FİLMİN NOTU: 3.5
7 Eylül’de Venedik 2022’de dünya prömiyerinde izlediğim “The Son”, balans ayarını kaybetmiş bir Zeller’i duyuruyor. “Baba”nın bütün olumlu taraflarını yitiren ‘başıboş, ucuz ve olmamış melodram’ niyetine gelen bir devam filmi. Bestecisi, yapım tasarımcısı ve başrolü olmadan bir hiç dedirtiyor yönetmen!
ETKİ-TEPKİ ÜZERİNE KURULU PSİKOLOG-HASTA İLİŞKİSİ
Zeller’in etki-tepki üzerine kurduğu sürprizli psikolog seansının becerisi vardı. Baba-kiz iliskisi filmi, miras filmi, psikolog-hasta ilişkisi filmi damarlı bir ölüme ramak kala filmi izlemiştik. Her şeye ragmen dementia ile ilgili kendine özgü dil oluşturma çabasındaki bir yapıttı akan. Üzerine uğraşılmış bir kurgu vardı. Deneyimli Lamprinos’un katkısıyla!
Orada en zayıf halka görüntü yönetmeni Ben Smithard idi. Burada ise onun post-prodüksiyon görmemiş boyutsuz çerçevelerinde bir değişiklik yok. Bu durum da ruhsuz bir dinamizme sebebiyet veriyor. Filmin giriş bölümünde aslında Nicholas’in büyüme hikayesiyle samimiyete yakın bir başlangıca adapte oluyoruz.
EINAUDI’NİN İNCELİKLİ TUŞLARININ YERİNİ ZIMMER’IN BOYUTSUZLUĞU ALIYOR
Onun babası Peter (Hugh Jackman) ve sevgilisi (Vanessa Kirby) ile beraber olmasının gerilimi de fena yansıtılmıyor. Ama film uzadıkça zaaflarını açığa çıkarıyor. Zeller’in “Baba”nın (2020) açılışında kendi tiyatro sahnesinde gibi hareket etmesi ‘olmamışlık’ hissi bırakmıştı. Ama sonrasında kendine özgü bir kurguyla belli formülde orta halli film yaptığını görmüştük.
Orada en azından 97 dakikalık rafine hal burada yok. Bunun ötesinde Einaudi’nin italyan piyanist olarak tuşları bir ölüme ramak kala durumuna yakışıyordu. Burada Hans Zimmer’ın bas bas bağıran ezgileri ciddi bir boyutsuzluk getiriyor.
JACKMAN İLE DERN’DEN KARİKATÜR TİP ATIŞMASI!
Ozellikle Laura Dern ile Hugh Jackman’ın hesaplaşmasına gelindiğinde ise ciddi bir karikatür tip atışması halini alıyor film! Bu durumun da aslında olmamış karakterlerin ötesinde sinema noktasında filmin orantısızlığına bağlanma şansı var.
George Cobell’in genç Nicholas olarak yorumlanışı da ‘otistik’ gözükmesiyle ayrı bir tuhaf. Baba-kız ilişkisinde Olivia Colman-Anthony Hopkins durumunu mumla arıyoruz. İlk filmde Oscar adayı sanat yönetmeni de burada devre dışı kalmış! Elbette Ivory usulü bir kullanım beklemiyoruz. Ama o kadar özensiz aksesuarlar var ki onları da anlamak mümkün değil!
RUHSUZ KARELERLE ÖRÜLÜ BAŞIBOŞ BİR FİLM
Bu durum karşısında da aslında karizmatik bir detaycılığın yerine uyumsuzluk geliyor. Müzik-kurgu-yapım tasarımı birlikteliği zayıf sinematografiyi de düzeltiyordu. Ama burada ciddi anlamda bu konuda bir problem var. Baştan aslında bir başıboşluk hakim gibi. Ruhsuz karelerle örülü bir film izliyoruz.
Baba-anne-kız-oğlan ilişkisi çok da fark etmez. Ama işin gerçeği belki de burada ‘ince hastalık’ noktasında hesapsız hareket edilmesi olabilir. Anne ve baba bir araya gelince filmin orta bölümünde ‘şu surpriz yapsa da bir hastalık açıklansa’ modunu açıklamak mümkün değil. Ozellikle bu konuda ciddi bir orantısızlık geliyor. “Baba”nın gizemli yapısını yanlış anlamak veya kolaya getirmek bu olsa gerek!
AÇILIŞ SEKANSININ LACİVERT IŞIĞI EVLERE ŞENLİK!
Sinemanın esas meselesi modern bir dil yaratmaktir. Ama burada kör kör parmağım gözüne olunca her şey, ciddi bir özensizlik, karikatürizelik kat sayısını zorlamayla karşılık buluyor. Zaten inandırıcı olmayan sinematografinin Jackman’i bir mercekten alıp da çok önemli bir şey yapıyor hissi bırakması trajik!
“The Son”, lacivert ışıkla bir ameliyat masası misali ilk açılış sekansından itibaren ciddi problemleri olan bir film. Ham kurgu, yarıda kalmışlık ya da baska bir sey, ama bir olmamışlık hali var. Zeller’in “Baba”sı daha tutarlıydı. Smithard’ın renklere yüklenmesi bayağı yansıyor burada!
ZELLER SİNEMA YÖNETMENLİĞİNDE ACEMİLİĞİNİ İSPATLIYOR
Hopkins ile Washington D.C. üzerinden yüzleşme “Baba” sevenler için ilginç! Özellikle bu dokudan bize yansıyanlar keyif veriyor. Bir çatışma, bir kuşak gelgiti olarak aslında duruş sergileme var. Ama onunla rekabet giremeyen Jackman, bu yaşta sıkletini belli ederek filmin bitikliğini de bu sayede sergileme olanağı buluyor. 2020 tarihli eserde kadın karakterlerdeki Olivia Colman’ın kalitesi mumla aranıyor.
“The Son”, farkına varılmadan ucuz bir melodram niyetine servis edilen bir baba-oğul ilişkisi filmi. Hiçbir oyuncu da karakter de hamle de tutmamış. Hantal bir 123 dakikanın orantısız bir şekilde etrafta kafa şişirmesine odaklanıyoruz. Florian Zeller 40 yaşını geçse de tek mekanın dışına çıkınca sinema yönetmenliğinde acemiliğini ispatlamak için çok kasmış. Christopher Hampton ile Yorgos Lamprinos’a olmuş olan!