Bir erkek politikacı kürtaja karşı çıkıp yasaklayacağım dediği zaman kadın olarak alınıyoruz. Gururumuz kırılıyor, inciniyoruz. Kürtaj, erkek politikacıları değil, hatta erkekleri değil, sadece o durumu yaşayan kadını ilgilendiren bir konu. Kadının kendi bedeni, kendi geleceği, kendi bugünü ve kendi kararı. Ve bir erkeğin bunu bir kadına yasaklamadan önce kadının o kararı nasıl verdiğini bilmesi, anlaması kolay değil.
Yani mesele yasaklamakla çözülecek bir durum değil. Sanmayın ki kadın kürtaja güle oynaya gider. Sanmayın ki o masadan güle oynaya kalkar. Sanmayın ki yaşadığı travmayı kolay unutur. Kürtaj ya tıbbi zorunluluktan yapılır; ki bunun süresi var, bebek belli bir aya gelince rahimden sıvı alınıyor, kontrol ediliyor ve sağlıksızsa müdahale ediliyor; ya da kadının o günkü koşullarında istenmeyen bir gebeliktir ve devamı çok daha risklidir. O zaman da farkına varılır varılmaz sonlandırılır. Tabii ki doğumu önleme için tercih edilen bir yöntem olmamalı.
[[HAFTAYA]]
Madem öyle erkek korunsun
Ama bunun tek suçlusu kadın değil, hatta suçlusu erkek! Kadın o çocuğu tek başına yapmıyor. İstenmeyen hamilelikse erkek niye korunmuyor? Ve cehalet. Haydar Dümen’e gelen mektuplara bakın. Toplumun yarısı nasıl hamile kalındığını ve nasıl kalınmayacağını bile bilmiyor! Yasaklarım demek çok kolay. Kaçağı nasıl önleyeceksin? Ölümleri, kanamaları? Ha bir de, vatandaşlık için ABD’de yaptırılan doğumlar için ne düşünüyorsunuz acaba?
Bize özel başkanlık sistemi
Başbakan, başkanlık sistemine çoktan geçti, hatta aştı! Parlamenter sistemde yasaları hükümet hazırlar ama meclis yapar. Şimdiki uygulamada Başbakan halka açık bir parti toplantısında yapılmasını istediği yasayı direktif olarak ilgili bakana duyuruyor; o da gerekli hazırlıklara başlıyor! Kürtajı yasaklama yasası gündemimize böyle düşüverdi.
Başbakan, ben karşıyım dedi ya. Gerisi gereksiz bir çaba. Yasa hazırlanıyor! 3. köprünün yerini de böyle belirlemişti. TBMM Başkanı’nın girişimi ve diğer partilerin günlerce toplanıp anlaşmasıyla bulunan tutuklu milletvekillerini çıkarma formülü de böyle suya düştü: Başbakan “Ben istemiyorum” dedi; olay kapandı. Deniz Feneri diyor, dava uyutuluyor. 28 Şubat diyor, dava açılıyor. Yani sadece meclis değil, yargı, belediyeler, ağzına bakıyor. En son karıştığı örgütlenme, aile: çocuk yapın; yapılmışları aldırmayın; hatta sezaryenle doğurmayın. Bugüne kadar “muhafazakar demokrat” olarak sunulan kimliğin örtüsü düştü, bu dindar otoriterliktir. Hangi başkanlık sisteminde hangi başkanın bu kadar yetkisi var?
Niye her yerden görünmeli?
Başbakan, kürtajdan sonraki bombasını patlattı; Çamlıca’ya her yerden görünecek büyüklük ve azamette bir camii. İslamiyette camiler, şatafat ve görkemden uzaktır. Büyük ve süslü değildir. Gezdiğim gördüğüm kadarıyla İslam alemi içinde en görkemli camiler Türkiye’de. Hele Mimar Sinan’ın camileri birer mimari şaheser.
İstese ötekiler de yapar, gösterişli camileri, ne ki her yerden görünen, azametli, mimari eser niteliğindeki dini yapılar daha çok Katolik inancında var. Gotik kiliselerin içi ayrı süslü, dışı ayrı! Paris’teki Notre Dame kilisesi bunun uç örneklerinden. Barselona’daki Fransız Mimar Gaudi’nin hayatını adadığı, bitmeyen kilise olarak ünlenen, üzerinde binlerce heykel olan kilisesi de. Ama İslam dininde böylesi yok. Çamlıca’ya bir cami dikelim, gören de görsün, görmeyen de, zihniyetinin altındaki fikri anlamak da bunun için zor.
Denizle şaka olmuyor
Son günlerin iki deniz kazası yürek yaktı. Sahile yanaşmış feribottan çıkıp denize düşen ailenin ölümüne yanarken davete katıldığı Sedef Adası’ndan ayrılıp Büyükada açıklarında alabora olan teknedeki Alanyalı iş adamı Mustafa Söylemez’i sanki ölüm çağırmıştı İstanbul’a! Gece, kabarmış denizde, o kadar küçük tekne ve muhtemelen Marmara Denizi’ni iyi bilmeyen bir kaptanla çıkılan yolculuk acı bitti. Devrilen teknede Söylemez hayatını kaybetti. Denizle şaka olmuyor, bir karış suda, ya da karanın yanında bile can alıyor! Allah gani gani rahmet eylesin.
31 Mayıs 2012, Perşembe 05:00
Haberin Devamı