İstatistiklere “Boğaz Köprüsü’nden atlayarak intihar eden ilk yabancı kişi” olarak geçti. İki İtalyan’ın yarım kalmış aşkına İstanbul tanıklık etti, Boğaz Köprüsü’nde ise final yaşandı. Aşıkların, kahrından bir şişe kırmızı şarap ve bir küçük sandalla denize açıldığı İstanbul İstanbul olalı böyle ne aşklar gördü ama böyle bir finale ilk kez yataklık etti. İkinci Boğaz Köprüsü’nden atlayarak intihar eden ilk yabancı, Guilia Albini, sıradan bir istatistik olmanın ötesinde, aşık ve terk edilmiş bir kadın.
[[HAFTAYA]]
Terk edilen aşık bir kadının yaşadığı travma ve acıyı bir erkeğin anlaması çok zor. Onun için ertesi gün ifadesine başvurulduğunda voleybol antrenörü olan eski sevgili “Ona karıma döndüğümü, aşkımızın bittiğini söyledim” diyor. Bu kadar basit: Bitti. Bittiyse niye son buluşma gözlerden uzak bir otel odasında? Bir akşam yemeğinde söylenebilecek bir “bitti”nin yanında bir gecelik sevişme, ayrılık hediyesi mi? Guilia, yasak aşkını herkesten saklamış. Onu değil, onun yaşadığı şehri, İstanbul’u sevdiğini söylemiş hep. İstanbul’a ise onu görmeye gelmiş, aşk yaşamaya. Boğaz kıyısında değil de kuytu köşe bir otelin gözden uzak lokantasında yenen bir yemek ve ardından verilen tasdikname: Bitti!
Hiç kimse için değmez!
Aralarında ne geçti, ne konuştular, asla bilemeyeceğiz. Genç kadın terk edilmiş, öteki kadına ve aile değerlerine yenilmiş, gönderilmiş. Nereye? Yeni bir hayata yelken açmak yerine ölüme gidecek kadar gözükara! Gitmek kolay bir karar değil. Kardeşe atılan son mesaj, köprüde durdurulan araç ve kendini aşağı bırakma.. Terk edene verilmiş en büyük ceza, kara intikam! Değmezdi be Guilia! Hiç kimse için değmez. Keşke Boğaz’a karşı bir şişe Yakut’la şarkılar söyleyip ağlasaydın, küfretseydin ve aşsaydın acını. Keşke o son geceyi böyle yaşamasaydın. Keşke, değmeyen biri uğruna ölümü değil, değecek aşklar için yaşamı seçseydin. Keşke. Keşke...
TBMM Başkanı ne yapar?
Tek parti iktidarında TBMM Başkanı’nın da işlevi kalmadı. Oysa bakın protokoldeki yerine; başbakandan önce gelir! Seçimi bile sorun olurdu eskiden. AKP iktidarında Başbakan’ın memuru sanki. Bundan öncekileri herkesin içinde azarlıyordu Başbakan. Cemil Çiçek henüz azar işitmedi ama hiçbir işlevi olmadığını da itiraf etti. Tutuklu milletvekilleri için yaptığı girişimler Başbakan’ın olumsuz tutumuna takılan Çiçek “Ne yapayım? Meclis’in önünde açlık grevi mi yapayım?” dediğine göre araç plakasının numarasını da değiştirmeli!
Demokrasi tarih oldu ama suç var
Kadının başını hallettik, k...yla uğraşıyoruz! Memleketin bütün sorunları bitti çünkü. Geçtim ayrılıkçı etnik terörü, patlamayı, baskını, mayını... Şehir terörü olan biber gazımız var nurtopu gibi... Gözüne, burnuna sıkıyorlar. Kazara astımın, kalbin, alerjin filan varsa mevta! Ve en çok ne içimi acıtıyor biliyor musunuz? Pıs pıs konuşuyoruz sağda solda. Sesimiz çıkamıyor çünkü, tırstık. “Yetmez ama evet”çiler bile “Yahu askere kızıyoruz diye destek verdik, bunların da bir içerde elektrik vermediği kaldı” diyerek sızlanıyorlar.
Soralım bakalım Mustafa Balbay’a, Tuncay Özkan’a: İki ay elektrik yiyip yatıp çıkmayı mı tercih ederlerdi, şimdiki gibi hücrede ne olacağını bilmeden yıllarca yatmayı mı? Zindana atılıp unutulmak en acısı! Ahmet Hakan’ın Adalet Bakanı’yla yaptığı Silivri teftişi sonrası eleştirilerden vicdanı acımış olmalı ki, önce duruşmayı izlemiş, sonra Soner Yalçın’ı ziyaret etmiş. Silivri’ye her gittiğimde benim de içimi acıtan duruma dikkat çekiyor:
“Sağımda bir muhabir, solumda bir muhabir... Gazeteciler yok.” Evet yok, çünkü Silivri, İstanbul’dan 100 küsur kilometre uzakta, sık gidilemiyor. Gidilse de her gün yazılabilecek mi sanki? Boynumuzda tasma yok çok şükür, hiçbir zaman olmadı, olmayacak. Ama bileğimizde pranga var. Onu kimin taktığını merak ediyorsa Başbakan aynaya bakmalı. Vadedilen ileri demokrasi bu muydu?