Geçen akşamların birinde tv kanallarını zaplarken takıldığım bir film beni geçmişin hüzün yolculuğuna çıkarıverdi. Sinema tutkunlarının da anımsayacağı bu turda, Lize Minelli’nin muhteşem oyunuyla 1977 yılının gişelerde hak ettiği yerini alan önemli müzikal Newyork Newyork filmiydi. Gösterime girdiği yıllarda büyük yankılar uyandırmış ve arşivlerin en önemli yapıtı olarak hala yerini korumaktadır. Elimde kahvemle dalıp gittiğim zaman yolculuğunda, filme adını veren şarkının satırlarına takıldım kaldım. "Benim küçük hüzünlerim" diyen etkileyici bir cümleyle hepimizin yarasına parmak basarak derin bir sorgulamayı başlatıyordu.
2. Dünya Savaşı'nın son günlerinde tanışan saksofonist Jimmy Doyle ile şarkıcı Francine Evans'ın ilişkisini anlatan "New York New York" Martin Scorsese'nin müzikal formlarını farklı bir biçimde yorumladığı güçlü bir drama. Klasik bir konunun içine hapsolmuş ve bizim hayatımızda da yer alan dip not duygularımızı açığa çıkaran ilginç bir uyarlama. Sakladığımız örtmek istediğimiz fakat yok edemediğimiz nakış nakış, oya gibi ördüğümüz ve sözde önemsemediğimiz kıymık üzüntülerimiz.
Mantık, akıl ve his birleşimi nasıl bir armonidir bilinmez ama ben bu üçlünün içinde kendi payıma duyguları almak isterim. Bizi biz yapan, içimizdeki insani yönlerimizi ayakta tutan ulvi taraflarımızı ortaya çıkaran, acıyla yoğrulmuş bir karmaşa içinde kaybolmakta güzel.
Bitmeyen bir matematiğin bize kazandırdığı akıldan ne kadar zevk alabiliriz ki. Parmağımıza kesmeden elimizin kıymetini nasıl bilebiliriz ki. Ayrılık acısını tatmadan, kavuşmanın hayali bize nasıl cazip gelebilir. Ölümün kıyısına gelmeden hayatın güzelliğini nasıl fark edebiliriz.
Çok değerli bir bilge dostum hüznün tadını bilmeyen mutluluğun anlamını anlayamaz demişti. Yürek burkulmaların bize kazandırdığı olgunluğu hiçbir zevk ve eğlence veremez. Uyuşukluk yaşanan acılarla atağa kalkar ve varlığımızın farkına varırız.
Mevlana; tüm öğretilerin temelinde ruhsal acılar var derken ne kadar doğru söylemiş. Öğrenmenin yolu dikenli ve taşlıdır. Anlamlı bir hayatın özetinde dipte kalmış hayat acıları vardır.. Öğrendiğimiz her şeyi cayır cayır yanarak öğreniyoruz. Yandıkça pişiyoruz piştikçe olgunlaşıyoruz. "Çok mu mazoşist bir hayat kurgusu?" diye düşünmeyin. Ruhsal acıların bizi olgunlaştırmasına izin verdiğimiz zaman, yaşam daha keyifli bir hale gelecektir. . Müdahale kişiyi engeller. Akıl vermek belli sınırlarda kalmalı. Özgür irade içinde herkesin yaşayacağı tecrübe farklıdır. Yolun başı ve sonu arasında tek fark, yolun sonu bellidir. Anlamlı bir hayat hem kısa hem uzundur. Önemli olan yaşam, içine sığdırdığınız değerlerle ölçülür..
Hayatın son mevsimine gelmiş insanların yaşam hikayelerini dinlerken akıllarında kalan hep çektiği acılardır. Anlata anlata bitiremedikleri olayların özünde hep hüzün vardır.. İşte aniden karşınıza çıkan bir filmin ufacık bir satırındaki anlam koskoca bir yazıyı ortaya çıkarırken hayatın içindeki küçük hüzünlerin de hayata kocaman anlamlar yüklediğini düşünmeliyiz. Her şeyiyle tuhaf gibi görünen ve sıkı sıkıya sarılmamız gereken ciddi ve yalnız bir evren boşluğu içinde yol alıyoruz. Yaşadıkça öğreniyor, öğrendikçe anlıyoruz. Anladıkça yaşamı çözüyoruz. Hayatın kısaca özeti bu olsa gerek.. Huzurlu bir hafta dileğimle…
Hayatın en hüzünIü anı, mevsiminde açan bir çiçeğinin oImadığını anIadığın andır. ( anonim)