Ankara Büyükşehir Belediye Başkanı Mansur Yavaş’tan ricam var. Şu fotoğrafını gördüğünüz fıskiyeli heykel, “Su Perileri.” Başkentin Tandoğan Meydanı’ndaydı yıllarca. Herkes oradan bilir...
Ama öncesi var. Aslında tam bir ‘göçebe heykel’... 1924’te İtalya’dan gelmiş. Önce Hacettepe Parkı’na koyulmuş. Oradan Evkaf Apartmanı’nın (Ulus’ta, bugünkü Devlet Tiyatroları Küçük Tiyatro) karşısına, ardından bir kez daha Hacettepe’ye ve sonra Kızılay’ın merkezine yerleştirilmiş. 1960’lardaysa Tandoğan’a taşınmış. 1992’de (Murat Karayalçın dönemi), Ankaray-metro inşaatı sebebiyle belediyenin deposuna kaldırıldı bronz heykel. 18 yıl boyuna (16 senesi Melih Gökçek dönemi) depoda, adeta çürümeye terk edilen “Su Perileri”, 2010 yılında Kültür Bakanlığı’nca (Bakan Ertuğrul Günay döneminde) restore ettirilip halen bulunduğu Cer Modern’in bahçesine yerleştirildi. Daha doğrusu, müze ve sergi salonu Cer Modern’in otoparkının bir köşesine.
Şimdi diyorum ki... Ankara’nın kentsel hafızasının canlandırılmasına bir katkı olarak; “Su Perileri” heykeli, senelerce kalıp özdeşleştiği Tandoğan’daki yerine dönse nasıl olur? Hatta belki de şehrin kalbi Kızılay Meydanı’na...
NEDEN HEP O SON NOKTADA?
Bankalar... GSM operatörleri... Güvenlik şirketleri ya da farklı başka alanlarda hizmet satan kurumlar, kuruluşlar... Kredi kartı aidatı olur, fatura meselesi olur, bir türlü çözüm bulamadığınız teknik problemler olur... Neden çağrı merkezlerindeki o ‘biçare’ çalışanlarla hizmet satın alan kişiyi karşı karşıya getirip iki tarafın da sinirlerini alt üst ediyorsunuz? Müşteri, sonunda isyan edip üyeliğinin iptali için başvuruncaya kadar neyi bekliyorsunuz? Günlerce, haftalarca, hatta bazen aylarca çözülmeyen sorun; nasıl oluyor da, müşteri, “Üyeliğimi iptal edin aynı hizmeti rakibinizden alacağım” dedikten sonra hallediliveriyor? Sonuç verdiği görüldükçe, iptal tehdidi de artık sıradan bir müşteri taktiğine dönüşmedi mi sizce? Ne gerek var bütün bunlara?
ŞEREFİNLE OYNA, HAKKINLA KAZAN
Kazanınca, bileğinin hakkıyla... Kaybedince hakemden ötürü. Şampiyon olunca, en iyi, en güçlüğü olduğu için... Olamayınca, “Hakkımızı yediler...” Kurnaz öğrenci misali... İyi not alınca “Ben aldım”, zayıf not gelince “Hoca verdi.” Yarın ‘derbi’ var. Beşiktaş, Galatasaray’a konuk olacak. Ev sahibi düşüşte, misafir çıkışta… Kazananın şampiyonluk şansı yükselecek. Sarı-kırmızılı kulüp ve camia maça erken başladı; daha maçı kimin yöneteceği belli olmadan “Düdüğü çalacak kurayla belirlensin” açıklaması geldi örneğin. Taraftarlar yapabilir. O ayrı. Ama kulüp?.. Yöneticisi, başkanı?.. Ne lüzumu var? Aynı ön alma çabasını sergileyen, taraftarı ve üyesi olduğum Beşiktaş Kulübü ve Başkanı olsa, aynı eleştiriyi, özeleştiri olarak yapardım. Kim yaparsa yapsın yanlış çünkü. “Kendi sahamda, seyircimin önünde, rakip kim olursa olsun çıkar topumu oynar ve kazanırım” der geçersin. Sonuçta spor bu. Futbol… Yenmek de var, yenilmek de. Ya da yenişememek. Esas olan “Şerefimle oynar, Hakkımla kazanırım” diyebilmek.
BÖYLE KÜÇÜK AMERİKA OLMAYALIM
Amerika Birleşik Devletleri’nin (ABD) Florida Eyaleti'nde, Temsilciler Meclisi bir karar aldı. Ama nasıl bir karar...
Tamam, Florida'nın acı ve taze bir tecrübesi var. Geçen sene Parkland'de, 20 yaşındaki saldırgan bir lisede 17 öğrenciyi öldürdü, 17'sini de yaraladı. Ama alınan, yine de tartışılması gereken bir karar.
Mesela Türkiye'de olsa... Öğretmenlere silah taşıma hakkı verilse... Daha ötesi, taşıma ruhsatı sahibi o öğretmenin derse de belinde silahla girme hakkı olsa?.. Ve misal, sizin evladınız da o okulda, o öğretmenin sınıfında olsa...
Silah taşımak isteyen öğretmen, bir polis memuru kadar eğitim alacak olsa da... Uyuşturucu testinden geçmesi... Akıl sağlığı başta olmak üzere gerekli ve detaylı her türlü kontrolden temiz çıkması gerekse de... Sonuçta, evladınızın ya da bir yakınınızın belinde tabanca bulunan bir öğretmenden ders almasını ister miydiniz?
Ne düşünürdünüz böyle bir durumda? Ne hissederdiniz? “Çocuğum güvende” diye rahatlar mıydınız yoksa genç öğretmenden de şüphe duyup “Eyvah” mı derdiniz?