Dün gazetelerin bir sayfasında coşkuyla atılmış “Turizmde rekor” başlıkları vardı…. Diğer sayfalarda ölümcül korona virüsünün nasıl da hızla yayıldığı haberleri yer alıyordu. Bir taraftan “Turizm gelirimiz yüzde 17, turist sayısı yüzde 13.7 arttı” diye sevinçle atılmış başlıklara bakarken…
Diğer sayfalarda virüs yüzünden alınan önlemleri, durdurulan uçuşları, Çin’de 70 milyona yakın kişinin karantina altına alındığı haberlerini okuyup “Bu ne yaman çelişki anne?” diye sayıklıyordum. Turizm sektörü en zor günlerini geçiriyor, her şey daha da kötüleşecek gibi. İptal edilen rezervasyonlar nedeniyle oteller kan ağlıyor. İnsanlar seyahat etmekten korkuyor, vazgeçiyor, vazgeçiyor.
Bu küresel krizin dünyayı nasıl etkileyeceğini, turizmi nasıl geriye götüreceğini birlikte izleyip göreceğiz. Bunların da ötesinde kötü olan şey; çekik gözlü herkese şüpheyle bakmak, insanları incitmek ve korkutmak. Cuma sabahı Yunanistan’dan gelen biriyle Taksim’de bir otelde kahvaltı yapıyordum. Otelin kahvaltı salonunda, tam yan masada çekik gözlü çifte dikkat kesildiğimizi fark ettim bir an.
Sonra göz göze geldik, onlar rahatsız oldu, biz ‘ne yapıyoruz’ deyip birbirimize kızdık ama şu bir gerçek ki; telaşlandık! Sonra uzun zamandır Türkiye’de yaşayan Yoshi Enomoto isimli bir Japon’un tweetleri düştü önüme… “Bugün maske takmıştım ve bir kafeye girdim. Bir grup genç bana baktı, hemen kafeden gittiler” yazmış…
Sonraki gün de “Toplu taşımada insanlar gerçekten benden kaçıyor. Başta komik buldum ama artık kötü hissediyorum. 1.5 senedir bu bölgeden hiç çıkmadım. Bende Corona virüsü yok!” diye yazıp, isyan etmiş. Kaçanı korkanı da suçlayamıyorsun işin kötüsü. Bakalım bu virüs bize daha neler edecek?
Bir göktaşı eksik sahiden!
2019’dan ne çok şikayet ediyorduk, hatırlayın... Sanki her şeyin sebebi rakamlarmış gibi, her şeyin vebalini 2019’a yükleyip 2020’yi beklemeye başladık dört gözle. Her şey sihirli değnek değmiş gibi değişecek, bir anda güllük gülistanlık olacak sandık, umutlandık, için için bekledik.
Sonra olanlara bakın… Avustralya’daki yangınlar, Endonezya’da seller, volkan patlaması, ABD-İran savaşı, 3. Dünya Savaşı çıkıyor paniği, depremler, efsane basketçi Kobe’nin helikopter kazası ve şimdi de dünyayı saran Korona virüsü. İlk bir ayda bunlar oluyorsa, ilerleyen aylarda göktaşı falan düşmesini mi bekleyeceğiz sahiden?
‘İlişkide dikiş tutturmak’ nedir, ne değildir?
Deniz Akkaya delidir doludur, keskin söylemleri vardır ama dobra kadındır. Kendi ayakları üzerinde duran, kızına bakan, tek başına düzen kuran, sporunu aksatmayan, kim ne söylerse söylesin eğilip bükülmeyen bir kadın. Uzun zamandır vücut çalışıyor, vücuduna yatırım yapıyor, sağlıklı yaşamak için çaba sarf ediyor.
Onu sosyal medyadan takip etmek bile büyük motivasyon, söyleyeyim! Bu yaşam biçiminin meyvelerini de toplamaya başladı; yakında TV programına başlıyor. Neyse, dün Hürriyet’ten Hakan Gence’ye konuşmuş ve kadın-erkek ilişkilerine dair doğru şeyler söylemiş. Diyor ki röportajın bir yerinde…. “Erkekler güzel kadınlara sahip olmak, sonra ezip parça pinçik yapmak istiyor. Bende öyle bir duvar oluştu ki, bu sefer ben onları pinçik pinçik yapıyorum.
Belki de bu yaşımda bu kadar sert bir vücut ve duruşa sahip olmamın sebebi bu.” Yeni soru gelmiş hemen: “Bu yüzden mi aşkta dikiş tutturamıyorsunuz?” Cevap: “Dikiş tutturmak, istemeye istemeye senelerce aynı yastığa baş koymak mı?” Çok güzel cevap değil mi? İstemediği bir hayatın kahramanı olmak istemeyen kadın, dikiş tutturamamış mı oluyor yani? Başka biri için kendinden vazgeçmeyince, evde kalmış kategorisine mi geçiliyor? Çok büyük acımasızlık gerçekten.
Deniz’in diğer lafları da önemli. Adam, o hayran olduğu, kendisine diklenen, güçlü, kendi ayakları üzerinde duran, minneti olmayan, çalışan kadına aşık oluyor ama kadın, ona ‘evet’ der demez eziyor, değiştiriyor, bağımsız kimliğini yok ediyor ve kadını gerçekten parça pinçik ediveriyor. Bile isteye hem de! Etrafınıza dikkatli bakın; o yüzden güçlü kadınlar hep yalnız olmayı seçmiyor mu?
Şimdi sıra öğrencilerde
“Bugüne kadar kadar hep sen yer verdin… Şimdi sıra sende!” İstanbul Kültür Sanat Vakfı (İKSV) şahane bir reklam filmi çekmiş. Otobüste yaşlılara yer veren, markette yaşlılara sırasını veren öğrencilere artık ‘yer senin’ demiş ve onlara kültür sanat etkinliklerinde kullanacakları kartları tanıtmış.
Üç yıl önce başlayan bu destek, bugüne kadar 4 bin üniversite öğrencisini İKSV etkinlikleri ile buluşturdu, bu yıl ise Eczacıbaşı Kültür Sanat Kart adını aldı ve İstanbul Modern’de de geçerli. Maddi durumu yetersiz öğrenciler için ne büyük ihtiyaç, ne büyük mutluluk. Okuyan, izleyen, gören, bakan, keşfeden, merak duyan öğrencilerin hayatı daha iyi anlayacağı kesin. Tebrikler emeği geçenlere.