Zorunlu trafik sigortası bir ‘sorumluluk sigortası’. Yani bir kaza sonrası karşı tarafın hasarını karşılayan bir sigorta türü. Kusurlar 50/50 olursa sigorta şirketleri birbirlerinin tazminatlarını karşılıyor denilebilir. Yani virajı alamayıp duvara vurursanız ve Kaskonuz yoksa arabanın hasarını cebinden karşılayacaksın demektir. Özeti bu. Zorunlu Trafik Sigortası’nda da bu kazalar sonrasında sigorta şirketlerinin ödeyeceği tazminatların bir sınırı var. Her yıl düzenleyici otorite olan SEDDK bu limitleri revize ediyor.
Yılsonundan önce bu konuda bir düzenleme yapıldı. 1 Ocak’tan itibaren uygulanacak teminatlarda en dikkat çekici taraf araç başına 50 bin TL, kaza başına 100 bin TL olan bölüm. Yaralanma, sakat kalma, ölüm gibi tazminatlar milyon TL’lerle ifade edilirken maddi hasar tazminatının 50 bin ile sınırlandırılması sektörde bile tepki ile karşılandı. Araç fiyatlarındaki ciddi artış ile bu tazminat rakamlarının çok düşük kaldığı iddiaları var.
TEK ÇARE İMM
Bedelleri 300-500 bin TL’lik iki aracın ciddi bir kaza yapması sonucunda tazminatların yeterli olmayacağı açıkça ortada görünüyor. Hele bunların milyon TL değerindeki araçlar olduğu düşünülürse işin içinden çıkılması çok zor. Tek çıkış yolu trafik sigortası yaptırırken yanında ek bir prim ile İMM yaptırmak. Yani İhtiyari Mali Sorumluluk Sigortası.
Bunun da tercümesi; zarar vereceğiniz karşı tarafın aracı ne kadar pahalı olursa olsun bunun sigorta kapsamına alınması denilebilir. Küçük bir prim ile bu güvenceyi sigorta acentenizden istemeyi unutmayın bence. Çünkü pahalı bir araca çarparsanız ve kusur sizde ise Zorunlu Trafik Sigorta’nızdaki teminatlar yetmeyecektir. Şayet İMM de yaptırmamışsanız bu bedeli cebinizden ödemek zorunda kalabilirsiniz.
Ben öncelikle tüketiciyim. Aldığım bir ürün ile ilgili sorun yaşadığımda çoğunlukla debelenip duruyorum. Sorunumu çözmek için bir ilerleme kaydedemediğim zaman bir gazeteci olarak son çare hizmet aldığı PR şirketine ulaşmaya çalışıyorum. Başvurduğum bu son çare sırasında, aynı sorunu yaşayan bir başka tüketicinin ne yapabildiğini de elbette düşünüyorum. Yapacağı tek şey ise o hizmeti alamadığı ya da derdini anlatamadığı şirketten bir daha hizmet ve ürün almamak oluyor.
Bunu ben de yaptım çoğu zaman. Tüketici artık karşısında bir müşteri temsilcisi bulmakta zorlanmaya başladı. Hatta bir müşteri temsilcisine ulaşmak bile mucize oldu. Bir sıkıntın olduğu zaman sistem seni oradan oraya savuruyor. ‘Şu telefonu ara.’ Arıyorsun, ama derdini anlatma seçeneğine bir türlü ulaşamıyorsun. Sonra cepten online işlem yapılan uygulamalara yöneliyorsun.
Bu uygulamalar içinde yapmak istediğin bazı çok kritik işlemler varsa onları öyle bir yere saklıyorlar ki ara ki bulasın. Bir de bu sorunu yaşayan kişi şayet bilgisayarları, uygulamaları ve cep telefonlarının bu özelliklerini kullanmakta marifetli değilse iş kilitlenip kalıyor. Günde bu firmalardan 5-10 tane arama alırsınız ama sizin işiniz düştüğünde bir müşteri temsilcine ulaşmanız bile adeta mucize olur.
TÜKETİCİ ŞİKAYETLERİNDE HIZLI SEKTÖR
Bütün bunları neden yazdım biliyor musunuz? Sigortacılarınızla bir sorun yaşadığınızda öpüp başınıza koyun. Çünkü sigorta şirketlerine tüm kanallardan ulaşabiliyorsunuz. Telefon edebiliyorsunuz, karşınıza bir yetkili mutlaka çıkıyor. Olmadı mail atıyorsunuz, en kısa sürede size dönülüyor.
