyor. Babaanne-torun merakla yarışmanın sonuçlarını bekliyor... Ve gala gecesinde Semiha Yankı’nın da davetli olması ve bu sahneyi izlemesi büyük nostalji ve çok tatlı hareket bence.
Yürüyelim arkadaşlar…
Zafer Algöz’ün izindeyiz! Yani yürümeye başlayacak belli ki, biz de peşindeyiz manasında. İsyan etmişti geçen gün biliyorsunuz; “İstanbul’da araba kullanmak belalı iş, araba aldın mı bela alıyorsun” diye. Vale ve otopark ücretlerinden dert yanıyordu anlayacağınız. Çok haklı. Çünkü İstanbul’da park edecek yer yok artık.
Her yer otopark ve vale. Ücretleri de almış başını gitmiş her şey gibi. Bakın, hiçbir şey yapmasalar da, anahtarını valeye vermenin bedeli 50 TL’den başlıyor. Bu fiyat lüks mekanlarda, otellerde 100 liraları geçiyor. ‘Ama orası beş yıldızlı otel’ diyenlerin ağzına da terlikle vurasım geliyor. Kardeşim işin ederi bu mudur?
Bunu da savunmayın artık ya, ayıp. Neyse işte, sinirlenmeden devam edeyim… Zafer Algöz taksi kullanmaya karar vermiş bu arada. Gayet mantıklı diyecektim ama iki gün önce taksilere de zam geldi. Sarı taksi açılış ücreti 7 liradan 9.8 liraya, sarı taksi kısa mesafe ücreti ise 20 liradan 28 liraya yükseldi.
Yani en kısa mesafede bile 28 lira vereceksiniz. Zaten iki lirayı beklediniz mi küfür ediyorlar, ona düz 30 TL diyelim biz. Yani yapılması gereken, ne araba kullanmak, ne de taksiye binmek.. Hepimiz yürüyecek ya da evde oturacak gibi duruyoruz bu gidişle. Vatana millete hayırlı olsun o zaman.
DETOKSLA ARINMA ZAMANI
21 günlük bir programa, glutensiz şekersiz beslenmeye başladığımı yazmıştım daha önce. Dün itibarıyla 21 günü tamamladım. Mutluyum, gururluyum! Şimdilik 4 kilo verdim ama asıl mesele bu beslenmeyi yaşam biçimi haline getirmek. Yani durmak yok, yola devam.
Çünkü… Stres, hareketsiz yaşam, kötü beslenme, işlenmiş gıdalar, hazır gıdaların çoğunda kullanılan kimyasalların vücudumuzda yarattığı toksin birikmesi ve kontrolsüz kilo alımı yüzünden çok hızlı yaşlanıyoruz. Tüm bunlardan arınmak da, detoksla mümkün oluyor. O yüzden ‘Antalya’da hava güzeldir’ dedim ve kendimi Life Co’da temizlenmeye/arınmaya attım. Şok bakım diyelim! Programlar vücudu tamamen arındırmaya yönelik...
Doktor kontrollerinden sonra istediğiniz beslenme modelini seçiyorsunuz. Tamamen sıvı, vegan ya da sağlıklı beslenme programlarıyla besleniyor; yürüyüş, yoga, meditasyon yapıyor, hem vücudunuzu hem ruhunuzu yeniliyorsunuz. TheLifeCo uzmanları metabolizmayı düzenleyen, kan şekerini, kolesterolü dengeleyen ve vücudu arındıran sağlıklı bir diyet ve destek terapilerle, sizi kendine getiriyor.
Üstelik bu sene ‘Post COVID Programı’ de eklemişler. COVID-19’un bedeniniz ve zihniniz üzerindeki olumsuz yan etkilerini iyi beslenme, bağışıklık, solunum sistemi ve kas/iskelet sistemini güçlendiren özel terapilerle yok ediyorlar. Yaz gelmeden kendimize gelmemiz şart!