İç turizmi canlandırmak için seyahat acentelerinin yaptığı çalışmalar son dönemde iyice yoğunlaştı. Geçen hafta sonu Jolly Tur’un düzenlediği bir kültür turuyla Şanlıurfa ve Halfeti’yi görme şansım oldu. Şanlıurfa baharı coşkuyla karşılıyordu.
Şehrin etrafını saran doğa yemyeşildi. Ama mayısa kadar o yeşillik gidiyor, sarı bozkırlara dönüşüyormuş. Şehir merkezinde hemen Balıklı Göl’ün kenarındaki bir otelde kaldık. İlk durağımız Göbeklitepe oldu. İnsanlık tarihinde önemli bir yeri olan Göbeklitepe’de bulunan tapınak 11 bin 500 yıllık. Bugüne dek daha eskisi ortaya çıkarılmamış. Buranın mistik havası bizi yakalayan sürpriz yağmurla iyice heyecanlı bir hale dönüştü.
Tapınağa tepeden bakıyorsunuz, inemiyorsunuz ama Şanlıurfa Müzesi’nde birebir kopyası var. Orada akrilikten de olsa taşlara dokunabiliyorsunuz. Bu arada müzenin mimarisi mükemmel. Binaya baktıkça bakasınız geliyor. Halfeti ise baraj suları altında kalan 16 köyüyle meşhur.
Çıktığımız tekne gezisinde İbrahim Tatlıses’ten ‘Fırat Türküsü’nü dinlerken rehberimizden bazı köylülerin büyüklerinin mezarlarını bile taşıyamadığını öğreniyoruz. Malum, oraların kebabı meşhur. Ama acısız bir et bulmanız neredeyse imkansız. Hele midenizden rahatsızlığınız varsa dikkatli olmanız gerekiyor. Meşhur sıra geceleri ise ne yazık ki bir turist eğlencesine dönüşmüş. Sadece Urfalılar’ın bildiği ve onların gittiği bir tane bulursanız kaçırmayın. Şanlıurfa ve çevresi, kültürüyle, tarihiyle, doğasıyla zengin bir hazine. Turizm alanında büyük potansiyeli var. Hizmet sektörünün biraz daha gelişmesiyle kısa sürede dünya çapında bir destinasyon olacağı kesin.
KARŞININ NENİ'Sİ
Geçen haftayı Kadıköy ve civarında geçirdim. İlk durağım Caddebostan’daki Neni Brasserie oldu. Yemek sonrası kendimi define bulmuş gibi hissettim. Eminim çevre sakinleri çoktan keşfetmişlerdir ama malum, ben karşının yazarıyım.
Öncelikle dekor biraz Beyoğlu, biraz Fransız. Her şekilde sizi içine alan, yüksek tavanıyla içinizi açan ve iyi hissettiren bir yer. Bir boş masa görmediğim mekanın müşteri kitlesi de iyi bir yerde olduğunuz duygusunu sonuna dek yaşatıyor. Garsonların ilgisi ve nezaketi, servisin hızı birer mutluluk sebebi. Bunlara bir de yemeklerin kalitesi eklenince burada geçireceğiniz birkaç saat keyifli bir deneyime dönüşüyor. Güveçte pastırmalı kalamar, Greek salata, pazıya sarılı ızgara balık ve Fransız beyaz çikolata tartı yedik. Hepsi de çok iyiydi. Fiyatlar da son derece makul.
BIGCHEFS MODA
Tam adı BigChefs Moda Teras. Bugüne dek Moda Teras diye bilinen mekanı alan Big Chefs Moda İskelesi’nden başlayarak adalara kadar uzanan eşsiz deniz manzaralı bu lokasyonu zincirine eklemiş. Ben daha önce gitmemiştim ama Kadıköylüler buraya bayılıyor. Boş bırakmıyor.
Ben BigChefs’in mutfağını da seviyorum. Her zaman kendime göre bir şey buluyorum. Etli pazı sarması, çıtır mantıyı oturur oturmaz sipariş veriyorum. Özellikle kullandıkları süzme yoğurt birçok ne dining restoranının kullandığına taş çıkartır. Hele havalar iyice ısınsın, buranın teras kısmı açılsın, görün siz nasıl püfür püfür olacak. Kadıköy şu şehrin en yaşanılır yerlerinden biri. Mekanlarıyla, insanıyla. Ne diyeyim, BigChefs iyi yere dükkan açmış!