Türkiye’nin dört bir yanından akın ediyorlar! Faya yolculuk yapan gezgin anlattı: Yüzlerce yıllık hikayeler gerçek oldu
Anadolu’nun çeşitli yerlerindeki fay hatlarını incelemek için keşfe çıkan Gezgin Emrah Özkök, bölgede karşılaşacaklarından habersizdi. Özkök, “Deprem bir gazap mı yoksa bir nimet mi?” sorusunun cevabını bulmak için faya yolculuk yapmaya karar verdi.
Elif Bayram / Posta.com.tr - Gençlere depremi ve fay hatlarının yaşamı nasıl etkilediğini anlatmak için yollara düşen Gezgin Emrah Özkök, bu yolculukta fay hattında yaşamayı başaran insanlarla tanıştı. Bu insanların yaşadığı hikayeleri dinledikçe, 400-500 yıl öncesinden günümüze gelen anlatıların, fayın izlerini takip ettiğini anladı. Özkök, depremden yaylacılık sayesinde kurtulan insanları gördükçe bu keşfi daha da derinleştirdi. Anadolu’da faylarla iç içe yaşayan köyleri inceledi. Özkök, “Faya yolculuk, bu hikayelere ulaşmak fay hattının geçtiği bölgelerde yaşayan insanların zihninde, toprağın teninde fayın karşılığını aramaktır” diyerek faya yolculuğun ayrıntılarını anlattı.
“FAY HATLARINI KENDİMİZE REHBER EDİP, YOLLARA DÜŞTÜK”
‘Faya Yolculuk’ ismini verdiği keşif seyahatinin nasıl başladığını anlatan Özkök, “Depremlerin ardından sismologlar yer kırığının izini sürüp, haritalar çıkarırlar ve araştırırlar. Gezginler de şelaleleri, vadileri, heybetli zirveleri ararken, farkında olmadan fay hatlarını adımlarlar. İnsana ve yaşama bir hediye olan depremler, son dönemde insanların zihninde, bir korku olarak yer etmeye başladı. Yeni nesillerin doğaya bakış açısında önemli bir travma yaratacağı kaygısıyla, Bingöl Dağları’ndan başlayarak Kuzey Anadolu Fay Hattı’nı ve Doğu Anadolu Fay Hattı’nı adımlamaya karar verdik. Bu yolculukta, bölgenin eski yerleşiklerinin zihninde fayın karşılığını aradık ve sorduk. Deprem bir gazap mıydı yoksa bir nimet miydi? Bu sorunun cevabını bulmak ve yüzlerce yıllık hikayeleri anlamak için fay hatlarını kendimize rehber edip, yollara düştük” dedi.
UÇURUMLARIN GİZLEDİĞİ HAZİNE
Fay hatlarının izini sürerken fark ettiklerini anlatan Özkök, “Elbette yer bilimciler gibi fayın sırlarını okuyup yorumlayamazdık ama gizlediği doğal ve kültürel hazineyi bulup, ruhumuzdaki karşılığını gezgin gözüyle anlatabilirdik. Gezginin terazisinde nasıl ki taşların başka bir ağırlığı varsa, fay hattının da geçtiği coğrafyalarda, başka bir karşılığı vardır. Bu keşif seyahatinin başında hazırladığımız haritaların yöre insanlarını korkutmadan onlar üzerinde çok kıymetli ve yaşamsal bir farkındalık yarattığını gördük. Haritaları inceleyen yöre insanları farkında olmadan yaşam alanın fay hattıyla olan mesafesini de tespit etmiş oluyordu. Ayrıca benzer çalışma Kuzey Anadolu Kırığıyla aynı karakterdeki San Andreas Fay Hattı’nda da yapılmaktaydı” diye konuştu.
