Uzun bir aradan sonra hepinize merhaba.
Bu aralar ergenlik döneminin sadece çocuklar için değil, aslında ebeveynler için de bir öğrenme dönemi olduğunu düşünmeye başladım.
Hepimizin bildiği ve öğrendiği gibi, ergenlik döneminde gençler birtakım davranış değişiklikleri yaşıyor. Birey olarak topluma karışmaya çalışırlarken aynı zamanda kendilerini var etmeye, değer görmeye ve kendi kararlarını hayata geçirebilmeye çabalıyorlar.
Ergenlik üzerine okuduğumuz kitaplar da özetle, çocuğunuza nasıl davranmanız gerektiğini, çocukların kendini bulma yolunda olduklarını ve hormonlarının farklı çalışmaya başladığını anlatıyor. Ama kimse anne babanın bu süreçte nasıl bir ruh hali içinde olduğundan, çocukları bireyselleşmeye başladığında neler hissettiğinden ve en önemlisi de bu dönemin aslında ebeveynler için de tıpkı gençler gibi yeni bir dönem olduğundan bahsetmiyor.
Bugüne kadar her zaman eli elimizde ve sorumluluğu tamamen bize ait olan çocuklarımız, artık elimizi bırakıp kanatlanıp uçmak istiyor.
Peki tam da bu durumda korkuları ve öğrenmişlikleri ile yüzleşen ebeveynler neler hissediyor?
Birçoğumuz aslında bu duruma alışmakta ilk başta zorlanabiliyoruz. Yeni bir davranış şekliyle karşılaştığımızda, "Acaba çocuğum kontrolümden çıkıyor mu? Acaba yanlış bir şey yapar mı?" gibi endişeler duymaya başlıyoruz.
Bu endişelerin birçoğu da genelikle haberlerde izlediğimiz, çevremizden duyduğumuz bilinçaltımıza yerleşmiş olumsuzluklardan veya korkulardan kaynaklanıyor. Öncelikle bu negatif düşüncelerden, endişelerden kurtulup, sakince düşünmeye başlayarak çocuğunuzla sağlıklı iletişim kurmak için ilk adımı atmış oluyorsunuz.
Düşüncelerin ve sözlerin sihirli gücünü öğrendiğinizde siz de hayatınızda mucizeler yaratabilirsiniz.
Bahsedeceğim konu "Bir şeyi iste ve olsun" kadar basit görünse de, bu işin arka tarafını anlatmak istiyorum, yani bilinçaltını.
Böyle bir düşüncesi olan ve daha çok mantıkla düşünen bir mizacınız olabilir. Anlatacağım bilgilerden sonra belki de sistemin nasıl çalıştığını daha gerçekçi bir açıdan görüp denemek isteyebilirsiniz.
Şimdi hep beraber düşünelim.
Neden bir insan üzgünken bir diğeri mutludur? Neden bir insan zenginken diğeri yoksul ve hüzünlüdür?
Neden biri korkak ve endişeliyken diğeri cesur ve güven doludur? Neden bir insan başarılıyken diğerinin başarısızlıklarla dolu bir hayatı vardır? Neden bir insan popülerken diğerinin hiç arkadaşı yoktur? Neden biri ölümcül olan bir hastalıktan kurtulabilir ama diğeri ciddi bile olmayan bir hastalıktan kurtulamaz?
Neden bir insan mutlu bir evlilik sürerken diğeri hayal kırıklığı yaşıyordur?
Bu soruların cevapları aslında bilinçaltı inançlarımızda gizli olabilir mi?
Öncelikle belirtmek isterim ki bu yazımı corona virüs bu kadar yayılmadan önce yazmıştım. Fakat şimdi düşününce, erteleme konusunda düşünmek ve bir şeyleri değiştirebilmek için en güzel zamandayız. Tüm dünyada yaşanan ve bu negatif gibi görünen durumu kendimize dönerek alışkanlıklarımızı, değiştirmek istediklerimizi düşünerek, farkındalığımızı arttırarak geçirirsek bu süreçten fayda sağlamış olarak çıkabiliriz.
Eğer erteleme sendromu başlığı ilginizi çekti ve bu satırları okuyorsanız sizin de benim gibi yaşadığınız erteleme sendromunuz var demektir. Dünyadaki her şeyin enerji ile döndüğüne inanan biri olarak, bugün dinlediğim ses kaydında erteleme yaptığım konuların erteleme enerjimden dolayı çözüme kavuşmayıp daha da erteleneceğini duymam, bu konuda harekete geçmem gerektiğini düşündürdü bana. Bu farkındalığı yaşamışken belki benim gibi ihtiyacı olanlar olabilir diye düşünerek yaşadıklarımı sizlerle de paylaşmak istedim.
