Yazgülü AldoğanAKP'den eğitimde imam hatip rövanşı

HABERİ PAYLAŞ

AKP'den eğitimde imam hatip rövanşı

Haberin Devamı

Yeni eğitim yılına damgasını vuran özellik, 28 Şubat kararlarının rövanşının alınması. O dönem, İHL’lerin orta bölümlerini kapatan karara karşılık, şimdi, sadece orta bölümleri değil, yüzlerce yeni İHL açıldı bütün yurtta, normal liselerin bir kısmı da İHL’ye dönüştürüldü. O okulların öğrencileri açıkta kaldı, istemeseler de İHL’ye gitmek zorunda bırakılıyorlar. Müfredattan Atatürk ilkeleri çıkarıldı, yerine Hz. Muhammed’in hayatı ve din dersleri konuldu.

Uzun lafın kısasını, hedefi Başbakan kendi koydu: dindar bir nesil yetiştirilecek! Çocuğunuzu devletin istediği gibi yetiştirmesinden koruyabilir misiniz? Büyük maddi olanaklarınız yoksa zor. Olanlar yurt dışı ve özel okulu seçiyor, buna devletin büyükleri de dahil! Başbakan yeni eğitim yılı açılışını özellikle seçtiği Denizli İHL’de yaptı.

Kendisi de, çocukları da İHL mezunu, bu okullara sempati duyması doğal; “Ne zararını gördünüz imam hatip mezunlarının?” derken sesi titriyordu! Kendi tercihlerini bütün ülkeye benimsetmek istemek ne kadar demokrat bir tutum? Bülent Ecevit de, Robert College mezunuydu, ama hiçbir eğitim yılını kolejde açmadı. 28 Şubat’ta İHL’lerin önü kesilirken hata yapıldıysa şimdi camilerde, okullarda İHL propagandası yapılması, hatta başka okul olmadığı için çocukların İHL’lere gitme durumunda kalması ne kadar doğru?

[[HAFTAYA]]

Düz liselerde bir başka tür imam hatip eğitimi verilecek. Seçimlik ders adı altında sunulan derslerde on kişilik istek yok, hocası yok, diye bütün öğrencilere Kuran okutulacak. Başbakan bu eleştirilere “Herkes kendi işine baksın” diye azarlayarak yanıt veriyor. Bu azardan kadınlar daha çok pay alıyor sanki. Ülkenin yönetimi devletin yani hükümetin işi ya, bize boyun eğmek kalıyor. Tamam senin yüzde elli oyun var, ama demokrasi azınlığın da söz hakkı değil miydi? Üstelik de yüzde ellilik bir azınlığın!

Bu ne kalabalık casusluk?


İstanbul’daki balon çıktı, bir de İzmir’de açtılar casusluk davası! Öyle berbat bir senaryo ki, hiçbir yayın evi basmaz, taslak diye götürsen. Ama daha ortada iddianame yokken sanık sayısı 280’i buldu. 56’sı en üst düzey muvazzaf subay, tutuklu! En son Deniz Kuvvetlerinin kurmay başkanını aldılar içeri, ki başkası kalmadığı için geleceğin deniz kuvvetleri komutanı gözüyle bakılıyordu. Sokaktan birini çevirip sorsanız kurmay başkanı 300 kişiyle birlikte casusluk yapmış diye inanmaz!

Ama emekli genelkurmay başkanına terörist diyen savcılar, bunlara da casus diyor! Bu kadar kalabalık kadroyla casusluk yapılmaz, olsa olsa miting yapılır diyorum, tabii herkes biliyor da deliller dijital, ipe sapa gelmez iddialarla, biraz özensiz hazırlanmış, daha doğrusu tam hazırlanamamış bir tasfiye operasyonu daha. İstanbul’daki de böyleydi ve sonunda örgüt filan bulamadık deyip vazgeçtiler ama olmayan örgütün üyelerine ceza yağdırmaktan geri kalmadılar.

