Verda Özer

19 Mart 2025, Çarşamba 07:00

Bu yazıda geleceğin anahtarı var

Hayatınızın en önemli, en belirleyici anlarının hiç hatırlamadığınız zamanlar olduğunu söylesem? Sizi siz yapan asıl şeylerin ilk 6 yaşınızda şekil aldığını, bugün yaşadığınız birçok olayın, olumlu-olumsuz deneyimin arkasında ilk 6 yaşınızda şahit olduklarınız olduğunu yazsam? Şaşırır mısınız? Bunları söyleyen ben değilim, bilim insanları.

BEYİN ŞEKİLLENİYOR

Her şeyden önce; insanı ve hayatını yönlendiren baş aktörlerden olan beyin, ilk 6 yaşta büyük oranda şekil alıyor. İlk 6 yılımızda bilişsel ve zihinsel gelişimimiz o kadar hızlı ilerliyor ki, beyindeki sinir ağları ve sinapsların yüzde 90’ı bu dönemde oluşuyor. Nöral bağlantıların gelişimi de 0-6 yaş deneyimlerimizle önemli ölçüde tamamlanıyor. Dolayısıyla bu deneyimlerin kalitesi, beyin gelişimi üzerinde derin bir etkiye sahip. Mesela bu dönemde ihmal veya istismara maruz kalan çocukların beyin gelişimi uzun süreli olumsuz etkileniyor. Olumlu ve besleyici deneyimler yaşayan çocuklar ise ileri düzeyde sosyal ve duygusal gelişmiş bilişsel becerilere sahip oluyor. Kısacası; bir insanın çevresindeki dünyayı algılaması ve yorumlaması özellikle 0-6 yaş arasında şekilleniyor. Dahası; akılda tutma, dikkat etme, dil gelişimi, hatırlama, konuşma, düşünme ve problem çözme becerileri de bu süreçte gelişiyor.

0-6 YAŞ YAŞAMSAL

Tam da bu yüzden 0-6 yaş arası en çok dikkat edilmesi ve önem verilmesi gereken dönem. Hiç bir şey anlamıyor gibi görünen o yaşlardaki çocuklar, aslında sünger gibi etraflarındaki bilgileri ve deneyimleri çekiyorlar ve insan ona göre şekil alıyor. “Beynimizin yüzde 95’i gelişimini bu dönemde tamamlıyor. Psikolojik sağlamlığımızın duygusal temeli bu dönemde atılıyor. Yıllardır sesimi duyan herkese ‘hemen her şeyi bırakın ve okul öncesi döneme yatırım yapın’ diyorum. Gördüğünüz gibi bunun çok bilimsel bir gerekçesi var: Hayatın ilk 6 yılı, sonraki dönemimizi çok kritik bir şekilde belirliyor” diyor Prof. Dr. Selçuk Şirin. New York Üniversitesi’nde davranış bilimi ve istatistik profesörü ve alanında duayen olan Selçuk Bey, sağlıklı beyin gelişimi ve bireyin bilişsel, sosyal ve duygusal gelişimi için 0-6 yaş eğitimini gündemin en tepesine koymamız gerektiğini defalarca vurguluyor. Bu saiklerle de Yapı Kredi’nin hayata geçirdiği Yarınlara Kartopu projesinde ilham perisi, fikir lideri olarak yer alıyor. Bu proje; Cumhuriyetimizin 100. yılına denk getirilmiş ve 0-6 yaş çocuklara doğru araç-eğitim desteği veriyor. “Yarınlara Kartopu, bir kuşağın hayatını değiştirecek. Benimle birlikte çalışan uluslararası uzman ekibimiz Türkiye’de doğan her çocuğu okula ve hayata en iyi şekilde hazırlamak için bu projeye özel kaynak hazırladı” diyerek projenin derinliğini dile getiriyor Selçuk Şirin.