Neleri ertelediğimi düşünürken başladım liste yapmaya. Evde nasılsa başka şampuan var diyerek almayı ertelediğim çok sevdiğim şampuanımı sipariş etmek, mutfaktaki erzak dolabını toplamak, uzun zamandır görüşmek isteyip de görmediğim bir arkadaşımı görmek için arayıp plan yapmak gibi. Sonunda önüme koca bir liste çıktı. Listeye şöyle bir uzaktan bakmak, tüm bunları erteleyerek aslında hayatın büyük kısmını da erteleyerek geçirdiğimi düşündürdü bana.
Sonra bu listedekileri tek tek tamamladığımı hayal etmeye başladım. Bir anda huzurla gülümsediğimi fark ettim. O an erteleme enerjisinin aslında beni nasıl aşağı çektiğini ve bir şeyleri erteledikçe daha çok şeyi ertelemeye başladığımı anladım. Artık durumun kontrolünü elime alıp alışkanlıkları değiştirmenin zamanı gelmişti.
Bu farkındalık ile koçlukta da sık sık kullandığımız şu soruyu getirdi aklıma. Ne oluyordu da ben tüm bunları erteliyordum?
Hepsinin farklı bir sebebi olmakla beraber ortak sebep şu: Bir kere erteleme enerjisine girmek zamanla daha çok şeyi ertelemeye başlamama sebep olmuştu.
Bununla beraber internette yaptığım araştırmada da ertelemenin başkaca sebeplerini gördüm. Bunların bazıları da benim için geçerliydi.
Her aile çocukları için en iyisini yapmaya çalışarak başlar ebeveynlik serüvenine.
Çocuk doğduğu zaman ihtiyaçlarının fiziksel olduğunu düşünür bir çoğumuz. Neticede bizim bakımımıza muhtaç bir varlıktır kucağımıza verilen. Odağımızı onu doyurmaya, altını değiştirmeye, yedirmeye, fiziksel gelişimini gözlemlemeye, zeka geliştirici oyuncaklar almaya çeviririz. Fakat bu saydıklarım, yukarıda da söylediğim gibi, çocuğun fiziksel ihtiyaçları. Sizce bu ihtiyaçları gidermek yeterli mi? Çocukların ruhsal ihtiyaçlarının neler olabileceğini hiç düşündünüz mü? Gerçekten bir çocuğun en önemli ihtiyacı nedir sizce?
1944 yılında ABD'de bir araştırma yapmak için 20 yeni doğmuş bebek, sadece fizyolojik ihtiyaçlarının karşılandığı bir ortamda tutuldu. Bakıcılar sadece bebeklerin altını değiştirmek, yemeklerini yedirmek ve yıkamak gibi ihtiyaçlarını giderdi ve mecbur kalmadıkça bebeklerle göz teması kurmayıp minimum seviyede dokundular. Bununla birlikte tüm fiziksel ihtiyaçlarına son derece özen gösterdiler. Bir süre sonra bebeklerin hiçbir fiziksel neden olmadan yavaş yavaş ölmeye başladığı görüldü ve bu deney hemen sonlandırıldı.
Bir çocuğun hayatının ilk yıllarından itibaren en az hava ve su kadar ihtiyaç duyduğu şey, anne ve babanın koşulsuz sevgisi ve kabulüdür. Dolayısıyla çocuğun anne babasının sevgi ve kabulünü elde etmek için yapmayacağı şey yoktur. Bir anne babanın en büyük hatası da, çocuğunu anlamak, dinlemek, tanımak için zaman ayırmamaktır bana göre.
Aileleri tarafından sevgi ve kabul görmemiş çocuklar mutsuz ve gergin olur. Genellikle de toplum tarafından hemen problemli çocuk etiketi yapıştırılır böyle çocuklara. Peki asıl sorun sizce kimde? Problemli çocuk mu, problemli ebeveyn mi?
Ona değerli bir birey olduğunu hissettirdiğinizde, çocuk sevildiğini ve kabul gördüğünü anlar. Peki çocuğa değerli olduğunu nasıl hissettirebiliriz? Hepimizin davranış şekli farklı olduğundan, cevabımız da aslında kendi içimizde. Ne söyleyip ne düşündüğünüze bir bakın. Ardından empati kurarak ve onların da tıpkı sizler gibi bir birey olduğunu kabul ederek iletişim kurun.
