Selen Görgüzel, nerede haberci görse bir şeyler söylemeyi çok seviyor. Bu şekilde gündeme gelmeyi tercih ediyor. Yaptığı iş nedeniyle bunu elbette anlarım, sonuçta ışıltılı bir dünyanın içinde şöhretini koruması gerekli. Rekabet de fazla olunca, “Bir şeyler söyleyeyim de medyada yer alayım” düşüncesi sadece onda değil, rakiplerinde de var. Yine böyle bir akşam, habercilerin sorduğu “Asgari ücretli biriyle sevgili olur muydunuz?” sorusuna tam da onların istediği gibi cevap veriyor. “Benimle yaşayamaz, komplekse girer.
Erkeksi duyguları rencide olur. İyi bir yere götüremezse gururu kırılır” diyor. Aslında buraya kadar bir şey yok. Selen Görgüzel için sevgilisi olacak kişinin maddi durumunun aşağı yukarı nasıl olması gerektiğini anlıyoruz bu cevaptan. Ama bir anda cevabın şirazesi kayıyor, “Ben Amazon kadını (?) olduğum için erkek benden her konuda güçlü olmalı. Masaya yumruğunu vuran adam gibi adam olsun” deyiveriyor.
Yalnız, Selen Görgüzel ‘Amazon kadını’ tabirini çok ama çok yanlış biliyor. Amazonlar, kendi kanunlarını kendileri yapan, yiyecek ve barınma ihtiyaçlarını kendileri karşılayan, ortamda bir erkeğin bulunmasını asla kabul etmeyen, erkekleri sadece üremek için kullanan, hatta yeni doğan erkek çocukları ölüme terk ettikleri söylenen bir topluluktu. Hepsi savaşçıydı.
Yani, bir ‘Amazon kadını’ kendisini ‘iyi bir yere’ götürmesi için erkeğe ihtiyaç duymayan bir kadın olarak tasvir ediliyor. Hele hele ‘masaya yumruğunu vuran erkek’ falan, onların anlayışında asla böyle bir şeye yer yok. Bir erkek masaya yumruğunu vursun, Amazon kadını kılıcı kafasına indiriverir mazaallah. Selen Görgüzel’in dediği şey şu, “Benim, beni yönetecek, ne derse yaptıracak, güzel yerlere götürecek, elimi sıcak sudan soğuk suya sokturmayacak bir erkeğe ihtiyacım var.”
İnşallah bulur, inşallah mutlu bir ilişki yaşar. Ama ben yine de uyarayım. Masaya yumruk vuran erkek, daha sonra o yumruğu rastgele her yere sallar, bilgisi olsun. Belki gece aleminde pek görünmüyorlar ama nazik ve merhametli erkeklerin hepsi asgari ücretle çalışmıyor. Aralarında gayet varlıklı olanlar da var, hatırlatırım.
YENİ SENARYO YAZMAK ZOR MU?
Neslihan Atagül ile eşi Kadir Doğulu’nun başrolünde oynadığı “Gecenin Ucunda” dizisinin geçen akşamki bölümü ilgimi çekti. Neslihan Atagül (Macide), kendisine musallat olan Sarp Levendoğlu (Ahmet) ile arbede yaşıyor, bu sırada yere düşüp başını çarpıyor, kendinden geçiyor, sonra devreye Kadir Doğulu’nun (Kazım) karısı Tuba Ünsal (Nermin) giriyor, Ahmet’i bıçaklıyor ama suç, olayı hatırlamadığı için Macide’nin üzerine kalıyor.
Bundan tam 11 yıl önce çekilmiş “Kuzey Güney” dizisinde de tıpatıp aynı bölüm var, biliyor muydunuz? Orada da bir kadın, bir erkeğin başına demir sopayla vuruyor, adam ağır yaralanıyor, ama suç, olay sırasında orada olan ve yere düşüp başını vurduğu için hiçbir şeyi hatırlamayan kadının üzerine kalıyor. Müthiş benzerlik değil mi?
Dizilerin senaryo yazarları, eski dizileri izleyip, “Bu bölüm çok reyting almış zamanında, aynısını yazalım, biz de alırız” mı diyor acaba? Yoksa hiç yazmayıp, direkt olarak oyunculara “Şu dizinin şu eski bölümünü izleyin, aynısını çekeceğiz” mi diyorlardır? Türk dizilerinin en büyük sorununun senaryo olduğunu sektörün ileri gelenleri hep söyler. Ben tesadüfen tanık olduğum bu benzeşmeyi aktardım. Senaristlerin bir cevabı varsa, onu da yazmaktan çekinmem.
MESSİ Mİ RONALDO MU?
Ben bu tartışmanın bir tarafı değilim. Şanslıyım ki; her ikisini de canlı olarak izledim. Şanslıyım ki; benim yaşadığım dönemde bu rekabet vardı. Birini seçmek yerine, ikisinin varlığının çok daha önemli olduğunu düşünüyorum. Ayrı ayrı zamanlarda futbol sahalarına çıksalar, ikisi de kendi döneminin kahramanı olurdu kuşkusuz.
Dünya Kupası’nı kazanan Messi bir adım öne geçmiş olsa da Ronaldo’yu bir kalemde kesip atmak mümkün mü? Teniste Federer, Nadal, Djokovic üçlüsünün aynı dönemde yaşadığı rekabet de kendimi bana şanslı hissettiriyor. Gerçi orada tarafım, ‘ekselansları Federer’ der ve konuyu tartışmaya kapatırım.