Defalarca geldiğim, defalarca da yazdığım Afyonkarahisar’da her ziyarette görülecek, anlatılacak, yazılacak yeni hikayeler, yerler buluyorum. Geçen haftaki POSTA Gazetesi Afyonkarahisar Kentlerle Buluşmalar’ımızda da yine yeni yerler, yeni hikayeler keşfettik.
Meşhur sucuğu, kaymağının ve termalinin dışında bu kadim şehirde daha anlatılmayı bekleyen onlarca hikaye olduğundan da hiç kuşkum yok. Öncelikle altını çizmeliyim ki Afyonkarahisar, yerli ve yabancı turistler için de pek çok tarihi ve doğal güzelliklere sahip turizm cenneti. Zengin doğal coğrafi yapısı, tarihi eserleri, mutfağının yanı sıra alternatif turizm çeşitliliğine sahip. Türkiye’nin Termal Başkenti olarak da bilinen Afyonkarahisar’ın dünyada da adından söz ettirmesi için projeler bir bir hayata geçiriliyor ancak birkaç küçük dokunuşla bu güzel şehir neden gastronominin, tarihin, müzelerin de başkenti olmasın? Üç günlük sohbetlerimizde bu nedenin en büyük yanıtının “daha ulaşılabilirlik” olduğuna hep ulaştık. Anadolu’nun kavşak noktası olan Afyonkarahisar uçuş sayısının artmasıyla daha çok yerli ve yabancı turisti ağırlayacak potansiyele sahip. Üç günlük ziyaretimize dönecek olursam. Afyonkarahisar buluşmamızda iki müzeden çok etkilendim.
Bunlardan biri Afyonkarahisar Müzesi. Devasa yapısıyla dikkat çeken müze 5 bloktan oluşuyor. 55 bin metrekare alanda kurulu müzede Grek, Helenistik, Roma Dönemi ile Türkmen eserlerinden 20’nci yüzyıla kadar etnografik eserlerin bulunuyor. Bu dönemlere ait pişmiş toprak, taş mermer, kemik, cam, metal kap kacak, heykel ve sikke gibi araç ve gereçler, yöre insanın MÖ 3000’li yıllardan günümüze kadar yaşayışı, inancı, üretimi, ticareti hakkında önemli bilgiler veriyor. Ayrıca günümüzde sanayi haline gelmiş mermer ticareti ve sanatı ile ilgili bilgi veren mermer heykeller, lahitler, mezar taşları ve mimari parçalar, müzenin önemini artırıyor. Canlandırmalar, realistik mankenler ve multimedya ile desteklenen müzenin 5’inci katı Kurtuluş Savaşı temasına sahip. Ancak müzede en çok dikkat çeken yurt dışından iadesi sağlanan Kybele Heykeli ve Tatarlı Tümülüsü ile bugüne kadar bulunmuş en büyük Herakles heykeliydi.
SUCUĞUN DA MÜZESİ OLURMUŞ
Afyonkarahisar gastronomiyle öne çıkarken Yumurta Müzesi ve Sucuk Müzesi ilgimi çeken yerlerden oldu. Cumhuriyet Sucukları Organize Sanayi Bölgesi’nde bulunan üretim tesisleri yanında “Et ve Sucuk Müzesi’ kurmuş. Girişte sanatçı Ahmet Güneştekin’in müze için yaptığı boğa heykeli karşılıyor. Ardından adım adım geçmişten bugüne sucuk imalatında kullanılan makina ve aletler sergileniyor. Afyonkarahisar sucuğunun üretiminden sofralara kadar uzanan serüveninin hem geleneksel hem de modern yöntemlerle gözler önüne serildiğini müze; dünyada ve Türkiye’ye de tek. Henüz resmi açılışı yapılmasa da haftanın 6 günü gezilebiliyor.
MÜZEDE AİLENİN İLK DÜKKÂNI VE İLK SEVKİYAT ARABASI BULUNUYOR
Cumhuriyet Sucukları’nın kurulduğu 1920’den bu yana tüm aşamaların yer aldığı müzede, ailenin ilk dükkânı ve sevkiyatlar için kullanılan ilk araç da tanıtılıyor. Bu dükkân 1930’lı yıllarda şu anki Belediye Çarşısı olan o zaman da Hal Çarşısı olarak bilinen yerde açılmış. Dükkânın içindeki materyallerin tümü orjinal. Hatta o dönem meydanda bulunan dünya heykelli çeşme de orjinal olarak maket sokakta sergileniyor. Termal, gastronomi ve tarihi yanında Afyonkarahisar’da daha yapılabilecek çok şey olduğunu bir kez daha keşfediyoruz. Büyük Taarruz Şehitliği ve Başkomutan Mustafa Kemal Anıtı, Frig Vadisi, Zafer Müzesi, Afyon Kalesi, İscehisar ve peri bacaları, balon turu, müzik müzesi, Ulu Cami, Dünya Motokros Şampiyonası Türkiye ayağı ve müzik festivalleri sadece birkaçı…