Çoğu şirkette şikayet mailleri genel müdürlere kadar yönlendiriliyor. Ola ki bunlara ulaşamadınız o zaman acenteniz bir telefon uzağınızda. Ona ulaşamamak gibi bir seçenek yok. O sizin adınıza sigorta şirketi ile sorununuzu en kısa sürede çözebiliyor.
Evet sigorta şirketleri sigortalıları ile aralarında olan güveni zedelememek için tüm kanalları kullanıyor. Bu sözüm; “Sigorta şirketleri her şeye evet der” gibi anlaşılmasın. Suistimallere de çok başvuran oluyor. Ama haklıysanız şunu iyi bilin ki sigorta şirketiniz hep yanınızda.
Sigorta sektörü için sağladığı trilyon TL’lik teminatlar ile gerek bireylerin gerekse Türkiye Ekonomisi’nin garantisi diyebiliriz. Sigorta hayatımızın her alanında var. Sektörün slogan söylemlerindendir, “Sigorta olmasa uçak bile kalkamaz.” Doğru, gerçekten de ‘Sigortasız olmaz’. Özel sigortalar gelişmiş ülkelerde devletin üzerinden yükü alan bir sistemdir. Ama gelişmekte olan ülkelerde ne yazık ki hâlâ “Devlet baba”ya sırtımızı dayama alışkanlığı var. Tabii ki Devlet Baba vatandaşın zor gününde yanında olacak, kabul. Ama üzerine düşen sorumluluklara alternatif olarak sigorta garantisi de varken orayı teşvik etmek daha kolay değil mi?
Sigorta şirketleri neredeyse ağızları ile kuş tutuyorlar ama hâlâ güvenirlilikleri tartışılıyor. Sporun her alanına bakın sigorta şirketlerinin katkılarını daha iyi görüyorsunuz. Çevre bilinci konusunda da sigorta şirketleri hazırladıkları birçok proje ile sorumluluk üstlenmiş durumdalar. Gençlere ufuk açmak için onların yanındalar. Daha saymakla bitmeyecek katkıları ile yaşamımızın her alanında varlar.
Geçtiğimiz günlerde Hazine ve Maliye Bakanı Sayın Lütfü Elvan, TSB’nin Genel Kurulu’na bir video ile katıldı. Sektöre güven ve cesaret veren söylemleri oldu. Ben de sektörü takip eden bir gazeteci olarak Sayın Bakanın ilgisinden mutlu oldum. Fakat sigorta ile ilgili konuştukça konu hep BES sistemine geliyor. Bireysel Emeklilik Sistemi, yarattığı fon nedeniyle her dönem Devleti yönetenlerin odak noktası oldu.
Devletin bu sisteme dünyada eşi olmayan bir katkısı da var. Sonrasında ekonomik çalkantılarda reel sektör için önemli olan Alacak Sigortası, Kefalet Sigortası, Bina Tamamlama Sigortası ve çiftçilerimizin güvencesi Tarım Sigortaları gibi konular var. Ve tabii ki DASK var.
SEKTÖRÜN TANITIMA İHTİYACI VAR
Hazine ve Maliye Bakanı Sayın Lütfü Elvan konuşmasında, “Tanıtıma önem verin, sigorta bilincini toplumda yaygınlaştırmaya çalışın” mesajıyla tamamladı. Sigorta şirketleri olabildiğince bu konuda çaba sarf ediyor. Bu benim görüşüm. Daha fazlası olur mu? Elbet olur. Bu konuda bir çaba da var.
Sayın Bakanımız ve yardımcıları, deprem, fırtına, sel, yangın sonrası basına verdikleri demeçleri arasında vatandaşlara, “Devletimiz tüm mağdurların yanında olacak” kısmına ek olarak; “Devlet olarak imkânlarımız kısıtlı, sizler aynı zamanda özel sigortalar ile ilgili güvencenizi oluşturun” dese çok daha iyi bir bilinçlendirme olmaz mı?