İçinizde ebeveyn koçluğunu deneyimleyen mutlaka olmuştur. Bu niş koçluğa duyduğum özel ilginin sebebi, ebeveynlerin kendi davranışlarına dışarıdan bakıp gözlemlemeden, çocuklarıyla doğru iletişim kurmalarının çok kolay olmadığını deneyimlemiş olmam... Hatta bu konuda, "Ebeveynler değişmeden çocuklar değişmez" şeklinde çok net bir inancım var. Çünkü ebeveyn-çocuk ilişkisi, iki taraflı iletişim gerektiriyor. Her ilişkide olduğu gibi bu ilişkide de birbirini anlayabilmek, empati kurabilmek, karşındakini yargılamadan anlamaya çalışarak dinlemek ve kendini ifade edebilmek çok önemli. Çocuklarımız da birer birey. Ebeveynler olarak bizlerin görevi onları en doğru şekilde yetiştirmek için zaman zaman yol gösterip zaman zaman da kendi doğrularını bulmalarına yardımcı olmak. Bir çocuğun ya da gencin kendi doğrusunu bulabilme sürecinde en önemli desteklerden biri, ailesinden kabul ve değer gördüğünü hissetmektir.
"Canım oğlum, sen benim için çok önemlisin, değerlisin" gibi söylemler yerine, ona değerli olduğunu hissettirecek davranışlardan bahsediyorum aslında. Bu davranışların en basitiyle, ailenin içinde çocuğun da söz sahibi olmasını sağlayarak başlayabilirsiniz işe. Çocuğuna söz hakkı vermeden büyüten kaç aile var hiç düşündünüz mü? Siz de X kuşağı bir ebeveynseniz, "Ayıp, saygısızlık etme, sus, büyüklerinin yanında söze girilmez, ayak ayak üstüne atılmaz, sen daha çocuksun, anlamazsın" gibi cümleleri sık sık duyarak büyümüş ve aynı şekilde anne babanızın eğitim şekli ve söylemleriyle kendi çocuğunuzu büyütmeye çalışıyor olabiliriz. Eğer durum böyleyse çocuğunuzla iletişim kurma adına doğru yolda olmadığınızı söyleyebilirim. Sizlerden farklı değerlere sahip Z ve Alfa kuşağı olan çocuklarınız maalesef bu yöntemlere direnç gösterip söylediklerinizi hiç anlamayacak ve karşı çıkacaktır.
Çünkü onların bambaşka değerleri var. Mesela;
Çocuklara değer vermek ve onların duygularını olduğu gibi kabul ettiğimizi hissettirmek için önce biz onların değerlerini kabul etmeliyiz. Oldukları gibi kabul edildiklerini hissettikleri anda tüm kalkanları inecek ve iletişim kanalları açılacaktır. Tıpkı her insanın anlaşıldığını hissettiğinde yaptığı gibi... Böylece aile olarak koyduğunuz sınırları da daha kolay kabul edeceklerdir.
Önce kendinizi anlayın. Sonrasında çocuğunuzu anlamak kendiliğinden gelecektir. Unutmamalı ki ebeveynlerin davranışları değiştiğinde çocukların davranışları da otomatik olarak değişir. Çünkü sen değişirsen dünyan değişir.
Yenilikleri öğretmeye ebeveynlerinden başlayan harikulade Z kuşağı çocuklarımızı anlamak ve sevgi ile kucaklamak dileği ile...
Ergenlik hem çocuk hem ebeveynler için yeni bir başlangıç dönemidir ve değişken bir süreci ifade eder. Aynı zamanda gençlerin biyolojik, ruhsal, hormonal ve sosyal bakımdan değişimler yaşadığı bir dönemdir. Bu dönemde gençlerin bunca değişimi aynı anda yaşadığı düşünüldüğünde, bu sürecin de tıpkı çocuğumuz yeni doğduğunda yaptığımız gibi, araştırmayı, anlamayı, öğrenmeyi fazlasıyla hak ettiğini düşünüyorum. Yeni doğmuş bir bebeğin nasıl anne ve babasının yardımına, desteğine ihtiyacı varsa ergenlik dönemindeki bir çocuğun da ihtiyaçları bundan farklı değildir.
Orta ergenlik zamanında çocuklar artık ebeveynlerden ayrışarak farklı bir kişi olma konusunda gayret göstermeye başlar. Ergen, birey olarak kendisini ailesine kabul ettirmek için çabalar. Bireyleşme sürecinde de duygusal anlamda aileden uzak durarak, arkadaş ilişkilerine yönelir. Çocuklar bu dönemde kolayca risk alabilir ve her şeyin yapılabilir olduğunu düşünür. Bağımsızlık isteği de aile içinde çatışmalara neden olur. Ebeveynler de genellikle çocuklarının davranış değişikliği karşısında paniğe kapılır ve ne yapacağını bilemez. Aslında artık bu dönemde gençlerin eskiye göre çok daha farklı ihtiyaçları başlamıştır.
