Bu ülke beni daha fazla şaşırtamaz dediğim her gün, fena şekilde yanılıyorum. Her seferinde bu böyle, değişmiyor. 23 Nisan nedeniyle röportaj yapılan 12 yaşındaki bir kız çocuğu, televizyon ekranında başka bir ülkede yaşamak ve eğitim görmek istediğini söylediği için linç ediliyor.
Hayallerini anlattığı cümleler köpürtülüp köpürtülüp binlerce kez paylaşılıyor sosyal medyada, hakaretler yağdırılıyor. Gencecik, reşit olmayan bir kızın okuma hayalleri yüzünden suçlanması bile; gitmesi için yeterli değil mi? Dünyanın pek çok yerinde gençler başka ülkelerde yaşamanın ve eğitim görmenin hayalini kuruyor ve bu hayali de yüksek sesle söyleyebiliyor...
Ve kimsenin hayallerine böyle saldırılmıyor. Peki biz niye herkese, her şeye, hayallere bile bu kadar düşmanız? Ya gerçekten, bir ülkede her şeye mi düşman olunur arkadaş?
Ağaca düşman, köpeğe düşman, kadına düşman, çocuğa düşman, sanata düşman, kendi gibi düşünmeyene düşman, yaratıcılığa düşman, yaratıcı olana düşman, çocukların hayallerine düşman, flamingoya bile düşman olan var!! Niye bunca düşmanlığın ortasında yaşamak istesin insan? Araştırmalar ortada: Toplumun dörtte biri, Z kuşağının da yüzde 73’ü yurtdışında yaşamanın hayalini kuruyor. Sizce niye?
Bir ömür nasıl yaşanır?
Tam da güzide ülkemde 12 yaşındaki bir kızın hayalleri gündem olmuş tartışılırken... ‘Bir Ömür Nasıl Yaşanır?’ isimli kitabı önermenin tam zamanı. Bir ömrü hakkıyla yaşayabilmek ve yaşanan her andan tat alabilmek için ne lazımdır? İnsan kimden ne öğrenebilir, kendi kendini yetiştirmek nasıl mümkün olur?
Gazeteci Yenal Bilgici soruyor, İlber Ortaylı da anlatıyor. İlk bölümde “Eğitim ülkemizde fazla mı uzun? Yetersiz mi?’ sorusu sorulmuş, Ortaylı da şöyle cevap vermiş: “Evet çok uzun... Dahası bu eğitim hiçbir işe yaramıyor. Bu eğitim, insanın yaratıcı taraflarını öldürüyor...” Sonra da birçok kültürden baslenmenin, yurtdışında eğitim almanın, hangi ülkenin eğitimde iyi olduğu üzerine ufuk açan, bilgilendiren, düşündüren cevaplar arka arka geliyor. Klavye delikanlıları; Almanya’da tıp okumak ve Alman vatandaşı olmak isteyen küçük kızı linç ediyor ya hani... Ülkenin medarıiftiharı olmuş bir tarihçinin gözünden hayata bakmak belki bünyelerine iyi gelir, hayatlarına anlam katar diye buraya koyuyorum.
Neden yaratıcısınız?
İlber Ortaylı yaratıcılık diyor madem, devam... Sinemalarda bir belgesel var şu ara: ‘Why Are We Creative?’ Yani ‘Neden Yaratıcıyız?’ Soru ilginç. Afişin üzerinde dünyanın en yaratıcı yüzleri. Belgeselde ise daha fazlası var: David Bowie, Ai Weiwei, Björk, Philippe Stark, David Lynch, Yohji Yamamoto, Damien Hirst, Angelina Jolie, Quentin Tarantino, Bono, Nick Cave, Dalai Lama ve onlarca siyasetçi... Yönetmen Hermann Vaske; 30 yıl boyunca görsel sanatlar, müzik, edebiyat, felsefe, bilim, siyaset ve iş dünyasından başarılı isimlere aynı soruyu sormuş: Neden yaratıcısınız?
Kimi “Bu nasıl bir soru?” diyor; kimi ‘Sadece yapıyorum, bilmiyorum, tanımlayamam’... Kimi “Doğuştan geldiğini düşünüyorum, bir armağan gibi. Yani kısmetimizde olan bir şey” diyor, kimi de “Meraktan” diyor. Kimi anlaşılmak istediğini söylüyor, kimi “Hastalık ve virüs gibi, tedavisi yok, bunun içine çekiliyorum” diyor. Mesela ‘Game of Thrones’un yazarı George Martin “Bunun bir cevabı yok çünkü ilahi bir müdahale bu” diye cevap veriyor. Ünlü fotoğrafçı Oliviero Toscani, “Yaptıklarınla kafa tutarsan, çizgi dışına çıkarsan yaratıcı olursun. Yaratıcılık güvende olamaz” diyor. O kadar çok cevap var ki… Ama net cevap yok! İzledikçe anlıyorsunuz; bu cevabı olmayan bir soru. Yaratıcılığı tanımlamak; en yaratıcı isimler için bile zor. Ancak tüm cevapları birleştirdiğinizde, kavrayabileceğiniz bir şey yaratıcılık. Vaske'nin bu serüveni, izleyiciye yaratıcılık üstüne düşünme ve farklı perspektifleri keşfetme fırsatı sunuyor. Tam da vasatlığın yüceltildiği şu günlere uygun bir iş, izleyin.
Düşündüren kare...
Kanyon’daydım 23 Nisan günü; Nusret’in çocuklara hamburger hediyesi yüzünden AVM’nin iki katında birden sıra vardı. Çok çok uzun bir sıra... Sinemaya girdim çıktım, sıra aynıydı.
Belli ki yeni çocuklar ekleniyordu sıraya. Baktıkça da hem sevindim, hem üzüldüm. Bir kere Nusret’e helal olsun, kim bilir kaç kilo et ve malzeme harcadı. Hem hayır işledi, hem reklam yaptı. Yapsın tabii. Peki ihtiyacı olan mı o sıraya girdi, bedava bulanlar mı? Bir çocuk bir hamburger için kaç saat bekleyebilirdi? Düşündüm, düşündüm, epey de karıştım.