Trafikte tartıştığı insanları tekmeleyen, bıçaklayan, pompalı tüfekle saldıran barbarlar. Gece kulübü önünde ‘içeri almadın’ kavgası ve öldürecek derecede darp. İstek parça çalmadığı için katledilen sanatçı. Geçen akşam Eyüpsultan’da yol verme yüzünden 7 kişi tarafından karısı ve çocuğunun önünde dövülen bir adam. Saymakla bitmiyor. Hastayız, normal değiliz.
Uzmanlar “Cezasızlık suç işleme potansiyelini artırıyor” demeçlerini veredursun, ben bu bile isteye cinnet hallerine takığım öncelikle. Kimse sonrasını düşünmüyor ki! Cezayı düşünerek hareket etmiyor ki! Başka bir şey bu. Kendini bir şey sanmak, kendinde her hakkı görme hali. Çürümüşlük, kokuşmuşluk. Eğitimli, kalbur üstü kesimin bile çığrından çıktığı bir delirmişlik.
Toplu halde tedavi gerektiren bir şey sanırım. Bunları sayıklarken hatırladım; Ruh Sağlığı Yasası bu ay içinde Meclis’te görüşülecek. Yasa ile birlikte, ruh sağlığı hizmetleri artık hiçbir sağlık sigortasında kapsam dışında tutulmayacak.
Yani, ruh sağlığı problemi olanlar, hizmetlerden ücretsiz olarak faydalanabilecek. Peki acaba, bu işi zorunlu hale getirmek mümkün olabilir mi? Kimse ücret, para, pul düşünmeden terapiye gitse mesela, biraz olsun sakinleşebilir miydik acaba? Kafamda böyle deli sorular işte.
Yerebatan Sarnıcı’nda 3 gebe kadın ve 1 oyun!
“Üç gerçek hamile kadın, Yerebatan Sarnıcı’nın büyülü atmosferinde seyirciyi sıradışı bir deneyime davet ediyor. Sadece 15 gösterim!” Geçen hafta aldım bu daveti. Yerebatan Sarnıcı, üç hamile kadın ve ‘Gebe’ isimli bir oyun! Elbette buna kayıtsız kalamazdım. Pazartesi olay yerindeydim! Özlem Öçalmaz, Alayça Gidişoğlu ve Tuba Karabey sahnedeydi; üçü de hamileliklerinin yedinci haftasındaydı.
Sakin sakin doğumu beklemeleri ‘beklenen’ hamileler, sarnıcın ana rahmini andıran o nemli, su içindeki ortamında, gebe bedenleriyle meydan okuyordu. Herhalde dünyada bir ilktir bu! Hamilelik sürecinde rol aldığı ‘Amadeus’ adlı oyuna ara vermek zorunda kalan Özlem Öçalmaz’ın “Hamileyken neden oyunculuk yapamıyoruz?” sorusuyla başlamış her şey. Ve “Sahnede olmanın tam sırası” diyerek, fikrini hamile iki arkadaşına anlatınca, ortaya bu oyun çıkmış. Ne anlatıyorlar sahnede derseniz…
İçlerini döküyorlar! Kadınların hamilelik hallerini kâh acıtarak, kâh gülerek anlatıyor, toplumun hamilelere bakışını tartışmaya açıyorlar. Hamileliğin hem kutsal sayılmasını, hem ayıp gibi görünmesini eleştiriyorlar mesela. Hamile kadının emeğinin değersizleştirilmesini, çalışma hayatında gördüğü baskıları da keza. En güzeli de; yorulmamakla övünen annelere kızıyorlar! Karnı burnunda misafir ağırlayan, karnı burnunda evi çekip çeviren, herkese yeten ve asla ‘yoruldum’ demeyen o cefakar, kendinden vazgeçen annelere.
Oysa insanız, yorulabiliriz, hata yapmaya hakkımız olabilir; bunun altını çiziyorlar. Oyunda da söylendiği gibi; doğum, yeryüzünün en ihtişamlı hadisesi. Her kadın da kendi destanını yazıyor aslında. O zaman bırakalım, herkes bu destanı istediği gibi yazsın. Bu hamile üçlü, bu farkındalığı yaratmak istiyor işte. Hamileliklerinin son haftasına kadar seyirci karşısında olacaklar, o yüzden 10-15 oyun oynayabilecekler sadece.
