Zannedildiği gibi artık Türkiye'de seçmen için çevre-iklim konuları bir çiçek böcek meselesi değil. Hatta ve hatta bu mesele, işsizlik-enflasyon kadar önemseniyor toplum nezdinde. Bunu söyleyen ben değilim; İklim Haber ve KONDA tarafından gerçekleştirilen ‘Türkiye’de İklim Değişikliği Algısı ve Enerji Tercihleri 2022’ araştırması. Sonuçlar gerçekten çok çarpıcı. Bir kere; Türkiye’de toplumun iklim krizi konusundaki hassasiyeti Avrupa Birliği (AB) ülkelerinden çok daha fazla. Yüzde 83, iklim değişikliği için endişeli olduğunu söylüyor. Bu oran, 5 yıldır yapılan araştırmalarda çıkan en yüksek endişe düzeyi. Yüzde 33 yani üç kişiden biri ise ‘çok endişeli’. Yine; her üç kişiden biri, parti ve adayların çevre-iklim konusundaki politikalarının oy tercihlerini etkilediğini belirtmiş. Toplumun yüzde 82’si Türkiye’nin iklim kriziyle mücadelede yeterli çaba göstermediğini; her 10 kişiden 9’u da Türkiye’nin en az Avrupa kadar çaba göstermesi gerektiğini söylüyor. Ve belki de en önemlisi, bu oranlar 5 yıldır hızla tırmanıyor. O zaman akıllara gelen soru şu: Madem çevre konusunda bu kadar hassasız ve farkındalık bu kadar yüksek; o zaman neden hâlâ yerlere çöp atılıyor, ağaçlar hunharca kesiliyor, su aşırı derecede tüketiliyor?
ARAMIZDAKİ BAĞI UNUTTUK
Bunun 2 cevabı var: Birincisi; her şeyi ve hepimizi bağlayan o ‘bağ’ı unuttuk. Yani toprağa, havaya, suya zarar verdiğimizde aslında kendimize de zarar verdiğimizi; bizim de topraktan, sudan yaratıldığımızı; doğaya verdiğimiz zararın bizi doğrudan etkilediğini sanki hatırlamıyoruz. Tıpkı balın marketlerdeki kavanozlardan geldiğini sanan çocuklar gibi… Her şeyin kaynağıyla olan bağımızı kaybettik. Mesela yün kazak giydiğimizde o yün için bir koyunun tıraş edilirken telef olduğunu bilmiyor veya umursamıyoruz. Aynı şekilde hunharca tüketirken sarf ettiğimiz suyun, enerjinin farkında değiliz. Örneğin bir tişört alırken, onun üretiminde tam 2 bin 700 litre su harcandığıyla ilgilenmiyoruz. Ki bu, bir insanın 900 günlük su ihtiyacına denk geliyor. Bu umursamazlığın sebebi de; o tişörte bakarken aynı zamanda kullanılan suyu görmememiz. O suyla dünyada kaç kişinin susuzluğunu gidereceğini de umursamıyoruz. Kısacası; tüm canlılarla ve birbirimizle var olan bağlar koptu, gitti. Artık bağlanamıyoruz. Öyle olunca da etrafımıza ve diğer canlılara sadece zarar verip, yakıp yıkarak çılgınca tüketiyoruz.
BİREYSEL SORUMLULUK
İklim konusundaki hassasiyete rağmen insanların alışkanlıklarını ve eylemlerini değiştirmemelerinin ikinci sebebi ise bireysel sorumluluk almamaları. Mesela müsilajı gördüğünde insanlar kendileriyle, kendi eylemleriyle bağlantı kurmuyorlar. “Koskoca fabrikalar dururken, devlet varken, bana mı kaldı? Tüm yükü ben mi üzerime alacağım?’ düşüncesi hakim. ‘Bana gelene kadar şirketler, siyasiler birşey yapsın’ diyorlar” diyor telefonda konuştuğum Dr. Barış Doğru. İklim Haber ve EKO IQ dergisinin Yayın Yönetmeni olan Barış Bey, buna mukabil iklim krizinin altında yatan en büyük sebep olarak yüzde 78’in ‘insan faaliyeti’ni gördüğünü belirterek, sıkıntının bireyin kendisiyle bu durum arasında bağlantı kurmaması olduğunu vurguluyor. İklim krizi gerçeğini reddeden ‘iklim inkârcılığı’ trendinin de Türkiye’de yüzde 2’lik oranla dünya üzerinde en ileri seviyede olduğunun altını çiziyor.
‘YEŞİL ALANLAR GENİŞLETİLSİN’
İklim krizine çözüm olarak ise en çok (yüzde 89) “yeşil alanların genişletilmesi” görülüyor. “Yeşil tahribat” da zaten yüzde 65 ile en çok rahatsızlık duyulan konu. 2’nci sebep olarak ise ulaşım kaynaklı karbondioksit salınımı, 3’üncü olarak da binalarda enerji verimliliği (izolasyon, ısı yalıtımı vs.) yer alıyor. Nükleer santral karşıtlığı da yüzde 77’lik bir oranla “tercih edilmeyen şeyler” arasında 1’inci sırada. Ayrıca; yüzde 76 “daha fazla kömür madeni açılmamalı” derken, “kömür yerine çevreye daha az zarar veren enerji kaynaklarını tercih etmek gerekir” diyenlerin oranı son bir yılda yüzde 66’dan yüzde 79’a çıkmış.
DAHA ÇOK İŞ DÜŞÜYOR
Barış Doğru, “Belli ki Türkiye’de toplumun gerçek gündemiyle siyasetçilerin gündemi arasında uyumsuzluk, uçurum var. Siyasiler bu konuda çok yavaş davranıyor ve toplumun isteklerine karşılık vermiyor. Ülkenin aydınları, kanaat önderleri de yeterince bilgili ve yeniliğe açık değiller. Meseleyi gerektiği kadar ciddiye de almıyorlar” açıklamasında bulunuyor. Ki zaten araştırmada toplumun yüzde 39’u Türkiye’nin iklim kriziyle mücadelede hiç çaba göstermediğini, yüzde 43 de bir çaba gösterdiğini ama yeterli olmadığını düşünüyor. Dolayısıyla Barış Doğru, siyasi partilerin meseleyi dert edinmeleri, sahiplenmeleri gerektiğini söylüyor. Bireylerin sorumluluk almaları için sivil topluma da çok iş düştüğünü düşünüyor. “Mevcut düzende bizler hoyratça tüketmeye devam ederken çocuklarımızın suyunu, havasını çaldığımızı fark etmezsek çözüm olmaz” diyerek sözlerini bitiriyor. Bunu fark etmemiz için de başta bahsettiğim o ‘bağ’ı yeniden hatırlamamız gerekiyor.