Diyeceksiniz ki, “Vatandaş bu ekonomik sıkıntılarla uğraşırken nasıl sigorta yaptırsın?” Sigorta ile güvence oluşturmak hiç pahalı değil, ama bu tür mesajlarla yaygınlaştırıldıkça da primlerin çok düşeceğini ayrıca belirtmek isterim.
Sigorta sektörü Zorunlu Trafik Sigortası’ndan çektiği kadar hiç bir şeyden çekmedi. Önce şunu belirteyim. Trafik sigortası zorunlu ve karşı araca verilecek zararı karşılayan bir sigorta. Özetle toplumsal bir çözüm aracı. Bunun yanında trafik sigortası kaza sırasında yaralanan ve ölen kişilere tazminat ödüyor. Bir de araç yeni ise “Değer kaybı” tazminatı ödüyor. Sigortalılar veya varisleri bir kaza sonrası sigorta şirketinden bu tazminatları alabiliyor. Sigorta sektörü Zorunlu Trafik Sigortası’nda 15 yılda toplam 9 milyar TL zarar etmiş.
Sigorta sektörünün yüzde 55’i yabancı, yüzde 45’i yerli sermayeli şirketlerden oluşuyor. Ve trafik sigortası primlerini kesen şirketlerin yüzde 60’ı yerli sermayeli şirketler. Yabancı sermaye oranı geçmişte çok daha yüksek olduğu için bu 9 milyar TL’lik zararın çoğunu yabancılar ödedi. Bu nedenle, “Bize ne yabancı şirketlerden. Onlar çok kar ediyorlar, biraz zarar etsinler” bakış açısını bu rakamlar yalanlıyor.
HESAPLAMA YÖNTEMİ DEĞİŞMELİ
Şirketler bedeni tazminatların hesaplanması için dünyada uygulanan bir yöntemi getirmeye çalışıyor. Hazırlanan metinlerde tartışılacak bölümler olduğu iddia edildiği için son anda kanun teklifinin o bölümü geri çekildi. Sigorta şirketlerinin asıl derdi bedeni hasar tazminatının farklı hesaplanmaması. Tazminatların matematik hesaplama yöntemi ile konunun uzmanı olan Aktüerler yerine mahkemelerin bilirkişilere hesaplatması sektörde sıkıntı yaratıyor. Yani aynı şartlarda iki kişi Denizli mahkemelerinde 10 TL alabilirken, Elazığ’da 7 TL tazminat alabiliyor.
ŞİMDİ NE OLACAK?
Son günlerde sigorta sektörünü ekmek kapısı gibi gören bazı aracılar bu işleri takip etmeye başladı. Ve böylece mağdurlar tazminatlarını aracılarla bölüştüğü için hem eksik hem de gecikerek alıyor. Bu aracılar mesela tamircilere kart bırakıp hasarlı araç sahiplerine ulaşıp “Değer kaybı” tazminatını sigortalıya peşin verip vekâlet alıyorlar. Böylece sigortalının alacağı tazminatın fazlasını da kendisi alabiliyor. Ortada dolaşan böyle çok iddia var. SEDDK bunlara düzen getirerek tüketicinin mağdur olmasına engel olmak istedi. Meclis’te kanun teklifi geri çekildi. Şimdi ne olacak?
Şirketler, fiyatını belirleyemediği, teminatına karar veremediği, ödeyeceği tazminatı öngöremediği ve sektörden nemalanmak isteyenlerin dadandığı bir poliçeyi kesmek istemeyecekler. Ya da kendilerine tanınan tavan primden satmak isteyecekler. Yani bu ekonomik sıkıntıların içinde bir de trafik sigortalarında prim artışına hazır olmalıyız. Serbest tarifeye geçmek isteyenler de seslerini yükseltecektir.
Böyle bir başlık herkese garip gelebilir. Aslında Hazine ve Maliye Bakanlığı yetkilileri de “Sigortacıların gözünün içine bakmalı” bence. Her ne kadar ekonomi yönetimi ‘sigortacılık’ denildiğinde Bireysel Emeklilik Sistemi dışında pek bir şey düşünmeseler de sigorta sisteminin devletin üzerinden ne kadar önemli bir yükü aldığını çok da iyi biliyor olmalılar. BES elbette önemli. Çünkü Türkiye ekonomisinin büyük fonlara ihtiyacı var. Gelişmiş ülkelerde bu tip birikimlerin ekonomiye katkısını biliyoruz.