Gönüllerinden geçen, başka hamile oyuncuların bu oyunu devam ettirmesi. Yerebatan Sarnıcı’nın ‘gece gezme’ konseptine özel tasarlanan ilk proje olan ‘Gebe’yi izlemenizi öneririm. Mekanın, bu oyuna yaptığı katkıyı da dikkate alarak elbette.
Seyirci nerede beklesin?
Türkiye’nin UNESCO’daki en iyi eseri seçilen, dünya mirası listesinde yer alan Yerebatan Sarnıcı, bir süredir restorasyondaydı malum. Depreme dayanıklı hale getirilen mekan, kısa süre önce yeniden açıldı. Yapıdaki beton yol kaldırılarak yerine suyu da görecek şekilde delikli metal zemin yerleştirildi. Ayrıca suların içine yerleştirilen şahane eserler, mekanı daha da büyüleyici hale getiriyor. Bütün bunların hepsi bir yana…
Bu mekanda böyle etkinlikler yapılacaksa, gelen seyirciler için bekleme yeri de yapılmalı. Karda, yağmurda ya da soğukta insanların bekleyeceği bir yer yok. Oyun başlayana kadar herkes dışarıda beklemek zorunda kaldı o gece. Bir de oturma düzeni olmalı; koltuk numarası verilmeli mutlaka seyircilere. Böylece insanlar kalkıp oturmak zorunda kalmaz sürekli!
SAHİ KİM BU AİLE?
Kore işi bir uyarlama geliyor yarın sinemalara. Adı, ‘Kim Bu Aile?’ Açığa alınmış bir komiser, mafyayı çökertmeye çalışırken; kamufle olmak adına dümenden bir aile kuruyor ve tavukçu işletiyor. Cengiz Bozkurt, Nurgül Yeşilçay, Onur Buldu ve Ferit Aktuğ’un başrolde oynadığı, aksiyon ve komedi dolu bir hikaye. Oscar alan ünlü ‘Parazit’ filminin yapım şirketinin imzası var altında.
Olay bu denli devatkar olunca; çarşamba sabahı kalktım basın gösterimine gittim. Merak edenlere söyleyeyim; çok eğlendim, bol kahkaha attım. Nurgül Yeşilçay’ın bir röportajda söylediği gibi; “Bu ikili nasıl aksiyon çekti diye bile gidilir sinemaya!” Resmen öyle! Oyuncuların hepsi, Kore’den gelen aksiyon uzmanları ile çalışmış, dövüş öğrenmiş, çok iyi değil mi? Bu durumda, oyuncu karnesi vermek şart!
- Cengiz Bozkurt’a çok gülerim zaten. Kastırmıyor, zorlamıyor, doğal komik çünkü. Hastasıyım kendisinin. Aksiyonda da gayet iyi iş çıkarmış.
- Nurgül Yeşilçay desen; her rolün altından kalkıyor maşallah. Bence bu kadına komedi oynatmalılar artık; döktürüyor, hakkını veriyor. Filme havasını katmış resmen. Güzel tekme savurmayı da öğrenmiş, devam bence!
- Ferit Aktuğ da doğal oyunculardan. Eblek, beceriksiz polis rolünün hakkını vermiş, hiç zorlama yok!
- Onur Buldu dolandırıcı rolünde çok iyi, cuk oturmuş.
- Beste Kökdemir’i de alkışlıyorum; Nurgül Yeşilçay’ın dediği gibi, Jackie Chan gibi dövüşüyor, helal olsun, çok iyi. Demem o ki, bu kadro biraraya gelince, çok tatlı bir film çıkmış ortaya. Çok eğlenceli, kafa dağıtmacalı. Hafta sonu iyi vakit geçirmek için tavsiye ederim. Ha bir de filmden çıkınca, tavuk yiyecek bir yer bulun kendinize, o tavuklar aklınızdan çıkmayacak çünkü!