YARINLARA KARTOPU

Peki Kartopu projesi nedir? Prof. Dr. Selçuk Şirin ve uzman proje ekibinin önderliğinde eğitici oyunlar, el sanatları, hikaye anlatımı gibi etkinliklerle 0-6 yaşı hedef alan bir gelecek projesi. Yapı Kredi’nin Kurumsal İletişim Direktörü Arda Öztaşkın, her şeyden önce hazırladıkları online kütüphanenin hamilelik döneminden ergenlik dönemine bir çocuğun sağlıklı, mutlu ve başarılı olması için yetişkinlerin yapması (ve yapmaması!) gereken her şeyi herkesin anlayacağı bir dilde anlattıklarını söylüyor. Çocuklar için bu projeye özel olarak bir de ‘Yarınlara Kartopu Kiti’ hazırlamışlar. Bu da doğumdan itibaren çocuklarınızla birlikte kitap okumak, etkinlik yapmak, kaliteli zaman geçirmek için gerekli kaynakları kapsıyor. “Evvelki yıl önceliğimizi afet bölgesine verdik. Depremin etkilediği 17 il için özel hazırladığımız eğitim setleri içerisinde hikaye kitabı, Yarınlara Kartopu dergisi, etkinlik kitabı, uygulayıcıya mektup, doğal afetler ve çocuk kitapçığı, stres küpü, oyuncak ve kırtasiye ürünleri yer aldı. Yine yapikrediyarinlarakartopu. com.tr web sitesinde yer alan içeriklerimizi eğitim alan tüm gönüllüler ve kişiler uygulayabiliyor. Buradan üye olan uygulayıcılar, profil alanındaki “Eğitimlerim” kısmından videolu eğitimlere, podcast kayıtlarına, eğitim dokümanlarına ulaşabiliyor” diyor Arda Öztaşkın. Yani aslında her birimizi 0-6 yaşın eğitimine, bilinçlenmesine katılmaya çağırıyor.

16 Mart 2025, Pazar 07:00

Acilen deprem bakanlığı kurulsun!

Biliyorsunuz ara sıra Marmara Bölgesi için deprem senaryoları tekrar tekrar gündeme geliyor. Ama buna rağmen yine de depremle birlikte baş gösterecek olası senaryolara karşı önceden somut bir adım atılmıyor. Oysa o günü, günleri beklemeden şimdiden ve acilen önlem alınmalı. “Her şeyden önce bir Deprem Bakanlığı kurulmalı. Ki deprem olduğunda söz konusu bölgeyi ivedilikle ‘olağanüstü hal deprem bölgesi’ ilan edebilsin. Başına da tam yetkili, hızla karar alıp uygulayabilecek, bölgeye yatırımları ve bulduğu fonları en hızlı şekilde dağıtacak, 7/24 bölgede vakit geçirecek, oranın insanına bizzat dokunacak ve sil baştan yapılan yapılaşmayı tam kapsamlı hale getirecek biri atanmalı” diyor telefonda konuştuğum eski Ekonomi Bakanı Prof. Dr. Işın Çelebi. Rahmetli Turgut Özal dönemimin ekonomi bakanlığını yaptığı için devletin reflekslerine hakim biri olarak, önemli eklemeler yapıyor: “Binalar yeniden inşa edilirken oradaki yerel üretimin, kültürel mirasın, tarihi dokunun devamının sağlanabilmesi; halkın yaşamını kendi kendine idame ettirmesine de olanak verilmesi (tarım-hayvancılık, yerel üretim, ticaretle) için tam yetkili birinin sadece bölgeye odaklanması şart. Ayrıca bölgeye yardım eden çok sayıda gönüllü insan ve kurum oluyor ama herkes bir yerinden tutuyor. Tüm bu yardımların da koordine edilmesi gerekiyor. Böyle bir oluşum buna da hizmet eder” diyor. Ve de ancak başbakan yetkisinde birinin tüm bu zorlu süreci tam kapsamlı yönetebileceğini söylüyor.

