Bugün çocukları ve gençleri anlamak için çok daha fazla çabalamak zorundayız. Hepsinin hayatı son yıllarda ama özellikle pandemiden beri çok değişti. Korona döneminde zaten 2 yıl sokağa çıkamadılar, evlerinden derse katılmak zorunda kaldılar. Okuldan soğudular. Sosyallikten uzaklaştılar. Öğrenmeyi, okumayı-yazmayı, kitabı bilgisayarla özdeşleştirdiler. Dijitalleştiler. Sonrasında her ne kadar tekrar fiziksel eğitime geri dönülmüş olsa da, hem çocuklar-gençler o travmayı ve bıraktığı izleri hâlâ taşıyorlar, hem de dijitalleşme artık hayatlarına tamamen hükmediyor. Dahası; Twitter, Snapchat, TikTok, Instagram’ın kısa metin-kısa video politikaları nedeniyle uzun video ve uzun yazılara tahammül düzeyinde muazzam bir düşüş var. Microsoft’un yaptığı yeni bir araştırmaya göre, ortalama dikkat süresi 8 saniyeye kadar düşmüş durumda. Peki bu kadar kısa sürede bu kadar kökten değişen çocuklara-gençlere biz nasıl karşılık veriyoruz? Cevabı basit: Hiçbir karşılık vermiyoruz. 20’inci yüzyılda okul nasılsa, öğretmenler nasılsa, müfredat nasılsa, aynen sürdürüyoruz. Oysaki yepyeni bir yerdeyiz. İşte tam da bu yeni yere göre okulları, eğitim sistemini, öğretmenleri değiştirmemiz gerekiyor. Hem de acilen. Yoksa ne mi olur? Eğitimden uzaklaşmış, kitap okumamış, konuşma becerisi zayıf, iş hayatında tutunamayan, hayatta kaybolmuş nesiller...
HİBRİTLEŞMELİYİZ
Uzmanlara göre; daha önce hiç olmadığı kadar çok kekemelik çeken, konuşmakta zorlanan, okuduğunu anlamayan çocuk var bugün. Sebebi de yukarıda saydığım sebepler. Tam da bu yüzden acilen okullarda birçok değişiklik şart. Her şeyden önce; bu kadar dijitalleşmiş ve ‘demek ki uzaktan da öğrenebiliyorum’ diyen bir nesil için hibrit sisteme geçilmesi gerek. Ki tüm dünyada da zaten melez sistemler uygulanmaya başlandı. Yani bazı derslere fiziksel, bazılarına online katılım mümkün olabilmeli. Yoksa şu an zaten çok artmış olan açıköğretim ve okuldan ayrılma eğilimi çok daha hızlı yayılabilir. Dolayısıyla Milli Eğitim Bakanlığı’nın eğitimde ve kurumsal kültürümüzde esneklikler yapması elzem. Aksi takdirde ‘öğrenmesiz okullaşma’ (schooling without learning) dediğimiz durum hakim olacak.
FARKLILAŞALIM
Her çocuğun yaradılışına göre farklı yöntemler uygulanması da bir başka yaşamsal konu. Tabii ki müfredat standart ama sınıfta her çocuğa her konuda aynı yöntemin uygulanması yanlış. Biri resim çizerek kendini daha iyi ifade ederken, diğeri kompozisyon yazarak belki ödevini yapmalı. “Bir sınıfta 4-5 tipoloji olur genelde. İşte her tip çocuğun fıtratına göre farklılaşma uygulanmalı. Her çocuğu öğrenme kulübüne çekebilmeniz için bu olmazsa olmaz” diyor eğitimci, Enstitü Sosyal’in Genel Koordinatörü İpek Coşkun. Verilen ödevlerin de mutlaka hayatla ilişkilendirilmesi, pratik bilgilerle tamamlanması gerektiğini vurguluyor. Ancak hayatta ‘geri bildirim’ ödevleriyle (follow-up) o bilginin pekiştirilip, hafızada yer edebileceğini söylüyor. “Bir de derinleşme konusu önemli. Yani bir konuya dair illa 10 ünite okutulmasın, ama okutulan 5 ünitede derine inilsin. Yani nicelik değil nitelik öne çıkarılsın” diyor.
MASALLAR ZİHNİ AÇIYOR
Özellikle sınıf öğretmenlerine her zamankinden çok daha fazla iş düşüyor bugün. Şu an öğrenme ve dil becerilerinde gerilik yaşayan ve okuldan soğumuş olan çocukların gençlerin okulla yeniden barışabilmesi için, öğretmenlerin her zamankinden çok inisiyatif kullanması gerekiyor. “Bir kere sürekli ekrana bakmaktan, çocukların hayal gücü son derece zayıfladı. Önlerine sürekli hazır görseller geldiği için, sınırlı düşünmeye ve konuşmaya başladılar. Bu yüzden masal kültürünün yeniden canlanması şart” diyor İpek Coşkun. Masalların kelime sayısını ve (dinlerken hafızada resmedildiği için) hayal gücünü artırdığını söylüyor. Okullarda düzenli masal saatleri yapılması gerektiğini vurguluyor. Düzenli okuma saatleri de eklenmeli bu programa elbette.
SINIF ÖĞRETMENLERİ İÇİN DÜZENLEME
Kısacası eğitim müfredatla sınırlı kalmamalı. ‘Tam öğrenme’ (yani çocuğun yaşına ve sınıfına uygun müfredatı kazanması) olabilmesi için, sınıf öğretmenlerinin şu anda rolü çok büyük. Ancak bu rolü oynayabilmeleri için kültürel sermayelerinin çok olması lazım. “Önemli olan çocuğun öğrenme isteğini, okul motivasyonunu canlı tutmak, Verda Hanım. Okulların canlı kalabilmesi, eğitimin sürdürülebilir olmasının tek yolu bu. O yüzden sınıf öğretmenleri bir beyin cerrahı kadar önem görmeli ve ona göre yetiştirilmeli. Bugün geleceğimiz için belki de en kritik meslek bu. Sistemdeki konumları yani sosyal şartları, maaşları vs. de ona göre acilen revize edilmeli. Buna göre bir ücret politikası oluşturulmalı” diyerek önemli bir uyarıda bulunuyor İpek Hanım.
EĞİTİM CANLIDIR
Bir önceki yazımda da okullarda girişimcilik ruhunun aşılanmasından bahsetmiştim. Eğitimi salt derslerden, ödevlerden ve sınavlardan ibaret görmek bizi hızla geriye götürür, götürüyor. Onu canlı, yaşayan bir sistem olarak görmeliyiz ve parçası olan gençlerin ruhuna - değişimine göre onu da değiştirmeli yani canlı tutmalıyız. Sanıyorum işin sırrı bu.