Pandemi sadece yaşam alışkanlıklarımızı değil, tüm ezberlerimizi de yok etti. Umutlarımız da dahil! Herkes bi baksın kendine, ilk salgındaki biz miyiz? Salgın ilk başladığında ‘yaza geçer’ dedik, geçmedi. Sayılar tekrar yukarı çıktı ve ikinci dalga başladı, ‘marta ferahlarız ya’ diye umut ettik ama görünürde umut yok. ‘Aşı bulununca bitecek her şey’ dedik, bu kez mutasyonu çıktı, ‘oturun oturduğunuz yerde’ dedi. Ben de öylece oturdum bekliyorum. Kaç ay sonrasına umut beslemek lazım hiç bilemiyorum. Pandemi üzerine yapılan araştırmalar gösteriyor ki; genel nüfus da bu noktada.
Salgının başında “Bir yıl içinde kurtuluruz” diyenlerin oranı yüzde 64 iken; bu oran ocak ayında yüzde 24’e düşmüş. Yani benim gibi umut etmeyi bırakmışlar. Pandemide toplumun yarısı kilo aldığını ifade etmiş mesela. Kadınların yüzde 48’i, erkeklerinse yüzde 39’u kilo almış. Bu da ben! İlk dalgada aralıklı oruç yöntemiyle 4 kilo veren ben, şu anda 4.5 kilo almış bulunuyorum.
Çünkü umut bitince her şey bitiyor. Salgında gıda alışverişini internetten yapanların sayısı 2 milyona yaklaşmış. Ve semt pazarına gidenlerin sayısı da artmış. Nereye kadar market alışverişi değil mi ama? Bir de, evde kalamadığımız gerçeği var… Nisan ayında “Sadece iş için çıkıyorum” diyenlerin oranı yüzde 18 iken, aralık ve ocak ayında sayı yüzde 35’e ulaşmış. Daha önce de yazmıştım; bu evde kalma meselesi sürdürülebilir bir hal değil. Devamı aşağıda…
Dayanamıyoruz artık!
Bir mekan çıkışı yakalanan ünlülerin açıklamalarını okuyorsunuzdur, “Testimizi yaptırdık buluştuk…” “Hepimiz negatifiz, buluştuk…” Herkesin dilinde aynı şey. Sanki yasak yokmuş gibi, tek sorun test sonucuymuş gibi belgelemeler falan. Oysa hikaye zaten bir araya gelmeyi önlemek ama işte, o olmuyor. Geçen gün biz de dayanamadık, 3-4 kişi buluştuk, yemek yedik.
Evlerinden çalıştıklarını, kendilerini koruduklarını bildiğim arkadaşlarım. Direnemiyorsun çünkü evde delirmek üzeresin. Kimse kimseyi azarlamasın, hesap sormasın çünkü bu hal daha fazla sürdürülebilir değil. İnsanlar artık evlerinin dışında sosyalleşmek istiyor. Bu sadece keyif meselesi değil, acil bir ihtiyaç aynı zamanda. Yeniköy-Tarabya-Sarıyer sahil hattı hafta sonları bile tıklım tıkış.
Millet, emekli gibi banklarda oturuyor. Bebek Parkı, Maçka Parkı dolup taşıyor. ‘Açık hava hiç değilse’ diyorsun. Sen çıkmışsın, başkasına mı engel olacaksın? Polisler bile bir şey diyemiyor artık. Sonuç? Bu yasak daha fazla sürdürülebilir değil. Hiç değilse kendi önlemimizi alalım, suyunu çıkarmayalım ve dayanmaya çalışalım. Şu da bir gerçek: Kurallara uysaydık, bu kadar kapalı kalmayacaktık belki de!
Pandemide 14 Şubat
Pandeminin gölgesinde ilk 14 Şubat geliyor... Sevgilisi olana, beklentide olana ayrı dert. E mekanlar kapalı, aşkını millete gösteremedikten sonra, ne anlamı var kutlamanın? Bu modeller karalar bağlamış durumda. Neyse ki oteller açık, biraz pahalıya patlasa da bir seçenek sonuçta.
Diğer modeller pek mutlu; ille de plan program yapmak isteyen partnerine dert anlatmak zorunda kalmayacak! Çiçekle yırtar belki! Ha, sevgilisi olmayanlar ne yapacak? Her zamanki gibi: Kendini sevecek, toksik bir ilişki yaşamak yerine yalnızlığının tadını çıkaracak huzurla, belki de öyle bir şey atlatmıştır ki ‘yaşasın yalnızlık’ diye naralar atacak kimbilir? Ama sevgilisi olmayıp beklentide olanlar var bir de... Onlar için durum fena işte.
Sevgili arayanlar!
Burcu Esmersoy mesela dedi ki; “Bir sevgilim olmadığı için 14 Şubat’ta hiçbir planım yok. Ama benimle ilgili planı olan varsa haber versin…” Gayet sevimli, dinledim çünkü. Şaka yaptığı, eğlendiği çok belli. Peki “Sevgililer Günü için kiralık sevgili arıyorum” diye duyuru yapan şarkıcı Aynur Aydın’a ne demeli?
Artık bu şaka değil, kendini küçük düşürmek. Sevgili olmadan duramayan, anlamsız boş beleş bir günü yalnız geçirmemek adına kiralık sevgili arayan bir kadın imajı hoş mu şimdi? DM kutuna gelen saçma sapan sapık teklifler iyi mi gelecek kadın olarak sana? Reklam yapmanın da bir kalitesi olmalı bence. Bi’ kendinizi sevin, kendinize değer verin, sevgili gelir zaten.
Omurilik soğanı sorunsalı
‘Kim Milyoner Olmak İster?’de bir soru tartışma yarattı malum. Telefonla yarışmaya bağlanan Dr. Ali Çiçek “Hangisi beyindeki bir bölgeye verilen addır?” sorusuna, ‘omurilik soğanı’ yerine ‘omurilik sarımsağı’ cevabını verince; “Böyle basit bir soruya nasıl bilemez?” sorusu gündeme oturdu. “Türkiye’de yeterli tıp eğitimi verilmiyor” tartışması da başlamış oldu. Dr. Çiçek “Şıkları duymadım” dedi ama kimseyi inandıramadı.
Günlerdir bu konuda tartışan hekimleri takip ediyorum. Kimi diyor ki; “Öğrencilere bunun Latince ve İngilizce’sini öğretiyoruz. Bir anlık dalgınlıkla olabilir. Tıp eğitimi bitti sözü doğru değil…” Kimi “Halk dilini de bilmek gerekir ama” diyor. Ben de bu tür anlık sorularla yeterliliği ölçmenin gereksiz olduğunu düşünüyorum ama şunu da sormadan edemedim: Bu omurilik soğanı ile biz lisede tanışmadık mı ya, bir hekim nasıl bilmez? Diyelim kelimenin Latince’sini biliyor; iyi de nerede yaşıyor, uzayda mı?