İSTANBUL’DAN ANADOLU’YA

Hesaba katmamız gereken yaşamsal bir konu daha var: Bugüne kadar üretimi-sanayiyi-ticareti hep Batı’ya ama özellikle İstanbul’a yığdık. Düşünün ki bugün koskoca Türkiye’nin ihracatının yüzde 50’den fazlasını İstanbul tek başına yapıyor. Tekstilde istihdam sıralamasında İstanbul 1. sırada geliyor. Ama buna mukabil, ihracatın en ağır topu olan tekstilde kullanılan pamuğun yüzde 60’ından fazlası Güneydoğu’da üretiliyor! Sizce burada devasa bir sorun yok mu? “Sorun çok büyük. Bugüne kadar tam anlamıyla tüm yumurtaları aynı sepete koyduk. Dahası; 2023 Kahramanmaraş depreminden sonra gelen göçle birlikte, İstanbul’daki yük daha da arttı. Şehrin bu yükü, yani Türkiye’nin ekonomisini kaldırması beklenemez. Kaldı ki buna bu şehirdeki yüksek deprem riskini eklersek, bu ülke için hayati bir hata” diyor telefonda görüştüğüm Diyarbakır Ticaret ve Sanayi Odası (DTSO) Yönetim Kurulu Başkanı Mehmet Kaya. “2.si; deprem gösterdi ki, yumurtaları farklı sepetlere bölerseniz, çarkın dönmeye devam etmesi çok daha kolay olur. Buna deprem bölgesinde bizzat şahit olduk. Bu nedenle yatırımın Anadolu’nun farklı şehirlerine dağıtılmasında fayda var” diye ekliyor.

GEÇİŞ SÜRECİ ŞART

İyi peki de yatırım, üretim, sanayi nasıl büyük oranda İstanbul’dan tahliye edilip Anadolu’ya dağıtılacak? Yatırımcının her şeyden önce o bölgede yaşam standardı ve insan kaynağına ulaşım endişesi var. Havaalanı-limana yakınlık, alışılmış bir üretim sistemi, nitelikli elemana kolay ulaşım, üreticilere yakınlık, tamirat vs. için teknik desteğin kolaylığı, gibi konularda İstanbul’u tercih ediyor. “Tam da bu yüzden bir geçiş süreci, kuluçka dönemi olmalı. İstanbul’daki bu avantajlar Anadolu’da oluşana ve yatırımcı buraya gelmek isteyene kadar 1000-1500 metrekarelik ‘hızlı işlik’ denilen, Organize Sanayi Bölgesi’nde üretim yapılabilecek geçici yerler sağlanmalı. Bu bölgenin avantajlarını görüp yaşayan yatırımcı zaten bir süre sonra buraya fabrika kurmak isteyecektir” diyor DTSO Başkanı.

MISIR YERİNE ADIYAMAN

12 Mart 2025, Çarşamba 07:00

Kadın olarak kadınlara güveniyor musun?

Tam da Kadınlar Günü'nü geride bırakmışken, kadın-erkek eşitliğinin olabilmesi için önce kadınların kadınlara güvenmesi gerektiğini hatırlamamız gerekiyor. Daha hem cinslerine inanmayan, kadınları birçok mesleğe layık bulmayan ve farkında olmadan da olsa erkekleri üstün gören kadınlardan oluşan bir ülke, zayıf kalır. Tam da bu yüzden en çok da kadınlara güvenen ve el uzatan kadın liderlere ihtiyacımız var. Bugün sayfamda işte böyle bir kadın var: Teknolojide Kadın Derneği Kurucu Yönetim Kurulu Başkanı Zehra Öney.

KADINLAR TEKNOLOJİYE

Zehra Öney, teknoloji sektörünün gelecek liderlerini yetiştiren Teknolojide Kadın Derneği’ni (Wtech) 6 yıl önce kurmuş. “Daha önce teknoloji şirketinde yöneticiydim. Sonra kendi işimi kurup yine teknoloji alanında üretici oldum. O dönem teknolojiye tamamen erkek işi olarak bakılıyordu, kadınla yan yana görülmezdi. Google’ın akıllı gözlüğü bile ilk zamanlarında kadın sesini tanımıyor, komut almıyordu!” diyor. Dolayısıyla kadınları teknolojiye ve üretime kazandırmak amacıyla harekete geçmiş. Derneği 161 kurucu üyenin desteğiyle kurmuş. Bu üye kurumları temsil edenlerin yüzde 60’ı da kadın yöneticilerden oluşuyor. Ancak dernek sadece kız öğrencilere eğitim vermiyor. Yetenekli olan tüm gençleri desteklerken, sektörde cinsiyet kalıplarını kırarak fırsat eşitliği sağlamaya çalışıyor.

