Yürek dağlayan sesiyle tanıdığımız türkücü Dilber Ay’ın yaşadıklarını az çok biliyordum ama tüm hayatını bir anda izleyince ‘bu ne?’ dedim... Bu kadın yaşamış mı sayılıyor şimdi? Ben izlerken o zulme dayanamadım, bu kadın nasıl dayanmış?!! Ama hepsi gerçek işte... Kurgu değil, abartı yok, bütün bunlar tek tek yaşanmış. Dilber Ay’ın hayatını anlatan ‘Dilberay’ filmi cuma günü vizyona girdi. Şimdiden söyleyeyim, yazının devamında filmin detayları var. Bu kadın neler çekmiş ve kimse bunlara nasıl dur dememiş, isyan edercesine yazmak istedim çünkü!
Yoksulluk içinde bir hayat onunki. Ekmek yok, üst baş yok, okul yok, ‘acıktın mı’ diyen de, sevginin kırıntısı da yok. “Acı da, korku da iyidir karı kısmına” diyen bir baba var sadece. Yok hükmünde bir de anne. Görevi sadece doğurmak! Maraş’tan Düzce’ye göç ediyorlar. Çadırlarda, barakalarda yaşıyorlar. Hayatında iyi tek şey var; sesi. Yaşadıkları yere gelen TRT ekibine türkü okudu diye parmakları kırılıp, zincire vuruluncaya kadar o heves de. 13 yaşına gelince beş para etmez bir adama satılıyor Dilber.
Koca evinde de dayak, çocuk yaşta doğum, ölümden dönmeler gırla. Baba yine oralı değil. Hayatının üç kuruşluk değeri bile yok babanın gözünde. İlk kocası hapse düşünce, ikinci kez başkasına satılıyor. Bu kez dul diye daha ucuza! Yine aynı eziyet, yine aynı yokluk. Sonra o ‘süper’ baba kızını alıyor yanına koca evinden... Zulüm gördüğü için değil, yaşı büyüdü şarkı söylesin de etinden sütünden yararlansınlar diye! Ama kızının çocuklarını kabul etmiyor.
Dilber gazinolara çıkıyor ama kazandığı her kuruş babanın elinde. O çocuklarını yanına almanın hayalini kurarken; kardeşleri ve babası elinde ne var ne yok alıyor. Alın teriyle kazandığı parasından bile tek kuruş vermiyorlar. Tamam cahillik diz boyu ama kötülük de var arkadaş! Bu kadar kötü olmak başka bir şey. Pavyonlarda çalıştığı dönem, bu kez hayatının aşkına rastlıyor. Ne büyük aşk ama! İlk kez seviliyor, ‘Herifim’ diye diye seviyor kocasını.
Dilberay 2019’da ölene kadar da mutlu yaşıyor onunla. Film gibi değil mi? Zaten ailesi söylüyor, “Hayatını hep masal gibi anlatırdı” diye. Daha önce ‘Müslüm’ filmine imza atan Hakan Kırvavaç (Ketche) ve Can Ulkay’ın yönettiği film; yüreğimizi dağlayacak kadar acıklı. ‘Müslüm’ filminin dişi versiyonu da diyebiliriz. Aynı hikayeler, aynı yokluk, aynı acılar.
Büşra Pekin sesiyle, şivesiyle, oyunculuğuyla çok iyi iş çıkarmış ama Dilber Ay’ın çocukluğunu oynayan Zeliha Kendirci’ye özellikle dikkat. Hızımı alamadım lafı uzattım ama bu filmi izleyin… Sesini çıkaramayan bir kadın olmanın, hayatının iplerini elinde tutamamanın ne demek olduğunu, erkek egemen sistemin ve kızlarını yok sayan babaların yarattığı yıkımları izleyin. Sinemamızda bu tür biyografilerin artması dileğiyle.
ŞİMDİ HADİSE NE YAPSIN?