Ama diğer taraftan deprem, tarım, alacak, kefalet, bina tamamlama, işyeri sigortaları gibi birçok ürünün devletin bütçesini ne kadar rahatlattığını da görüyoruz. Tüm bunların yanında sigorta şirketlerinin özellikle pandemi sonrasında sağlık sigortalarının teminatlarında olmamasına rağmen COVID-19’u teminatlara ekleyip ellerini taşın altına koyarak büyük mağduriyetleri önlediğini de gördük.
İşte bu nedenle devletimiz sigorta sistemini pamuklara sarmalı ve bu sektöre ‘gözünün içi’ gibi bakmalı. Geçmişte trafik sigortalarında büyük bir kaos yaşanmıştı. Zorunlu olan sigortanın fiyatını kendileri belirleyemediği için şirketlerin bazıları sigorta kesmemek için uğraşmıştı.
Sonra o dönemde yerli ve milli şirketler devreye girerek sorun aşılmıştı. Her kestiği 100 TL’lik poliçeden daha başında 15 TL zarar edeceğini bilen bir sektörden bahsediyorum. Mevzuatta sıkıntılar var. Bu mevzuatta delikler bularak kendilerine çıkar sağlamaya çalışanlar var. Bu açıkları da yıllardır kapamaya çalışan bir sektör var.
BEKLENEN KANUN ACİL ÇIKMALIDIR!
Anayasa Mahkemesi dedi ki; “Siz genel şartları değiştirerek bu delikleri kapayamazsınız, bunu kanun ile yapmanız gerekir.” Mahkemeler ise bu karara dayanarak genel şartlardaki değişiklikleri hiçe sayarak karar vermeye başladılar. Sonrasında bedeni hasar tazminatlarında Danıştay’ın iptal kararlarını da ekleyince sektörün içinde bulunduğu durum daha da zorlaştı.
Acilen bu düzenlemelerin kanun ile yapılması gerekiyor. Burada tabii ki kamu menfaati öncelikli ama diğer taraftan sanki tüketicinin hakkını koruyormuş maskesi ile sektörden nemalanmak isteyenlere de fırsat verilmemeli. SEDDK Kanun ile kuruldu. Çalışıyorlar, uğraşıyorlar ama iş bakanlıklarda ve TBMM’de bitiyor. SEDDK, biriken sorunları çözmeye çalışıyor ve iyi niyetlerinden hiç şüphemiz yok.
Ama her değişen ekonomi yönetimine bu sorunları aktarmak ve sektörünün önemini anlatmak çok zor. Bu nedenle sigorta sektörünün ‘Çatı Kanunu’na da ihtiyacı olduğu görülüyor. Yani özetle ekonomi yönetiminin sigorta sektörünün sorunlarına kulak vermesi ve bunları çözmesi acil gerekliliktir.
Sigorta sektörü tüketiciye kendini anlatmakta zorlanan bir sektör. İletişim köprüsü kurulsa da şu poliçelerin karınca duası şeklindeki uzun uzun yazılarından herkes şikayetçi. Neyse ki puntolar büyümüş olsa da orada yazmadıklarından sorumlu olacağı korkusuyla sektör her şeyin yazdığı sayfalar dolusu yazıları sigortalının önüne koyuyor. Sonra bilgilendirme formunu uzatıyor ve “imzalayın” diyor... Yahu okunmuyor çok uzun bu yazılar. Hadi okudum diyelim. Ben 58 yaşındayım, Google’a sormasam ben bile anlamayacağım.
GENÇLERE SEKTÖRÜ DOĞRU ANLATALIM
Sevgili sektörümüzün düzenleyici kurumlarının yöneticileri. Sigorta sektörünü gençlere iyi anlatmamız gerekiyor. Geleceğin sigortalıları onlar. 18 yaş altı da artık BES yaptırabilecek. Bence önce gençler BES yaptırırken ya da ileride poliçe yaptırdıklarında bu genel şartları okurken bir şey anlarlar mı? diye kendinize bir sorun. İşe buradan başlamak sonra dijitalde gençleri sigorta sektörüne kazandırmaya çalışmak daha doğru olur. Alın size genel şartlardan birkaç örnek;
Sigorta yaptırmanın önemi ile ilgili 15 yıldır ulusal basında yazılar yazıyorum. Bir farkındalık yaratmaya çalışıyorum. Son 15 yılda yazılarım çok farklı ekonomik konjonktürlere denk gelmiştir. Kişi başına gelirimizin arttığı dönemde de, ekonomik sıkıntıların yaşandığı dönemde de; “Sigorta neden yaptır mıyorsunuz?” Sorusuna hep; “Maddi sıkıntılar” cevabını aldım.