100. YILDA 100 LİDER

Zaten tam da bu hedefe yönelik Cumhuriyet’in 100. yılında önemli bir projeye imza atmışlar ve ‘Teknolojinin Lider 100leri’ programıyla yüzde 80’i kadınlardan oluşan gençlere ücretsiz eğitim vermişler. 4 aylık program sonunda 1 Temmuz’da 189 öğrenci sertifika almış. Yüzde 70’i Anadolu’dan katılan öğrenciler bir yandan da onları destekleyen kurumların sağladığı mentörlerden sosyal beceri eğitimleri almış. Mentörlerin CEO seviyesinde yöneticiler olduğunu ekleyelim. Teknolojide Kadın Derneği Yönetim Kurulu Üyesi Banu Arıduru sosyal eğitimi özellikle önemsiyor. “Onlarda ‘ben bu programa seçildim’ yerine ‘ben bu programı seçtim’ duygusunu yaratarak özgüvenlerini yükseltmeyi, böylelikle hayat boyu kendi hayatlarına liderlik etmelerini sağlıyoruz” diyor.

TEKNOLOJİ ÇAĞI

Derneğin en büyük başarısı ise bu gençleri hızla iş hayatına sokması. Türkiye İşveren Sendikaları Konfederasyonu (TİSK) ile kurdukları akademide eğitim alan 2500 gencin yüzde 93’ü program biter bitmez hemen istihdama katılmış. Yüzde 3’ü de girişimci olmuş. Bugüne kadar ise tam 30 şirketle eğitim gerçekleştirmişler. “2023’te sertifika alan gençlerimiz 6 bini buldu. Bu yıl sonunda 11 bine ulaşacağız. Eğitim programlarımıza katılan gençlerimizin sayısı 100 bine ulaştığında ise Türkiye’yi dünyada teknolojide öne çıkaracak noktaya geleceğimizi düşünüyorum. Bu gençler arasından çıkacak girişimciler yeni unicorn’lar olacaklar” diyerek nihai hedeflerini anlatıyor Zehra Öney.

08 Mart 2025, Cumartesi 07:00

Ayna ayna söyle bana: Benden güçlü var mı dünyada?

Köşe yazarlığım boyunca her sene eksiksiz 8 Mart Dünya Kadınlar Günü’nde, Türkiye’de iş hayatından ev yaşamına kadar her alanda kadın-erkek arasındaki uçurumu yazdım. Bıkmadan usanmadan “kadınlar çiçek değildir, topraktır. Hayat veren, yaşamı devamlı kılandır” dedim. Maalesef basındaki-dijitaldeki Kadınlar Günü paylaşımları ise kadın-erkek eşitsizliğini daha da körüklüyor. Kadınları korunmaya muhtaç, desteklenmesi gereken kırılgan varlıklar olarak yansıtan paylaşımlar; kadınların gücünü çok hafife alıyor. Dahası, kadınlarla sadece olumsuzlukları (‘kadına şiddete son’ gibi) özdeşleştiriyor. Bu da, içinde olduğumuz kısır döngüyü aslında devam ettiriyor.

* * *

Peki ne yapabiliriz? Ülkemizde kadınları erkekler kadar hak ve özgürlük sahibi kılmak için elimizden ne gelir? Cevabı çok basit: Yapmamız gereken, kadınlara güçlerini hatırlatmak. Kim olduklarına ayna tutmak. Bu dünyanın varoluşundan bu yana sadece çocuk değil, doğurganlığın verdiği muazzam yaratıcılıkla ve kuvvetle yaşamı onların sürdürdüklerini anımsatmak.

