Birkaç yıl önce Midilli Adası’na Angela Farmer ve Victor Von Kooten’nın yoga ve meditasyon eğitimine katıldım. Bilenler bilir, ikisi de yaşayan yoga efsaneleri olarak kabul ediliyor; Angela, o zamanlar yeni seksenine girmişti, Victor ise ondan birkaç yaş küçük. İkisinin de yoga pratiği, bedenlerinin esnekliği ve gücü inanılmazdı.
Konumuz bu değil ama bir kamu hizmeti olarak yine de söyleyeyim; yoga ve meditasyon sağlıklı bir beden ve zihin için çok önemli, tez başlasın.
Konumuz ne peki?
Benim, mutlu olduğumda, bu mutluluğu sonsuza kadar sürdürme çabam.
Kendimden örnek vereceğim, yani sizler benim gibi olmayabilirsiniz ya da belki de hepimiz üç aşağı beş yukarı aynıyız, bilemiyorum.
Angela ve Victor’un okulları Eftalou adında küçücük bir köyde. Köy çok küçük, merkez adeta köyün geçim kaynağı. Birkaç tane otel, bir tane muhteşem bir lokanta ve bir kaplıca var o kadar. İşletmeler genelde Angela ve Victor’un dünyanın her yerinden gelen öğrencileri sayesinde geçiniyor. Etraf çok sessiz, deniz muhteşem, yemekler şahane ve karşımda çok uzun süredir eğitim almak için beklediğim iki yaşayan tarih…
Peki o sırada ben ne yapıyorum?
İlk birkaç gün tüm gayet dikkatli, odaklı, derli toplu bir zihin ile kendimi ortama teslim ediyorum. Arkamda bir çocuk ve İstanbul’un keşmekeşini bırakmışım, buradaki sessizlik, yoğunluk, Angela’nın kendine has aurası beni benden almış, telefona bakmak, “şu anda” olandan farklı şeyler düşünmek aklımdan bile geçmiyor. Deniz sesi ile uyumak ve uyanmak, tüm gün boyunca sadece meditasyon ve yoga yapmak, yemek yapmayı düşünmemek, alışverişe çıkmak zorunda olmamak, işle ilgili hiçbir sorumluluğun olmaması o kadar güzel ki, nerdeyse bu güzelliklerden aldığım zevkten aklımı oynatacak durumdayım.
Bir süre sonra bazı akşamlar Molivos ya da Petra’ya gittiğimde kendimi ev bakarken yakalamaya başlıyorum. Evet, ben farkına bile varmadan, içimdeki emlakçı uyanmış… Önce gezerken “Ay şu ev benim olsa, yok yok bu ev olsun…” gibilerinden düşünceler zamanla yerini “E, burada ev tutsam nasıl olur?” düşüncesine bırakmış bile çoktan…
Elbette zihni bir düşünceyle beslemeye gör, o adeta gübrelenmiş toprak gibi karşılık olarak binlerce düşünce fışkırtır. “Burada bir ev tutsam nasıl olur ki?” düşüncesi, “Burada hayat kursam nasıl olur?”a dönüşüyor, bu düşünceyi hızla, “Ben yazları burada geçirsem, anneme kim bakacak? Asla evini bırakıp gelmez ki?” düşüncesi takip ediyor.
Hop bu düşünce de “Annem ne kadar alışkanlıklarına düşkün, insan biraz esnek olmalı canım, cık cık…” cümlesini geçirtiyor zihnimden, daha sonra konuyla ilgili anılar, türlü türlü yorumlar, duygular, sonrasında seyreyle cümbüşü…
“Peki, burada ev alabiliyor muyum ki?” düşüncesi bomba gibi düşüyor zihnime, hop internette bir sürü forumlar okumalar, hatta konuyla ilgili avukatlar bulmalar, yerel esnafla konuşmalar, bir emlakçıya gitmeler, olayı Midilli’den çıkarıp Atina’ya doğru yaymalar, kredi hesaplamaları yapmalar, bu arada her gün eğitime gidip gelmeler ama her arada telefona bakmalar, “Bu eğitim bana çok iyi geldi, her sene böyle yapmalı” demeler, der demez, gelecek sene gidilecek eğitim için telefondan araştırma yapmaya başlamalar…
Bu arada denize karşı, önünde muhteşem bir yemekle oturmalara rağmen…
Neymiş, küçük bir ege köyünde yıllardır eğitim almak için sabırsızlandığım iki hocanın eğitimine katılmışım ve çok mutlu olmuşum…
Mutluluğu sürdürme çabası asla masum değildir, anımızı bizden çalar…
Mutlu isen mutlusun, bırak sadece o mutluluk ve sen ol, araya plan program, gelecek projeksiyonu sokma. Değmez, bir şeye hizmet de etmez.
Ne oldu, tin tin İstanbul’a döndüm, döndükten sonra Midilli’de ev kiralama/satın alma üstüne bir kez bile düşünmedim…