Linç dolu bir haftayı daha geride bıraktık. Bu haftanın nefret dalında kazananları erotik hamilelik fotoğraflarıyla Müge Boz, “Alkol problemim var” açıklamasıyla Danla Bilic ve üstü açık arabasına yağan yağmurlar nedeniyle çocuğunu korkutmakla suçlanan Şeyma Subaşı oldu. Peki, aslında nefret edilen onlar mı yoksa toplumsal tabularda yarattıkları sarsıntı mı?
Müge Boz’un sekiz aylık hamile olarak verdiği erotik pozlar anneliğin ‘kutsallık ve masumiyet’ ezberini bozunca büyük bir kesimde rahatsızlık yarattı. Belki estetik değil, profesyonel görünmemiş, hadi tamam kısaca ‘olmamış.’ Ama onu yargılayan ve linç edenler pozlara estetik değil ahlaki bir sorgulama yapıyor.
O yüzden diyorum ki, pardon neden olmasınmış?
Dünyada hamileyken erotik poz veren birçok ünlü var: Britney Spears, Christina Aguilera, Demi Moore, Mariah Carey, Miranda Kerr, Kim Kardashian…
Müge Boz’un fotoğraflarını alkışlamak ya da yuhalamak gerekmiyor ama şunu söylemek gerekiyor: Türkiye’de ilk defa ünlü bir kadın kocasını da yanına alıp karnı burnunda erotik pozlar verdi, bunları yayınladı. Aslında bunu daha önce tasarımcı Elif Domanic ve model Selda Car da yapmıştı. Elif Domanic çok ünlü olmadığı için fazla konuşulmadı, Selda Car ise Ibiza’da yaşıyor ve POSTA’dan Alev Gürsoy Cimin’e verdiği röportajda olayı şöyle özetlemişti: Artık Türkiye’de yaşamıyorum ve bir fotoğraf paylaşmadan önce 30 kez düşünmek zorunda olduğumu hissetmiyorum.
KİM BU APOLİTİK TABU KIRICILAR?
Şimdi Müge Boz’un bu ‘olmamış’ pozlarının aklıma getirdiklerinden yola çıkarak yazıyorum.
Konumuz: Apolitik tabu kırıcılar.
Tabu kırıcılar bazen çok rahatsız edici olabilir çünkü sınırda gezerler. Toplumun çoğunluğu tabuların kırılmasını zaten istemez. Ama bazı kişiler çat diye gelip gözünüzün içine baka baka tabuda delik açarlar. Bunu bütün baskılara rağmen yaparlar. Çok tepki görürler. Onlara çoğunlukla saygı duyulmaz. Açıkları çok fazladır ve fazla falso verirler. Çünkü apolitik tabu kırıcıların yaptıklarının ve yaşayışlarının kavramsal olarak altını dolduracak ideolojik altyapıları, entelektüel birikimleri ve toplumsal mücadele kültürleri çoğunlukla yoktur. Onları derneklerde, eylemlerde, konferanslarda, topluluk yürüyüşlerinde görmezsiniz.
Onlar sadece özgürlük tarafından yönetilen bireysel hayatlarını yaşarlar ve tam da bu yüzden, içlerinden geldiği gibi yaşamak için sınırları zorlarken yolu da açarlar. Bazı kesimlere göre yozlaşma, bazı kesimlere göre özgürlük olan ‘şey’in adını koyarlar.
İtirazları duyar gibiyim ama nedir özgürlük? Kendimiz olabilmek değil midir? Bize dayatılanı değil, bize ait olanı, kendi doğrularımızı yaşayabilmek değil midir? Bütün özgürlük mücadelelerinin arkasındaki itici güç bu değil midir?
“BU ARALAR BİR ALKOL PROBLEMİ YAŞIYORUM”
Mesela bir anne olarak önce kendi mutluluğunu sağlamaya kararlı olan Şeyma Subaşı…
İki çocuk annesi olarak iç çamaşırı olmadan poz verip ‘Kalıpların dışına çık’ diyen Tuba Ünsal…
Hamilelik pozları için “Cicili bicili kıyafetler istemedim çünkü hamilelik süreci, kadının en dişi ve en çekici olduğu dönem bence” diyerek tepkileri paratoner gibi üzerine çeken Müge Boz…
“Bu aralar bir alkol problemi yaşıyorum, bağımlılığa giden bir problem. İçince aşırı saldırganlaşıyorum ve hiçbir şey hatırlamıyorum” diyerek sarhoşken yaşadığı yarı komik yarı korkutucu anekdotları anlattığı için ‘şok’ yaratan Danla Bilic…
Gey olduğunu asla söylemeden, cinsel yönelimini kelimeye dökmeden ama bunun yanında homofobi ile meselesini bitirmekten çok uzakta olan Türkiye gibi bir ülkede hayatını olduğu gibi yayınlayarak milyonlarca insanın cinsel tabularına toslayıp duran Instagram fenomenleri…
Oyuncu Müge Boz ve eşi profesyonel basketbolcu Caner Erdeniz.
BU YOL ÖZGÜRLEŞMEYE Mİ ÇIKIYOR YOZLAŞMAYA MI?
Sanıyorum bu kişilerin çoğu birbirleriyle yan yana anılmak istemez. Ama anlatmaya çalıştığım çerçevede bu tip kişiler, yaptıklarının mahiyetinin pek farkında olmayan, içgüdüsel/doğal yol açıcılar. Açtıkları yol yozlaşmaya da gidebilir, özgürleşmeye de.