GÜZELLİK GÜÇ SEMBOLÜ

İşte tam da bugün, Dünya Kadınlar Günü’nde kadınlara güçlerini hatırlatmak için belki de en doğru isimlerden biriyle bir araya geliyoruz: L’Oréal Türkiye Ülke Müdürü Sinem Sandıkçı Gökçen’le. Neden mi en doğru isimlerden? Çünkü markanın özdeşleştiği güzellik kavramı, aslında kadınlara güçlerini hissettiren en önemli unsur da ondan. “Kadınlar için güzellik bir detay değil. Onlara özgüven, ilham, kuvvet veren en önemli itici güç” diyor Sinem Hanım. Bu sözüyle hem güzelliğe bakışımızı değiştiriyor, hem de markanın bakışını yansıtıyor. “Zaten böyle olduğu için evvelki sene depremden hemen sonra bölgedeki kadınların kendilerini iyi ve güzel hissetmeleri için tüm markalarımızı oraya yönlendirdik. Çünkü hep söylüyoruz, bizim amacımız kadını güçlendirmek” diyor. Tam da bu anlayışla bu sene L’Oréal Türkiye, sektöre yönelik Ipsos ile birlikte yaptığı araştırmalarını derleyip bir ilke imza attı ve “Ayna Ayna Söyle Bize: Güzellik Pusulası Nedir Ülkemizde?” raporunu yayınladı. Ülkemizdeki güzellik anlayışını ve trendlerini ortaya koyan araştırmanın sonuçları, kadınlar için güzelliğin aslında içsel güçleriyle çok bağlantılı olduğunu kanıtlıyor. “Güzellik anlayışı, özgünlük ve bireyselleşmenin ön planda tutulduğu bir dönüşümden geçiyor. Tüketiciler artık ürünlerin kendi değerleriyle uyumlu ve kimliklerini yansıtan hikâyelerini arıyor” diyor Sinem Sandıkçı Gökçen. “Bu yüzden sadece fiziksel değil, duygusal ve zihinsel iyi oluşu da destekleyen; deneyim odaklı ve ilham veren çözümler sunmayı hedefliyoruz” diye devam ediyor.

* * *

50 yaş üstü kadınlarda ise güzellikle güç kavramları daha da bütünleşiyor. Güzellik Pusulası’na göre; 50+ yaş grubundaki kadınlar -geçmiş yıllara kıyasla- güzelliğin bir bütün olduğuna inanıyor, sağlıklı ve bakımlı kalarak aktif yaşamlarını sürdürmeyi ve güçlerini korumayı hedefliyorlar.

05 Mart 2025, Çarşamba 07:00

Türkiye'de kadın olmak

“Dünyanın hiçbir yerinde, hiçbir milletinde, hiçbir kadın ‘Ben milletimi zafere götürmekte Anadolu kadını kadar hizmet ettim’ diyemez! Belki erkeklerimiz, memleketi istila eden düşmana karşı süngüleriyle düşman karşısında ispât-ı vücut ettiler. Fakat bunu sağlayan; sırtıyla, kağnısıyla, kucağındaki yavrusuyla, yağmur demeyip, kış demeyip cephenin harp malzemesini taşıyan hep o ulvî, o fedakâr, o ilâhî Anadolu kadınlarıdır!” Bu sözleri Mustafa Kemal Atatürk, 21 Mart 1923’te Türk kadınının Milli Mücadele’deki hizmetlerini anlatırken sarf etmiş. Tam da yine 8 Mart Dünya Kadınlar Günü’ne girmek üzereyken, Atatürk’ün bahsettiği düşmanla çatışan, cepheye sırtında mühimmat taşıyan o Türk kadınının hal-i pür melaline bir bakalım.

ŞİDDETLİ ŞİDDET!

Kadınların durumu ülkemizde hiç iç açıcı değil. Son zamanlarda yapılan birçok araştırmaya göre; Türk kadınının en büyük sorunu şiddet. 2. sırada işsizlik, 3. sırada eğitimsizlik geliyor. Aile ve Sosyal Politikalar Bakanlığı verilerine göre, Türkiye genelinde kadınların yüzde 55’i şiddet gördüğünü söylüyor! Bu arada sanıldığı gibi sadece eğitim düzeyi düşük kadınlar değil, eğitim düzeyi yüksek her 10 kadından 3’ü de eşinden şiddet görüyor. Bununla birlikte, kadın cinayetleri de geçen yıla göre artmış durumda. Kadir Has Üniversitesi’nin yaptığı son ‘Toplumsal Cinsiyet ve Kadın Algısı Araştırması’na göre ise, 15 yaşından büyük her 5 kadından 1’i, son 12 ayda fiziksel ve/veya cinsel şiddete maruz kalmış.

FARKINDALIK YÜKSELİYOR

Neyse ki şiddeti büyük bir sorun olarak görenlerin sayısında artış var. Kadınların yüzde 70’i şiddeti ilk sırada belirtirken, erkeklerin de yüzde 63’ü kadınların yaşadığı en büyük sorun olarak 1. sıraya koyuyor. “Erkek, ailenin dirlik düzeni için zaman zaman şiddete başvurabilir” diyenlerde de düzenli ve ciddi bir düşüş söz konusu. ‘Şiddet boşanmak için yeterli bir sebeptir. Aile bütünlüğü veya düzeni için göz ardı edilecek bir unsur değildir’ diyenler de 2016’da yüzde 63 iken, geçen yıl yüzde 77’ye yükselmiş. Ayrıca ‘boşanmış bir kadının iffetinin eski kocasını ilgilendirmediği’ görüşü, tüm eğitim seviyelerinde yüzde 70’in üstünde gözlemleniyor. Çok şükür!