"BU İZLER MARMARA’DA SAKLI"
Yaptığı keşifleri, anlatan Özkök İstanbul’un içerisinde, fayın karaya çıktığı yerlerdeki bereketin önemini şöyle anlattı:
Geçmişten bugüne İstanbul’da yaşayanların Marmara Denizi’nin derinlerindeki Kuzey Anadolu Fayı’nın izlerini felaket, yıkıntı ya da sıvadaki çatlak olarak gördüler. Oysa başka bir açı daha vardı, o da önümüzden geçen fayın Marmara’da karaya çıktığı yerlerde saklıydı. Kuzey Anadolu Fayı, Marmara Denizi’nden karaya çıktığı yerlerde su kaynakları, bereketli ovalar, madenler, gezginleri büyüleyen doğal güzellikler, dağlar, yayla ve meralar yaratmıştı. Bu zenginlik tarih boyu fayın oluşturduğu doğal liman ve su yollarından, onun iş makinası gibi kayaları kırarak açtığı dağ geçitlerinden İstanbul’a taşınmış ve o kentin ihtişamına katkı sunmuştu. İstanbul’un önünden geçen Kuzey Anadolu Fayı’nın Tekirdağ’da karaya çıktığı yerdeki izler, İstanbulluların evindeki tuğla, sofrasındaki üzüm, pekmez, mercimek, buğday, çeşmesindeki su, sobasındaki odun ve kömürdür.
“DENİZİN DERİNLİKLERİNE EL AÇMIŞ AĞLARIN KISMETİ”
Gezgin Emrah Özkök, Ganos Dağı eteklerinde yolculukları sırasında ilginç hikayelere tanıklık ettiğini belirterek, “İstanbul’un önündeki Marmara Denizi’nden geçip Ganos Dağı eteklerinde Gaziköy’den karaya çıkan fayı takip ederken, bekçi kulübeleri gibi yapılarla karşılaştık. Denize demir çubuklarla tutturulmuş, sanki en ufak dalga geldiğinde yıkılacak gibi duran bu dalyanlar yüzlerce yıldır var olan yapılarmış. Hoşköylü balıkçılar, hala ataları gibi balık göçlerini izliyorlar. Onlar dalyanları bize şöyle anlattılar: Levrek gibi balıklar kışın göçer az ilerisi fayın açtığı uçurumdur. Deniz dalgalıyken balık altındaki ağları göremez. Biz de ağları bir indirir bir çekeriz, gerisini doğaya bırakırız. Buradaki fay, gök yerine denizin derinliklerine el açmış ağların kısmetidir” ifadelerini kullandı.
“İMECE USULÜYLE MİSAFİRLERE İKRAM EDİLİYOR”
Fayın karaya çıktığı Ganos’un sırtlarından fay boyu yürürken, 650 yıllık Gacal köylerini keşfettiklerini anlatan Özkök, yöre insanlarıyla olan anılarını aktardı:
Burada insanlar fayların onlardan aldıklarına değil, yaşamın onlara verdikleriyle ilgileniyor. Gacal köyleri 1354 yılında bölgeyi fetheden Süleyman Paşa’nın, Konya civarından Oğuz Türkmenlerini getirmesiyle kurulmuş. Gacal köyleri olarak bölgede bilinen tarihi yerleşkelerde pekmezler, kuskuslar, tarhanalar, erişteler ve bulama gibi kışlık ürünler hala imece usulüyle yapılıyor ve gelen misafirlere ikram ediliyor.Onlar, Tanrı misafirliğinin şehirde kalmadığını bilseler de hiçbir şey beklemeden sizi sofralarına davet ediyorlar. En kıymetli ürün pekmeze çöven katarak yaptıkları bulamayı paylaştıkça mutlu oluyorlar. Yöredeki kadınlar hep bağlarındaki bolluğu anlatıyor çünkü oradaki fayı, topraktan sağdıkları pekmezi doğanın bereketli elleri olarak görüyorlar.
DEPREMDEN YAYLACILIK SAYESİNDE KURTULDULAR
Bölgede yaşayanların depremden sonra atalarının yaptığı nasihatleri dinleyerek bir mimari geliştirdiklerini anlatan Özkök, “Gacal köylerindeki evlerin neredeyse tamamı 1912’deki depremle yıkılmış ama onları bu afetten, yaşam biçimleri olan yaylacılık ve göçerlik kurtarmış. Depremden sonra yayladan geri dönen, Mursallı yerleşkesinin önde gelenlerinden biri, tarlanın önündeki fay kırığını şöyle anlatmış: ‘Köye geldiğimizde bahçelerin arasında bir yarık gördük, dipsiz kör kuyu gibiydi. Odun sarmak için beygirler de on iki kulaçlık urgan olur, o urgandan iki tanesini bağlayıp yarığın içine saldık olmadı, on tanesini de bağlayıp salsak olmayacak, onun büyüklüğünü ölçmek boyumuzu çok aşan bir işti. Akşam çocukları toplayıp şöyle nasihat ettim; eliniz ne kadar para görürse görsün, nereye yerleşirseniz yerleşin, sakın iki kattan fazla ev yapmayın.’ Bu olaydan sonra yöre insanları iki katlı yaptıkları evlerin üst katında hafif tuğla ve ahşap kullanmışlar. Deprem anında taşıyıcı kalaslardaki çiviler koptuğu için sallanırken kalası bırakmayacak miller üretmişler.” diye konuştu.