(Ezhel ve Didem Soydan da tabu kırıcı ama onlar ne yaptıklarının bilincinde. Bu yazının konusu onlar değil.) Yol açıcı olmak iyi bir cambaz olmayı gerektirir, kolay iş değildir. Dengeyi tutturamayıp ipten düştüğünüz an ülkenin dışına kadar itilebilirsiniz.
Çok içki içen kadınlar konusunda sonu gelmez yorumlar yapılan bir yerde şu ana kadar hangi kadın çıkıp da “Benim alkol problemim var” diyebildi? Nurseli İdiz’in itiraf tonunda değil ama! Danla gibi, kendini kabul ederek, yaşadığı eğlenceyi anlatarak, durumunun bir probleme dönüşebileceğinin bilincinde olarak fakat olayı da dramatize etmeyerek.
Şeyma’ya gelince, ‘para avcısı’ suçlamalarının Acun ve Acun’un çocukları dışında kimseyi ilgilendirmediğini düşünüyorum. Hatta Ceren Şehirlioğlu’nun 2018 Aralık’ında Hürriyet’teki ‘Hangi Şeyma?’ başlıklı analizinde yazdığı gibi, ‘Acun’un parasını yiyor’ yaftalamasına da “Afiyet olsun” diyorum.
Şöyle yazmıştı Şehirlioğlu: ‘Adamın parasını yedi’ argümanına, ‘afiyet olsun’ demenin yeri. Çünkü bu nefret dolu ‘para avcısı’ saldırısının altında ezilip gizlenen, müthiş fırsat eşitsizliğini tartışmaya açıyor. Erzurum’dan gelen Acun’la Samsun’dan gelen Şeyma’nın benzer yollardan yürüseler bile yaşayacakları aynı olur muydu? Televole stüdyolarında her türlü tacize uğrayıp sigortasız çalıştırılacak Şeyma ile altın çocuk Acun’un ‘Firarda’ parlama öyküsü denk gider miydi? (…) Dünyada kadın ve erkeklerin eşit gelir seviyesine gelmesine daha 170 sene olduğu konuşuluyor.
PARAYI NASIL HARCIYORMUŞ KİME NE?
Şeyma, muhafazakar bir toplumda ‘metres’ damgası yemeyi göze aldı. Evlenmeden çocuğunu doğurdu. Kadın düşmanlığının öznesi haline geldi. Kendince acılar yaşadı ve sonunda öyle ya da böyle ülkedeki herkese adını ezberletti.
Parayı nasıl harcıyormuş? İstediği gibi yaşayarak, oturup ağlamak yerine hayatına devam ederek, mağduru oynamayarak, dünyayı gezerek, sabahlara kadar dans ederek, yeni sevgilisiyle eğlenerek, sevdiği gibi giyinerek, kısacık şortları, bikinileri, süper mini etekleri ve file çoraplarıyla festivallerde gezerek! Kime ne?
Şeyma geleneksel bir anne olmadığı için kızı Melisa adına endişelenenlere, reel olarak sevgi, ilgi ve maddi yoksunluk çeken, yadsınamaz sorunları olan, şiddet gören yüzbinlerce başka çocuk için üzülmelerini öneririm. İçini bilemeyiz ama 6 yaşındaki Melisa hayli neşeli bir küçük insana benziyor; cin gibi gözleriyle etrafına merakla bakıyor.
Miami’de gezerken yağmur yağınca arabanın üstü açık diye korkmuş. Bunun üzerinden Şeyma’yı linç edenler; umalım da hepinizin çocuğunun en büyük travması bu olsun…
NEFRET EDİLEN ASLINDA NE?
Burada kimsenin savunuculuğunu yapmıyorum. Sadece bu kişilerin maruz kaldığı aşırı küçümseme, aşağılama, hakaret ve haksızlığın, tabu kırıcıların duvarda açtıkları delik sebebiyle olduğunu düşünüyorum. Yoksa onlar öyle yaşıyor, siz de başka türlü yaşıyorsunuz, değil mi? Takip etmez, dinlemez, izlemezsiniz olur biter. Ama nefret? İşte o nefret aslında kişilere değil; varoluşlarımızı üzerine kurduğumuz tabularda yarattıkları sarsıntının, alışılmamış olanın verdiği kaygının tezahürü…
APOLİTİK OLAN DA POLİTİKTİR
‘Apolitik’ meselesine gelince… Evet, örgütlü güç toplumdaki kesimlerin özgürleşmesinde mihenk taşıdır. Kendileri farkında mıdır bilmiyorum, ama kadın hareketinin yüz yıllık mücadelesi olmasaydı bugün Şeyma, o ‘özgür kız’ olamazdı. LGBTİ dernekleri, bu ülkede yürüdükleri zorlu yolu her şeye rağmen seslerini yükselterek aydınlatmasaydı sosyal medyanın milyonluk fenomenleri bu kadar serbest olamazdı.
Örgütlü mücadele her zaman değerlidir ama bu değer, apolitik tabu kırıcıları önemsizleştirmez. Bu insanlar kendi yaşam tarzlarını baskılara rağmen sürdürerek toplumsal mücadele alanında başka bir işlev görüyor. Çünkü onlar bireysel olarak apolitik olsa da, kişiliklerinin ve seçimlerinin doğurduğu toplumsal sonuçlar son derece politik. Şeyma feminizmi kavramsal olarak savunamaz belki ama tüm gücüyle kendisi olabilme özgürlüğü için çabalıyor. Şov dünyasının haylaz çocukları LGBTİ eylemlerine gidemiyor belki ama cinsel yönelimi yüzünden korkuyla saklanan gençlere verdikleri cesaret, derneklerin toplamının ulaştığından daha fazla insana dokunmuş olabilir. Kim bilir…