MUHAFAZAKÂR FEMİNİZM

* İşsizlik de çok ciddi bir sorun. Her 4 kadından 3’ü çalışmıyor. Kadınların yüzde 35’i geçmişte çalıştığını, yüzde 46’sı ise hayatında hiç çalışmadığını söylüyor. İş yaşamından ayrılmalarının en önemli sebebi ise evlilik ve ev işi sorumlulukları. Ama diğer yandan, “Kadınların iş hayatına katılımı ülkenin refahı açısından gereklidir” diyenlerde artış var. Kadınların yüzde 84’ü, erkeklerin de yüzde 73’ü bu görüşte.

26 Şubat 2025, Çarşamba 07:00

Hâlâ mı açık büfe ve serpme!

İnsanoğlu olarak çok ciddi bir çöp sorunumuz var. Gökdelenlerle eş oranda yükselen çöp yığınları içinde yaşıyoruz ve bu çöplerle nasıl başa çıkacağımızı bilmiyoruz. Geri dönüştürmeye kalktığımızda da çevreye zarar vermeye devam ediyoruz. Çöpleri yakmak uzmanlara göre ‘yapılabilecek en korkunç şey’. Zira yakılırken havaya muazzam sera gazı salınımına sebep oluyorlar, ki bunlar kanserojen madde içeriyor ve böylelikle küresel ısınmayı daha da artırıyor. Atıklarımız enerji üretim tesislerinde vs. geri dönüştürülse dahi geri dönüşüm sürecinde harcanan enerjiyle ve açığa çıkan zararlı maddelerle doğada ciddi hasara yol açıyorlar. Peki o zaman ne yapacağız?

KAYNAĞINDA ÖNLE

“Atıkların çevreye hiçbir zarar vermemesi için kesinlikle kaynağında önlemeliyiz. Yani atık daha ‘atık’ haline gelmeden değerlendirmeliyiz. Örneğin raflarda kullanma ömrünü tamamlamak üzere olan veya çürümeye yüz tutmuş meyveler gibi, insanın hâlâ tüketebileceği ürünleri kullanmalıyız” diyor ‘Fazla’nın kurucularından Olcay Silahlı. “Marketler her şeyi satamıyor. Restoranların, otellerin, hele ki ‘her şey dahil’ otellerin her gün çok ciddi miktarda gıda fazlası var. İşte biz kurulduğumuz 2016’dan beri tüm bu ürünleri ve gıdayı daha atık haline gelmeden değerlendiriyoruz” diyor. Peki ama nasıl? “Bugün tüm sektörlerin her gün ciddi miktarda atığı oluyor. Ancak şirketlerin bir ‘atık yönetim departmanı’ yok. Yani atıklarla nasıl başa çıkabilecekleri konusunda uzmanlık ve organizasyon eksikliği var. Biz de yurtdışında yaptığımız araştırmalardan sonra Türkiye’de 2016’da dijital, akıllı bir ‘bütünsel atık yönetimi’ kurduk” diyor.

AKILLI TARTI SİSTEMİ

Sistem şöyle işliyor: Restoranlarda otellerde akıllı bir tablet, çöp kutularına entegre oluyor. Çöpe atılan her yemek çeşidi/her ürün bu tabletteki kamera tarafından çekiliyor ve menü üzerinden türü tespit edilip merkeze bildiriliyor. Bu ‘akıllı tartı sistemi’ ile marketlerde de stok sistemine entegre olan Fazla, her gün raf ömrünü tamamlamak üzere olan, çürümeye yüz tutmuş malları sistemde görüyor. Gün sonunda da mobil bir uygulama üzerinden tüketicilere ‘sürpriz kutu ilanı’ adıyla açık çağrı yapılıyor. Mesela hepinizin bildiği bir market zinciri “şu saatler arası gelip, şu kadar indirimle şu ürünleri alabilirsiniz” diye bu uygulamadan çağrı yapıyor. Düşünün ki bugün İspanya’da her gün tam 6 milyon İspanyol bu sistemle karnını doyuruyor.