Bu ara Hadise ve Mehmet Dinçerler aşkını konuşuyor herkes. Evlenme teklifi, ardından çekilen duyuru klibi, damadın borçları derken işin içine astrologlar bile girdi. İsmi lazım değil, bir astrolog diyor ki, “Evlilik tarihi 2023’ten önce alınmamalı.” Ba, ba, ba nasıl da emin kendinden! Tam bunu şaşkın şaşkın okurken, Çağrı Mert Bakırcı’nın bir yazısı düştü önüme. “Astrolojinin iddiaları tamamen test edilebilirdir ve bugüne kadar yapılan testler, hepsinin geçersiz olduğunu göstermektedir” diye başlayan yazıda ilginç bilgiler yer alıyor.
Özetle diyor ki, yıldızların bireyin kişiliğini etkileyip etkilemediği, belli gök olaylarının belli sonuçlara sebep olup olmayacağı, gökyüzündeki cisimlerin yaşamımızı etkileyip etkilemeyeceği bilimsel olarak test edilebilir. Ancak astroloji bilimin sınavlarından hep kalmıştır! Bakırcı, bu konuda yapılan araştırmalardan da bahsediyor.
Benim yerim dar, hepsini yazamadım ama siz en iyisi Çağrı Mert Bakırcı’nın geçen hafta Oksijen’de yayımlanan yazısını bulup okuyun. Hatta Hadise de okusun, içinde soru işareti kalmasın derim! Kimsenin hevesini kırmak istemem ama hayatınızı astrolojiye göre düzenliyorsanız, vazgeçin. Daha çok ‘fala inanma falsız da kalma’ seviyesinde takılın derim!
İstanbul’da yeni bir Japon
Bu haftanın restoranı Roka. Çünkü İstanbul’un en yenisi. Londra menşeli bir markadan bahsediyoruz. 2004 yılında ilk olarak Londra’da; 2020’de ise önce Dubai, arkasından Riyad’da açıldı. Şimdi ise dünya markalarının gecikmeli de olsa geldiği, bazen umduğunu bulamasa da vazgeçemediği İstanbul’da! Hem de İstanbul’un yeni çekim merkezi Galataport’un en Boğaz manzaralı, en izole ve bana kalırsa en keyifli noktasında. Roka; Zuma ve Nobu klasmanında bir restoran.
Zaten Zuma’nın kurucusu tarafından yaratılmış. Alamet-i farikası da ‘robata’ adı verilen Japon ızgarası. Yani bir çeşit barbekü. Farkı çok yüksek sıcaklıkta, az duman çıkararak yanan bir kömür. Japon balıkçılarının tuttukları balıkları pişirip, sonra o kömürleri diğer balıkçılarla paylaşmaları geleneğinden doğmuş.
Robata açık mutfağın tam kalbinde yer alıyor ve eğer isterseniz etler nasıl cızır cızır pişiyor, mutfakta işler nasıl yürüyor izlemek mümkün. Menüde Japon mutfağının tüm geleneksel tatları var. Lezzet, ambiyans, dekor, enerji son derece yerinde. Özetle, Roka İstanbul’a gerçekten çok yakıştı, ömrü uzuk soluklu olsun.
DÜNYANIN EN LEZZETLİSİ TRÜF
Şahane Boğaz manzarası ile hep içimi açan Feriye Lokantası da hereketli bu aralar. Zira, mevsime özel oluşturduğu menüsünde bu ara trüflü yemekler var. Şubat ayının sonuna kadar da sürecek. Ağırlıklı olarak Akdeniz iklim kuşağında yetişen, özelikle İtalyan mutfağında önemli bir yeri olan Trüf mantarı, içerdiği aromalarla yemeklerde ve hafızalarda yer bırakan bir lezzet. Şef Birkan Erköylü de trüfü farklı lezzetlerle biraraya getirerek, şahane tatlar yaratmış. Maş fasulyeli salatanın, limonlu çiğ levreğin, eriştenin ve dana kaburganın içinde tadabileceğiniz trüf mantarı, gerçekten büyük zenginlik katmış yemeklere. Bu menü, şubat sonuna kadar ‘Modern İstanbul Lokantası’ Feriye’de olacak. Duyrulur.