Gerçekte öyle mi? Ekonomik sıkıntı yaşanılan dönemlerde sigortaya ayrılan bütçelerin azaldığını tahmin edebiliyorum. Bu çok normal. Fakat asıl bu tip ekonomik sıkıntıların yaşandığı dönemlerde sigortaya ihtiyaç duyulması lazım. Nedeni çok basit. Çünkü bu dönemlerde kaybedilen değerlerin yerine konulması gerçekten zordur. Aynı deprem olduğunda DASK yaptırmaya koştuğumuz gibi, pandemi ile birlikte sağlık sigortası yaptırmaya koştuğumuz gibi.
RİSKLER FARKLILAŞIYOR
Özetle riskler her dönemde farklılaşıyor ve günümüzde de her geçen gün yenisi ekleniyor. Sigorta beklenmeyen riskler için yaptırılır. Hep yazılarımda belirttiğim, 'sigortası olmadan uçak bile kalkamaz' sözü bile eskidi.Kimin aklına gelirdi ki çok önemli bir su yolu olan Süveyş Kanalı bir gemi nedeniyle tıkanacak. Günlerce geçiş yapılamayacak. 300-500 gemi kanaldan geçmek için günlerce bekleyecek.
O gemilerdeki nakliyat sigortalarının kapsamlarının bile yeniden belirleneceği kesin. Kanal tıkanınca gemilerin taahhütleri yerine getirilemedi, belki de geç getirildi. Gemilerde taşınan malların gecikmeden dolayı yaşadığı riskleri de unutmamak lazım. Bence sigortasız adım bile atılmaması gerektiği tezi her farklı olayda daha net bir şekilde ortaya çıkıyor.
Sigorta sektörü her yıl enflasyon üzerinde büyüyor. Fakat bu büyüme, sisteme katılan, risklerini sigorta sistemine devredenlerin sayısına yansımıyor. Enflasyon yaşanan bir ülkede prim artışları en azından enflasyon oranında olmak zorunda ne yazık ki. Son yıllarda riskler bu kadar çok artmasına rağmen, sigortalı sayısında hatırı sayılır bir artış gözlemlenmiyor.
Zorunlu yaptırılması gereken sigortaları bile küçük de olsa bir kesim yaptırmayabiliyor. Ama unutulmamalı ki sigorta yaptırmayarak 1000-1500 TL bir masraftan kaçınıldığı düşünülse de, örneğin sigorta yaptırmadığınız varlığınız bir araç ise bu rakamın çok daha fazlasını küçük bir kazada bile ödemek zorunda kalabiliyorsunuz. Ya da aracınızın kapının önünden çalındığını düşünün. Değer mi? Değmez elbette.
SİGORTA BİR HAVUZ SİSTEMİDİR
Geçtiğimiz yıldan beri yaşamımıza kabus gibi çöken pandemi ile birlikte sisteme sadece ek olarak 800 bin kişi dahil olmuş. Bu kadar ciddi bir sağlık riski 80 milyonluk bir ülkede ancak 800 bin kişiyi sigorta yaptırmaya teşvik edebilmiş. Geri kalan milyonlar COVID-19 ve önümüzdeki yıllarda bunu takip edebilecek birçok farklı risk ile bu şartlarda mücadele edebileceğini düşünmüş olmalı.
Sigorta aslında bir havuz sistemi. Yani toplanan primler bir havuzda toplanıyor. İhtiyaç duyulan sigortalıların mağduriyeti bu sistemden karşılanmış oluyor. Ödenen tazminatlar, yatırılan primlerden fazla olduğu sürece sigorta primlerindeki artış devam edecektir.
Fakat sistemde toplanan prim tutarları ödenecek tazminatların çok üstünde olursa prim fiyatları da düşecektir. Sigorta şirketlerinin kendi aralarındaki rekabetten dolayı primleri aşağılara çekmeleri sigortacılık sisteminin içinde zaten var.