Öğrenci koçluğu, tam da bu duygu değişikliklerinde, kişiye pek çok yönden fayda sağlar. Koçluk sürecinin bireysel faydalarından en önemlisi, kişinin değişim karşısında uyum becerisinin geliştirilmesidir. Öğrenci koçluğu da kişilerin pozitif tutumlar geliştirmesine yardımcı olur. Aynı zamanda kendilerini daha iyi tanımalarına, potansiyellerine ulaşmalarına, kendilerini fark etmelerine ve bireysel yaşantılarıyla ilgili sorumluluk almalarına olanak tanır. Kendini daha iyi tanıyan genç, gelişmek istediği yönü farkındalıkla seçebilir ve seçilen yönde de kararlı şekilde ilerleyebilir.
Öğrenci koçluğu davranış ve tutumlarda birtakım değişiklikler yaratabilir;
• Öğrencilerin davranışlarında dürüstlük,
• Var olan kaynaklarının, kapasitelerinin ortaya çıkarılması,
Çocuklarımız hepimizin en değerli varlıkları. Onlar için hep en iyisini istiyoruz. "Çocuğum bir enstrüman çalsın, spor yapsın, mimar olsun, üniversiteyi bitirince iyi bir şirkette işe başlasın"... Bu saydığım isteklere daha nicelerini ekleyebiliriz. Hiç kendinize "Kimin için en iyisini istiyorum?" diye sordunuz mu? Ya da başka bir deyişle, bu istekler kime ait? Sizin mi yoksa çocuğunuzun istekleri mi? Ebeveynler olarak genellikle kendi yapamadıklarımızı çocuğumuzun tamamlamasını isteriz. Onlara daha küçükten bu vizyonu yükleriz. "Doktor olacak benim oğlum", "Ben olamadım ama o olacak" gibi söylemlerle. Çocuk bunları dinleyerek büyür ve sorgulamadan tıbbı kazanmak için çalışmaya başlar. İyi ihtimalle kazanır da. Peki bu mesleğin kendine uygun olmadığını fark ederse ne olur?
Mutsuz olmak için yaşayan var mıdır bilemem ama insanlar genellikle mutlu olmak için yaşar. En azından benim ve çevremdeki insanlar için durum böyle. Gün içinde ne kadar uzun saatler geçirdiğimizi düşünürsek, sevdiğiniz bir işte çalışmanın genel olarak hayatta da mutluluğun anahtarlarından biri olduğunu düşünüyorum.
İşe onların ayrı ve değerli birer birey olduklarını kabul ederek başlayalım. Aynı zamanda onların aslında bu dünyaya bizim kalan işlerimizi tamamlamaya gelmediklerinin de farkına varalım. Bambaşka istekleri, değerleri, vizyonları ve zevkleri olabileceğini kabul edelim. Çünkü onları mutlu eden şeyler bizimkilerden farklı olabilir. O halde onları tanımaya, kendilerini tanımalarını sağlamaya çalışalım. Önce çocuğun mizacını, değerlerini, güçlü yanlarını ve gelişmesi gereken yönlerini tespit edelim ve sonrasında bu özelliklere uygun hangi meslekler var, ne şartlarda çalışırsa mutlu olur gibi soruların cevaplarını bulmak için yola çıkalım.
Bu konuyu ögrenci koçluğu deneyimlerimde yaşadığım birkaç örnekle şöyle anlatabilirim. Mesela özgürlük değeri çok yüksek bir genci, bir ofiste 9-6 çalışmaya zorlamak ne kadar doğru? Sizce bu genç bu şartlarda ne kadar mutlu çalışabilir? Takdir edersiniz ki sahada çalışabileceği bir iş ortamı onun için daha uygun olacaktır.
Bir başka örnek... Bireysel çalışmaya önem veren bir genç, sürekli iletişimin olduğu bir işyerinde, iletişim değeri yüksek olan bir genç de tüm gününü tek başına bir bilgisayarın başında geçireceği bir işte ne kadar mutlu olabilir? Uygun şartların olmadığı ortamda ne kadar verimli olabilir? Maalesef pek mümkün değildir.
Tüm bu yazdıklarımdan sonra kafanız karışmış olabilir. Öncelikle yalnız olmadığınızı söylemek isterim. Zaman zaman hem ebeveynler hem de gençler olarak, doğru meslek seçimi ile ilgili kararlar alırken zor günler geçirebiliriz. İşte bu aşamada kişilik envanteri yaparak, çocuğun endi değerlerini ortaya çıkaracak, hedef belirlemesinde ve bu hedefe ulaşmasında yardımcı olacak bir öğrenci koçu ile çalışmak hayatınızı kolaylaştırabilir. Unutmayın ki çocuğunuza verebileceğiniz en güzel hediyelerden biri de kendini tanıyarak, anlayarak bu hayata başlaması. Yaşayacağı bu farkındalıklar ona bir ömür boyu eşlik edecek ve hayatını kolaylaştıracak.