BAĞIŞLA!

Fazla, 2. seçenek olarak ‘bağış’ yolunu kullanıyor. “Dünyada sıfır karbon ayak iziyle, yani çevreye hiçbir zarar vermeden atıkları değerlendirmenin tek yolu bağış” diyor Olcay Silahlı. Bu yüzden kurdukları ‘gıda bankaları’ üzerinden paketli ürünleri depolara ulaştırıyorlar ya da buralarda pişmiş aş olarak ihtiyaç sahiplerine dağıtıyorlar. 2017’de kurdukları Gıda Kurtarma Derneği ile bugün 68 ilde 204 adet bankadan tam 1.5 milyon kişiye gıda dağıtıyorlar.

23 Şubat 2025, Pazar 07:00

'Ben en sürdürülebilirim' demek artık zor

“Türkiye’nin en sürdürülebilir deterjanı biziz. Türkiye’nin en doğa dostu bankası biziz. Türkiye’nin en çevreci tuvalet kâğıdı biziz.” Hakikaten bıktık. Artık “sürdürülebilir, yeşil, çevreci, doğa dostu” kelimelerini duyamayacak hale geldik. 1’incisi, bu kadar kolay ve bu kadar sık kullanıldığı için. 2’ncisi; ne anlama geldiği, ne demek istedikleri tam olarak belli olmadığı için. 3’üncüsü ve en önemlisi ise neye dayanarak söyledikleri bilinmediği için. Yani halk arası tabirle “dayanaksız attıkları” için! Bu iddialarda bulunmak bu kadar kolay olmamalı. Her şeyden önce bizlerin, yani tüketicilerin yanıltılmasına ve daha kötüsü artık hiçbir iddiaya inanmamasına sebep oluyor. Sonuç olarak bu kelimelerin kullanıldığı her yerden uzaklaşıyoruz, artık duymak bile istemiyoruz. Bir markanın çevreye zarar verip vermediğiyle ilgilenmeyecek hale geliyoruz. O yüzden bu iddialarda bulunanlar farkında olmadan çevreye en çok zarar verenler oluyor aslında.

YEŞİL AKLAMA

Şükür ki bu kadar kolay atıp tutmak artık mümkün olmayacak. Bugüne kadar “sürdürülebilirlik” ile ilgili iddialar konusunda bir kanıtlama ve denetleme merkezi yoktu. Ama bundan böyle var. Bir sivil toplum kuruluşu olan ÇEVKO’nun (Çevre Koruma ve Ambalaj Atıkları Değerlendirme Vakfı); Yıldız Teknik Üniversitesi bünyesinde, Sanayi ve Ticaret Bakanlığı ve İstanbul Kalkınma Ajansı desteğiyle ve de iki uluslararası kurumun (Unilever ve Coca Cola) işbirliğiyle hayata geçirdiği Türkiye’nin ilk Geri Kazanım Test ve Araştırma Merkezi (GETAM), uluslararası standartlara ve akreditasyon kurallarına göre kurulmuş. Üniversitenin laboratuvarında ambalajların / ürünlerin geri dönüştürülebilir olup olmadığı artık testlerle belirlenecek. Bu testlere tabi tutulmayan hiçbir marka artık “ambalajlarımız yüzde 100 geri dönüştürülebilir” diyemeyecek. Ki buna dünyada “yeşil aklama (green washing)” deniyor.

DENETİM VE YAPTIRIM ŞART!

Aslında bundan iki yıl önce Ticaret Bakanlığı ‘Çevreye İlişkin Beyanlar İçeren Reklamlar Hakkında Kılavuz’ yayınlamış. Reklam verenler ve ajanslar için bu tür iddiaların bilimsel olarak kanıtlanabilir nitelikte olması gerektiğini belirten bu kılavuz, elbette önemli. Ancak buna yaptırımlar ve denetim eşlik etmediği için, yeterli caydırıcılıkta değil. “Zamanla resmi otoriteler de dâhil olacak ve bir markanın bu iddialarda bulunabilmesi için akredite olmuş bir kurumdan belge alması gerekecek” diye ekliyor Mete Bey.

YEŞİL ANLAŞMA KRİTERLERİ GELİYOR