Vay halimize. Marmara Denizi’ni salyalar kaplamış, balıklar can çekişiyor. Su ölüyor. Biz ise hâlâ ‘balık yiyebilir miyiz’, ‘acaba denize girsek bir şey olur mu’ derdindeyiz. Kimse de çıkıp demiyor ki ‘balıklar ölüyor, deniz acı içinde kıvranıyor.’ Bir de bir söylem tutturulmuş gidiyor: İşte doğa intikamını alıyor! Yahu ne intikamı? Doğanın derdi bize zulmetmek olabilir mi? Tabiat kendi canının derdinde. Bize bas bas bağırıyor: “Gör beni! Acılar içindeyim! Nefes alamıyorum! Ne olur yardım et!” ‘
AB-I HAYAT’
Ama bizler hâlâ bunu duymaktan çok uzağız. Kendi balığımızın, keyfimizin derdindeyiz. Oysa tarihimizde ‘ab-ı hayat’ denilen su, yaşayan canlı bir organizma. Bunu unutmuşuz. Dünyadaki en küçük canlıdan en büyük canlı varlığa kadar, bütün biyolojik yaşamı ve insanı ayakta tutan şey su. Hem dünyamızın hem kendi bedenimizin yüzde 70’i sudan oluşuyor. Yani bizler suyun ta kendisiyiz. O yüzden su nasıl ise biz de öyleyiz.
KENDİMİZDEN BAŞLAYALIM
Öyleyse tüm dünyanın temeli olan suyun bugün bu durumda olması, bizimle ilgili çok şey söylemiyor mu? Bugün o salyalar içinde olan su mu yoksa bizler mi? Tam da Hz. Mevlana’nın “Dün akıllıydım, dünyayı değiştirmek istedim. Bugün ise bilgeyim, kendimi değiştiriyorum” deyişindeki gibi... Suya bakışımızı yani kendimizi değiştirerek işe başlamalıyız. Ancak o zaman suya hakettiği hürmeti gösterir, onu kirletmekten imtina ederiz.
SUDAN MESAJ VAR
Suyun canlı olduğunu ortaya koyan en güçlü deneyi Japonya’nın milli yazarı Masaru Emoto yapmıştı. Suyun canı olan, bizi duyan, anlayan ve tepki gösteren bir organizma olduğunu ispat etmişti. Suyun bulunduğu kabın üzerine farklı sözcükler yazarak, suyla sesli bir şekilde konuşarak ve müzik dinleterek birçok farklı deney yapmıştı. Sonunda da yapılan her farklı müdahaleyle suyun yapısında bazı değişiklikler oluştuğunu tespit etmişti.
2004’te yayınladığı ‘Suyun Gizli Mesajı’ adlı birkaç ciltlik kitabında bu deneyler ve sonucunda suyun oluşturduğu farklı kristal yapıların fotoğrafları bulunuyor. ‘Ne Biliyoruz Ki’ adlı belgesel filmde de pozitif iletişim kurulan su taneciklerinin diğerlerine göre daha büyüleyici bir kristal görünüme büründüğünü hayretle izliyorsunuz. Tıpkı klasik müzik dinletilen bitkilerin diğerlerine oranla daha hızlı ve güzel büyüyüp geliştiğini ortaya koyan deneylerde olduğu gibi.
ACİL EYLEM GEREKLİ
Peki Marmara’daki müsilaj (deniz salyası) sorununu çözmek için çok mu geç? Ne yapabiliriz? Uzmanlara göre; suyu doğru kullanırsak ve tüketirsek hızla olumlu bir değişim yaratabiliriz. Bunun için ise hem devletin bu konuyu önceliklendirmesi ve tarım-sanayiyatırımlarda suyun sağlığını merkeze alan bir strateji oluşturması gerekiyor. Yani ‘Hadi!’ demesi gerekiyor.
Hem de bizlerin aklımızı başımıza almamız ve suya hakettiği özeni göstermemiz gerekiyor. Telefonda görüştüğüm WWF-Türkiye’nin (Doğal Hayatı Koruma Vakfı) Tatlısu Programı Kıdemli Uzmanı Eren Atak, yapılacak işleri şöyle sıralıyor: Sanayide suyu kirletmeden ve verimli kullanmak, temiz üretim yatırımlarını teşvik etmek, enerji üretiminde açığa çıkan yüksek kimyasal içeren atık suların yüzeysel su kaynaklarına bırakılmasının önüne geçmek, denetimlerde sıfır tolerans yaklaşımı benimsemek, kentlerde dağıtım kayıplarını ve kaçakları önlemek.
EKOSİSTEM BOZULDU
Gıda Mühendisi Dr. Bülent Şık da Bianet’te yazdığı makalede atık sulara özellikle dikkat çekiyor: “1989’dan günümüze uzanan süreçte atık suların derin deşarj yöntemiyle Marmara Denizi’ne boşaltılması sonucu deniz ekosistemi bozuldu” dedikten sonra, balıkçılara da aşırı avlanma sebebiyle görev düştüğünü yazıyor. “Zaten çok ağır zarar görmüş biyolojik çeşitlilik dikkate alınarak, her türlü balıkçılık-avcılık faaliyeti bir süre yasaklanmalı” diyor.
DÜNYA ÇEVRE GÜNÜ
İşte bu dönüşümü başarabilmek için topyekun devletin, belediyelerin, iş dünyasının, akademinin acilen ‘çevre’ konusunu ajandalarının en tepesine koymaları ve harekete geçmeleri gerekiyor. Halkı bilinçlendirmek için seferberlik başlatılması da acil ihtiyaç. Dün Dünya Çevre Günü sebebiyle Cumhurbaşkanı Tayyip Erdoğan da konuşmasında müsilaj sorununa özellikle değindi ve ancak ve ancak belediyelerden üniversitelere-özel sektöre tüm kurumların birlikte çalışarak bu sorunu çözebileceğini söyledi. Bütün ilgili kurumların katkısını alarak bir eylem planı hazırladıklarını da açıkladı. Bu adım çok önemli ancak daha önemlisi hızla hayata geçirilmesi. Zira Marmara Denizi çok geç kaldığımızı bize yakararak bağırıyor. SUYU DUYALIM.