İzmir'deki casusluk davası sanıkları Buca’da yatıyor ve bırakıp geldikleri komuta kademesindeki görevlerine mi yansınlar, uğradıkları iftiraya mı, bu komplodan nasıl kurtulacaklarını mı düşünsünler kahroluyor, avukatlarıyla telefon konuşması bile yapamıyorlarmış. Bu tasfiye işi başladığından beri en çok denizcilerin üzerine gittiler, askeri okul öğrencilerine i.ne dediler, genç teğmenleri komutanlarına suikast hazırlamakla suçladılar, komutanları casus diye karaladılar! Geriye daha yüz kızartıcı suç kalmadı ama zaten asker de kalmadı!

Balyoz’da sona doğru

Muvazzafları emekli edip bir de Silivri’ye attılar ya, Balyoz sanıkları, ölümü görüp sıtmaya razı olma durumuna geldi: kariyerleri bitti, sağlıkları gitti, aileleri perişan. Gerçekleşmemiş darbenin, haberleri bile olmadan dahil edildikleri listelerin, sahteliği kanıtlanmış dijital delillerin, hiç biri kabul edilmemiş taleplerin içinde boğuluyor, artık sadece özgürlüklerini istiyorlar. Aytaç Yalman’ın tanıklığı da reddedildiğine göre bu davada kararlar çoktan verildi mi? Cumaya göreceğiz.

Sakık’a çifte acı


Allah kimseye evlat acısı vermesin. Sırrı Sakık’ın oğlunun öldüğünü, hele babanın engel olamadan intihar ettiğini duyunca çok üzüldüm. Sedar Sakık, Kültür Üniversitesi’nde bir dönem öğrencim de olmuştu. Derse sadece telefonu ve araba anahtarıyla geldiği için dikkatimi çekmişti. Hangimiz evlatlarımızı istediğimiz gibi yetiştirebiliyoruz, ellerimizin arasından uçup gidiyorlar; ne kadar yönlendirmek istesek boş, birey olarak çizdikleri yola gidiyorlar.

Sedar da giderken “Seni çok üzdüm baba” deyip gitmiş, pişmanlığını belli etmiş. Keşke kalsaydı, keşke babaya evlat acısını tattırmasaydı. Arkasından Sırrı Sakık’a yapılanı ise kimsenin hoş görmesine imkan yok. İnsan olan yapmaz, ne yazık ki insanlığımızı sorguladığımız bir dönemden geçiyoruz, her anlamda!

Meğer biz Polo seviyormuşuz!

Polo deyince aklınıza at ve süvariyle yapılan bir spor mu geliyor, yoksa şimdilerde yakasını kaldırıp giydiğiniz o spor kıyafet mi? İkincisinin olduğu kuvvetle muhtemel de, bu polo kıyafetleri üreten Aydınlı firmasının aklına kimi ülkelerde pek yaygın olan bu sporu İstanbullulara bir gösterelim fikri gelince ortalık karıştı. Atlar, sporcular ve hakem yurt dışından geldi. Atlı Spor Klübü buna göre hazırlandı. Kimse ilgilenmez sanırdım, konkurları üç beş kişi izlemişliğimiz var. Ama o da ne, kalabalıktan trafik kilitlenmiş, otopark dolmuş, bir buçuk saat yol tepip gelmişim cumartesi gecesi, neredeyse geri dönmek zorunda kalacağım, neyse bağır çağır, girdik. Ooo, tribünler de dolu. Maç başlamış.

Üçer kişilik iki takım bir küçük topu ellerindeki sopalarla iterek kaleye vurmaya çalışıyor, bir tür gol atıyor, arada bir atlar da bir çifte atıyor topa! Bizim seyirci havaya girmiş, hayatında ilk kez gördüğü sporu, “ama yavrum, o top kaçar mı”, geyiğiyle izliyor! Ben at severim, pek de güzeller, iyi oynuyor, koşuyorlar. Bu haliyle futboldan kolay, at gibi değil, at sırtında koşuyorsun hiç olmazsa. Tabii düz yolda atın üzerinde durmak ne demek bilirim, bir de elinde sopa topa vuracaksın, kolay değil. Bizim cirit kadar vahşi hiç değil. Ben sevdim, oynanırsa giderim!

Sıradaki haber yükleniyor...
holder