Aile olmak, onun değerini bilenlerden olunca gerçek. Yani, “aynı hanede doğduk, büyüdük, doğurulduk, doğurduk ve temasta kalarak yaşıyoruz, öyleyse aileyiz” diye bir şey yok. Duygu birliktelikleri, paylaşımları, fiziksel yardımlaşmalar, düşünsel incelikler gerektiriyor aile olmak. İnsanların birbirine tahammül ettiği değil, birbirini gerektiği kadar tolere edebildiği bir yapı olmalı. En azından benim için doğrusu, mutlusu bu.
BAZEN NE YAPARSAN YAP OLMUYOR
Hiçbirimiz kusursuz değiliz. Fikir ayrılıkları, tartışmalar, dönemsel çalkantılar; hepsi olağan. Mesele, bir ailenin parçalarıysak bunları birbirimizi kalıcı biçimde yaralamadan aşabilmek. Birbirimizin travması olduğumuzda bu kan bağlarının, bu ortak soyadlarının bir yere kadar önemi var. Öyle durumlar var ki bir ailenin parçası olan insanlar, ancak ve ancak birbirlerinden giderlerse iyileşebilecek hale geliyorlar. Bazen aile de olsan birbirinden gitmek normal. Çocuklarımla ilgili defalarca yazmış, söylemişimdir; zamanı gelince kanatlarına saygı duyacağım, güvenle uçmalarını gururla izleyeceğim. Çok özlesem bile. Yani bahsettiğim şey böyle bir ayrılık değil. Birbirinden gitmek, bir şehirden, bir evden gitmekten çok daha fazla şey demek. Artık birbirine zarardan ve huzursuzluktan başka şey veremeyecek insanların, bu kopuşu ertelemelerinin kimseye faydası yok. Elbette gönül ister ki böyle olmasın. Kalabalık, mutlu ailelerde her günü bir öncekinden daha özel geçirmek, hem geçmişi hem geleceği sevmek ya da özürle, teşekkürle her şeyi samimiyetle yenmek; hepimizin ortak rüyası. Ama biliyorum ki bazen olmuyor; ne yaparsan yap olmuyor hem de. İşte aile olmayı sindiremiyor, gerçekten olamıyorsanız; kin, nefret, hesaplaşma, kıyaslama, yargılama, huzursuzluk hiç bitmiyorsa; aynı hane aynı soyad asla birleştirici olamıyor.
ŞANSSIZ İNSAN ÇOK
Ben, öğretmen anne ve babamın, kardeşine düşkün kızlarıydım. İki kardeştik. Birbirimizde yorulup birbirimizde dinlendik. Anne babamın sevgisinde beslendik, anlayışında, affediciliğinde, derleyip toplayıcılığında ve aynada kendilerine de bakışlarında tazelendik. Böyle öğrendik. Hatalar yapınca dönüp özür diledik, telafisine giriştik, affetmeyi bildik, kucak açan olduk, sarılan, sakinleştiren, büyük büyük gülenlerden ve omuz omuza ağlayanlardan olduk. Ama ben bu ülkede bizim kadar şanslı olmayan ne kadar çok insan olduğunu biliyorum.
YARALI KIZ ÇOCUKLARI
Yıllardır tanıklık ettiğim kadın hikayeleri, aile olamayan ailelerin yaralı kız çocuklarıyla birlikte büyüdü. Kabına sığamayan hüzünler, hak edilmemiş yalnızlıklar, doğal olarak eşlik etmeyi, sevmeyi öğrenemeyişler (hem de kendini bile) hep kütükte bir, kalpte ayrı olmanın eseriydi. Bu beni, şanslı kız çocuklarından biri olarak, hep yaraladı. Gerçekçi ama güzel şeyler salık vermek istedim hep. Anne ve babalara, “Çocuklarınızı ne olursa olsun sevin, kollayın, yol gösterin ama zorlamayın, oldukları kişiye saygı duyun ve güven verin. Alan açın ve alkışlamayı bilin” dedim türlü yolla. Çünkü bunun ne kadar önemli olduğunu ben, olabildiğim kişide gördüm.
YURT OLABİLMEK
Bir kez daha hatırlatmak istiyorum; aile olmak, birbirinin yaşamını ayrı kabul etmek ama birbiri için yurt olabilmek aslında. Çıkarsız sarılabilmek, kibirsiz affedebilmek, önyargısız dinleyebilmek, samimiyetle konuşabilmek, içten gülebilmek, yanlışı düzeltebilmek birbiri için, birbiriyle birlikte. Aile olmanın tadının çıkarılmasını öyle yürekten istiyorum ki... Kurduğum çekirdek ailede de, her bir ferdine bayıldığım geniş ailemde de, başardıklarımızın çocuklarımdaki yansıması, bu yazıyı yazdırdı bana. Canla aile olmak, kanla aile olmaktan çok daha öte. Anladınız, değil mi? Sarılmak çok güzel köklerinizle.