AKP; İŞID’ı nasıl bile bile yarattıysa içeride de bile bile ve isteyerek, canhıraş bir biçimde “islamcı” bir gençlik yaratma telaşı içinde. Bunu kendisine oy verecek seçmen bulmak için yaptığı da bir gerçek ama sanki onun da ötesinde, bir Türk-İslam Cumhuriyeti emeli var kafalarında. Düz liseleri kaldırdılar ve kontenjanı sınırlı Anadolu Lisesi’ni kazanamayan ergenler, çıkarı yok, ağlasa da, bağırsa da, özel okula gidecek paraları yoksa, imam hatiplere gidecek.
[[HAFTAYA]]
Türkiye’nin her yanından her gün bir mahallenin lisesinin civarından tepkiler yağıyor. İstanbul Hasköy’deki Güner Akın Anadolu Sağlık Meslek Lisesi’nin başına gelen de bu; hemen yakında üstelik de yüzme havuzlu bir imam hatip lisesi olmasına rağmen burasının da kapatılıp imam hatip yapılması gündemde. Sağlıkçıya ne gerek var, dini bütün olsun yeter zihniyeti! Ya bu okullara sınavla girmiş öğrencilerin müktesep hakları? Ya öğrencinin ille de dini öğretim almak isteyip istememesi? Ben de sanki memlekette huk hukuk adalet kalmış gibi neler soruyorum değil mi! IŞİD gelmiş kapıya, bundan sonra imam hatipe gitmek bile lüks olabilir!
Kış Uykusu izlettirmekle kalmayıp hayran bırakıyor
Baştan söyleyeyim: Fanatik bir Nuri Bilge Ceylan izleyicisi değilim. Ceylan sinemasına uzak durmamın nedeni onun yönetmenliği değil, ana tema olarak ‘kasaba sıkıntısını’ işlemesi! Ve bunu çok ustaca yaptığı için o sıkıntının üzerinize bir karabasan gibi çökmesi! Kış Uykusu’nda ise kasaba sıkıntısından çok, yolunu kaybetmiş kişilerin iç sıkıntıları çöküyor üzerinize; kendi kendileriyle yüzleşmeleri. Yönetmenin acımasızca ipe çektiği, kibirli, bencil, rantiye sahte “Aydın” tiplemesi, emekli bir tiyatrocu olduğu için sanatçıya da vuruyor aslında. Boşanıp ağabeyin yanına sığınmış kızkardeş, didiklemek için daha anlaşılabilir bir karakter ama ya genç eş? O orada ne arıyor, kocasını niye sevmiş, sonra niye sevmemiş, bunalıyorsa niye gitmiyor? Kasabalılar ise daha gerçekçi: Uzlaşmacı imam (Serhat Kılıç) ve öfkeli işçi kardeşi (Nejat İşler), onun daha da öfkeli küçük oğlu; hele Aydın’ın işlerini yürüten kahyası Hidayet (Ayberk Pekcan). Karakterler ustaca çizilmiş fakat asıl oyunculuklar müthiş, Haluk Bilginer’e Cannes’da ödül vermemekle ayıp etmişler, bundan sonra başka festivallerde alacaktır. Asıl küçük roller, en büyük oynanmış! Nejat İşler, Ayberk Pekcan, Serhat Kılıç, herkes döktürüyor. Demek ki yönetmen çok iyi. Nuri Bilge Ceylan’ın işe fotoğrafla başladığını düşünürsek, Kapadokya’dan kötü görüntü alması imkansız ama Gökhan Tiryaki’ye de bir alkış gerek. Hele kar altında, görüntüler kartpostal şiirselliğinde. Ve fakat, iç mekanların çokluğunu düşünürsek, ışık kullanımı, soba ateşinin yansımaları ne kadar etkileyici. Zaten filmi kartpostallar eşliğinde bir Rus romanı okuyormuşcasına izleyebilirsiniz. Aksiyon yok denecek kadar az. Sadece konuşuyorlar! O kadar iyi oynamasalar sıkıntıdan bayılabilirsiniz, ama dinletiyorlar. Oysa Ceylan, beni neredeyse ağlatan yılkı atının yakalanması, tavşanın vurulması gibi sahnelerde de çok başarılıysa niye ille de diyaloglarla götürür ki sinemasını? Gerisini keşfetmek size kalsın. Seyretmesi kolay değil ama Kış Uykusu bu özveriyi kesinlikle hak ediyor.