“GEÇMİŞTE URARTULAR DA KULLANDI”
Fayın izlerini sürerken Bingöl Dağlarındaki yolculuğun en heyecan verici kısımlardan biri olduğunu dile getiren Özkök, “Deprem üreten Doğu Anadolu Fayı, İstanbul’dan geçen Kuzey Anadolu Fayı ve Muş üzerinden gelen Varto Fay hattının birleştiği Bingöl Dağları faya yolculuğun en heyecan verici kısmıydı. Göç yolunda dağları kırıp geçitler açan fayın izini sadece onlar değil geçmişte burada yaşayan Urartular da kullanmış hatta mola yerleriyle donatıp antik bir ticaret yolu haline getirmiş” ifadelerini kullandı.
YÜZLERCE YILLIK HİKAYELER GERÇEK OLDU
Bölgede fay hattında yürürken yöre insanlarının atalarından duyduğu hikayelere tanık olduğunu anlatan Özkök, yüzlerce yıllık mitlerin gerçek olduğunu dile getirdi.
Özkök, “Burada insanlardan dinlediğim hikayelerin çoğu dağlardaki jeolojik olayların öyküleştirilmiş haliydi. Ama yöre insanlarının atalarından duyduğu 400-500 yıl öncesinden günümüze gelen bir anlatı vardı ki sanki yakın zamanda yaşadığımız depremi anlatır gibiydi” diyerek anlattı:
6 Şubat’ta meydana gelen Kahramanmaraş merkezli 7.7 ve 7.6'lık depremlerden sonra felaketin büyüklüğünü anlatan haberlerde, dağların yerinden oynadığı ve insanların bahçelerine geldiğinde bir günde oluşmuş göl ve vadilerle karşılaştığı yazılıydı. Ne garip ki depremlerin etkilerini anlatmak için il il gezip anlattığımız faya ilişkin yüzlerce yıllık mitler hep gerçek oldu. Anlatılanlara göre, bir obada hayvanlar garip tepkiler verir, suların rengi değişir ve ısınır, bugün granit olduğu bilinen kayaçlardan uğultular gelir. Bilgeye çıkarlar anlatırlar bilge derhal obayı çukurdan dağlara taşımalarını söyler. Onlar da hiç vakit kaybetmeden gerekeni yapar oba taşınır. Kısa süre sonra dağları yerinden oynatacak depremler başlar ve haftalarca sürer. Sarsıntılar bitince obalarının bulunduğu düzlüğün çöktüğünü ve yerinde derin bir göl oluştuğunu görürler. Bilgeleri dinleyenler yeni nesillere zengin bir kültürel birikim, hiçe sayanlar enkaz bırakır. Faya yolculuk, bu hikayelere ulaşmak fay hattının geçtiği bölgelerde yaşayan insanların zihninde, toprağın teninde fayın karşılığını aramaktır.
TRAKYA'NIN SUSKUN MİSTİK ŞEHRİ GANOHORA
Fay hatlarının yaşamı nasıl etkilediğini, anlatmak için faya yolculuğun bir fırsat olduğunu belirten Özkök, “Yalnız başına doğaya çıkan, mağaralarda aylarca inzivada kalan gezginler, doğada bize felaket olarak gönderildiği söylenen şeylerin ardında, nimetler olduğunu anlatır. Öyleyse biz nasıl olur da depremleri ve fay hatlarını öfkeyle anarız. Bu yolculuklarda hazine bulamasak da Kuzey Anadolu Fayı’nın şekillendirdiği, Trakya'nın suskun mistik şehri Ganohora’ya ve ülkece korktuğumuz doğal afete, farklı bir gözle bakmak gerektiğini öğrendik” dedi.