Hastalık yaz kış dinlemiyor. En kötüsü de yazın ateşli hastalık geçirmek. Hava sıcaklığının 35 derece ve üzerinde olduğu zamanlar bir de çocuğunuzun ateşi 39 dereceyi bulmuşsa işte o zaman insanı bir panik alıyor.
Her tatilde ufak ya da büyük çaplı hastalıklarla verdiğim mücadeleden bıktım. Her şey yolunda giderken bir gece ansızın Mavi'nin ateşlenmesi hepimizi ayağa dikti. Korkum şu ki, biri hastalandı mı diğeri de onu yalnız bırakmıyor. Hastalığı birbirlerine geçirmesinler diye emzikleri, kaşıkları ve biberonları tüm ailenin gözetiminde ayrıldı. Mavi'ninkilerin üzerini boyadık karışmasın diye. Birbirlerinin elindeki oyuncakları ağızlarına sokmasınlar diye pervane oluyoruz.
Şimdilik Derin'de hastalık belirtileri yok çok şükür. Yazın olabilecek ateşli hastalığın sebebi soğuk bir şeyler yiyip içmekmiş. Çok dikkat ettiğim halde yine de boğaz enfeksiyonu yaşadı Mavi kuşum. Ardından ben de aynı dertle ona eşlik ettim. Yine bir tatil klasiği yaşıyoruz sizin anlayacağınız.
Ateşi 39 civarında oynayan Mavi'ye önce gerekli ateş düşürücüsünü verip ardından su dolu şişme havuzuna oturtup bir süre suyla oynattıktan sonra elimde dereceyle 3 dakikada bir ateşini kontrol ettim. Ilık duş kışın ateş düşürmeden en büyük kurtarıcımız oluyor, yazın ise bunu yapmak daha kolay. 2 haftadır yazlıkta kızların bol bol oynadıkları şişme havuz şimdi Mavi'nin ateşini düşürmeme yaradı. Kışın ateşi çıktığında ılık duşta çok huysuzlanırken, yazın havuzda oyun oynadığını düşünerek pek fazla zorluk çıkarmadı bana. Gece ateşi çıktığındaysa sirkeli su dolu büyük kaseye küçük el havlularını batırıp, Mavi'nin tüm eklem yerlerine koymak suretiyle düşürdüm ateşini. Neyse ki dirençli bir ateş değildi ve çabucak düştü. 2 günümüz ateşle geçti, 2 günümüz de büyük ihtimalle hastalığın verdiği iştahsızlıkla ve hastalık sonrasında da değişen huyunu düzeltmeye uğraşmakla geçireceğiz. Hep öyle olmaz mı?
***
ÇİMLERİN ÜZERİNDE PİKNİK
Kızlarım doğduğundan beri tek hayalim onlarla birlikte pikniğe gitmekti. İstanbul'da bunun için pek uygun yerler yok ve üstelik çocuklarım da bunun için çok küçükler. İzmir Sığacık'taki yazlığımıza geldiğimizden beri, bitmeyen bir piknik yapıyoruz her gün. Sabah, dedelerinin suladığı bahçeye atıyoruz kendimizi, başlıyoruz ıslak çimlerde çıplak ayak koşmaya. Minik su birikintilerinde oyunlar oynuyoruz. Sonra güzel bir öğle uykusu çekiyoruz. Uyanınca yemeğimizi en serin bahçede yiyoruz. Bir yandan yemeğimizi yerken diğer yandan çevremizde dolanan kedileri seviyoruz.
Derin, yakalamaya çalıştığı karıncanın ondan kaçmasına pek bozuluyor. Hızla uzaklaşan karıncaya söylenerek düşüyor peşine, taa ki karınca gözden kaybolana kadar. Mavi biraz toprak bulmuş, toprakla oynuyor. Ellerinin arasından toprağın kayışına dikkatle bakıyor ve bununla çok eğleniyor. Üstümüz başımız batmış ama çok mutluyuz. Öğle saatlerinde hava iyice ısınınca, ellerindeki su biberonlarını kafalarına tutup incecik akan suyla kendilerini serinletmenin yöntemini de buldu bizim prensesler. Akşam olana dek kah su birikintilerinde, kah bahçede, kah havuzda günü dolu dolu yaşayarak akşamın gelişiyle mışıl mışıl uykuya dalıyorlar.
Hep hayalini kurduğum pikniği 3 hafta kadar her gün yaşamak nasip olduğu için çok şanslıyım. Bu ufacık hastalık da bizi terk ettiğinde, kalan son tatil günlerimizi yine dolu dolu yaşayarak noktalayacağız. Biz şimdi karıncaların neden kaçtığını, toprağın elimizden neden kayıp gittiğini anlamaya çalışıyoruz.