Köleliği destekliyor musunuz? Cevabınız kuvvetle muhtemel ‘hayır’. Peki satın aldığınız o kahveyle ya da tişörtle köleliği beslediğinizi biliyor musunuz? Bilseniz ne yapardınız?
Artık hakikaten uyanmak gerekiyor. Yaptığımız seçimlerle, cebimizden çıkarıp verdiğimiz parayla aslında bir sistemi onaylıyoruz. Destekliyoruz. Ya o tişörtü yapan Bangladeş’te bir günde 10 kuruşa çalışan bir çocuk işçiyse? Ya da giydiğimiz kazağın o yumuşacık yünleri karşılığında bir koyun yara bere, kan revan içinde can çekişiyorsa?
Bunları gözünüzle görseniz, yine aynı kazağı ya da tişörtü alır mıydınız? Bence almazdınız. Bunu yapmayan başka bir markayı tercih ederdiniz. Zaten sorun da burada. Mevcut düzende, aldığımız şeyi üreteni görmüyoruz. Hangi şartlarda onu üretiyor, bilmiyoruz.
O ürünü bize sağlayan hayvanın ne bedeller ödediğinin farkında bile değiliz. Tüm canlılarla ve birbirimizle var olan o bağlar koptu, gitti. Artık bağlanamıyoruz. Öyle olunca da etrafımıza ve diğer canlılara sadece zarar vererek, yakıp yıkarak çılgınca tüketiyoruz.
GERÇEK MALİYET
Bunun sonunda ortaya çıkan da işte ‘gerçek maliyet’ (true cost) oluyor. Ki bu o yün kazağı alırken verdiğiniz para değil. Keşke o kadar olsa. Asıl maliyeti, bedeli ödeyen o koyun. Ya da o tişörtün ‘gerçek maliyetini’ ödeyen siz değilsiniz; o işçi çocuk. Sadece o da değil.
Bir adet tişört için tam 2 bin 700 litre su harcanıyor. Bu, bir insanın 900 günlük su ihtiyacına denk geliyor. Yani bir insanın birkaç yılda ihtiyacı olan su miktarına! Bitmedi. O tişört için kullanılan pamuk tarlaları... Tüm dünyada 1 yılda böcek ilaçlarının yüzde 25’i pamuk tarlalarında kullanılıyor.
Zirai ilaçlarının da yüzde 10’u. Sadece 450 gram pamuk için 150 gram kimyasal gübre harcanıyor. Kısacası artık ‘deri ve kürk giymeyin’ demek yetmiyor. Pamuklu, yünlü kıyafet alırken de diğer canlılara ve havaya, suya, toprağa verdiğimiz muazzam zararın farkına varmak gerekiyor.
YAVAŞ MODA
Peki ne yapmak lazım? 21’inci yüzyılda eskisi gibi her kıyafetimiz için elimize kumaşımızı alıp terziye gidemeyeceğimize ya da köyde yaşamadığımız için o koyunun yününü bizzat biz tıraş etmediğimize göre ne yapabiliriz?
Cevabı basit: O bağı yeniden fark etmeye başlayabiliriz. Tercihlerimizi ona göre yapabiliriz. Bu tüketim zincirinin her halkasını oluşturan bizler; yani üretici, tedarikçi, yatırımcı, tüketici, reklamcı... Hepimiz seçimlerimizi, o bağın bilincinde olarak yapabiliriz. Tekstil ve moda endüstrisinde de işte buna ‘yavaş moda’ (slow fashion) deniyor. Yani kendimizden başka hiç birşeyi düşünmeden, paldır küldür anlık kararlar almak yerine daha uzun vadeli, başkalarını da hesaba katarak seçim yapabiliriz.
UZUN VADEDE HESAPLI
En basit örneği, tişört. Ucuzluk olduğunda belki çok seviniyoruz, heyecanla gidip en ucuz olanı alıyoruz. Oysaki düşündüğünüz gibi bu uzun vadede hesaplı değil. Düşük maliyetli sentetiklerden yapılan o tişört belki sadece 5 kere yıkanmaya dayanırken çevreye daha az zarar veren ve doğada çözülebilen maddelerden yapılan, bu yüzden de daha yüksek maliyetli olan diğer bir tişört yıllarca sağlam kalıyor.
Dolayısıyla uzun vadede çok daha hesaplı. Bununla birlikte doğaya da çok daha az zarar vermiş oluyorsunuz. Zira çok daha az kimyasal ve daha çok geri dönüşümlü materyaller kullanılmış oluyor. Dahası; kuvvetle muhtemel o şirket çocuk işçi de çalıştırmıyor ve adil kazanca daha fazla önem veriyor. Zira sürdürülebilirlik sadece doğaya değil, insanlara da adil davranmaktan geçiyor.
İLHAM VERENLER
Dünyada tamamen bu şekilde üretim yapan birçok şirket var. Türkiye’de bu uluslararası sertifikaya (B-Corp) sahip olan tek tasarım ve tekstil markası ise Reflect Studio. Dünyayı sürdürülebilir kılmayı merkezine alan şirket ya tamamen geri dönüşümlü materyaller kullanıyor ya da atıklardan yeniden ürünler yapıyor (ki buna ‘ileri dönüşüm’ deniyor).
Telefonda konuştuğum Kurucu Ortağı Eray Erdoğan, şirketin çalışanlarına da her yıl kârın yüzde 10’unu dağıttıklarını söylüyor. Çünkü çevreyi, doğayı, diğer canlıları gözeten bir marka; elbette o canlılara dahil olan çalışanlarını da düşünüyor. Tam da bu yüzden Ocak 2016’da Birleşmiş Milletler’in kabul ettiği 17 adet Sürdürülebilir Kalkınma Amaçları arasında eşitsizliğin azaltılması, insana yakışır ekonomik büyüme, sorumlu üretim-tüketim ve açlığa son da yer alıyor.
DOĞAYLA İŞBİRLİĞİ
Doğaya sıfır zarar vermenin yöntemini bulanlar da var. Mesela ‘biyo-materyaller’ yani canlılara zarar vermeden ve hiçbir bitki kullanmadan, tamamen çevre dostu kıyafet üretmek de artık mümkün. Hem de mikro-organizmalardan, yani bakterilerden. Kurduğu Gozen Ensitütüsü (Gozen Institute) çatısı altında Ece Gözen, hiç bitki ve hayvansal ürün kullanmadan, laboratuvar ortamında bakterilerden vegan deri ve bio-plastik üretiyor. Yani bilim, teknoloji, sanat ve tasarımı harmanlayarak ‘bio-tasarım’ yapıyor.
Yaptığı işi “Canlı organizmalarla işbirliği yaparak üretiyorum” diye özetlerken, doğayla işbirliği yaptığını anlatıyor aslında. Kısacası; gördüğünüz gibi başka bir seçim, başka bir dünya mümkün. Yeter ki seçiminizle nasıl bir dünya yarattığınızın farkına varın. Üzerinde yaşamak isteyeceğiniz o dünya için elinizi her cebinize attığınızda tercihinizi ona göre yapın. Artık insan olmanın sorumluluğunu alma vakti.