Özetle; Uyum.
Biyolojik, ruhsal, fiziksel ihtiyaçları, -topluma ve yasal kurallara ters düşmeden, onlarla çatışmadan- karşılayabilmeyi başarmak.
Daimi olarak değişen koşullarda ve sosyal çevremin baskısı altında, mevcut durumu değiştirebilmem, geliştirebilmem ve korumam gerekiyor. Eğer bunu yapamazsam sıkıntı yaşıyorum. Bi nevi uyumlanamamış oluyorum.
Kuşkusuz, her değişim bir uyum sürecine tabi.
Yani hayatımıza giren ve hayatımızdan çıkan kavramlara adapte olmak için zamana, bazen desteğe, uyumlanmanın çok zor olduğu zamanlarda da yöntemlere ihtiyacımız var.
Uyum, bir tür kabulleniş, sineye çekiş, kendinden vazgeçiş, katlanış değildir.
Uyum, yeni duruma, kendi üslubunda, kendi zamanında, kendi biricikliği çerçevesinde ve doğalında adapte oluş şeklidir.
Geçtiğimiz birkaç haftanın hızla büyüyen trendi corona virüs bizi evlerimize hapsettiği kadar zihinlerimizin içine de hapsetti.
Felaket senaryoları, umut cümleleri, komplo teorileri, önlem çağrıları derken kafamızın içinde bir sürü soru ile beklemedeyiz.
Kendi tercihimizle olsun ya da olmasın her değişim içinde ufak da olsa tedirginliği barındırıyor. Ancak aslında her değişim, artık mevcut durumun işlemez olduğu anlamına da geliyor.
Yani aslında, ortada bir değişim varsa, bu her zaman "olumsuz" değil, "olması gereken" demek de olabiliyor.
Neticesi ister olumlu olsun, ister olumsuz; hayatımızda bir şeylerin değiştiğini görmek konfor bozucu. Bunu kabul etmek lazım.
Peki corona virüsle birlikte hayatımızda değişen (değişmesi gereken) durumları nasıl göğüsleyecek, bu durumlarla nasıl başa çıkacağız?
Gün içinde okuduğumuz haberler, WhatsApp gruplarından gelen mesajlar ve kafamızda kurduklarımız birleşince karnımızda kocaman bir kaygı topu ile dolanmaya başlıyoruz. Kendimize ve çevremize büyüyen bir endişe yayabiliyor, olumsuz olanları kendimize çekmeye başlıyoruz.
Düşüncelerimiz ve eylemlerimiz, durgun bir suya atılan taşlar gibidir. Merkezdeki harekete paralel olarak dalgalar büyür ve yayılırlar.
Milyarlarca insanın yaşadığı bir dünyada, büyük ve köklü bir değişim olması için çok büyük hareketlerin başlaması gerektiğini düşünüyor olabiliriz. Oysa her birimiz içimizde -önce kendi minik dünyalarımız için- iyiye veya kötüye doğru gidebilecek değişimleri başlatabilecek güce sahibizdir.
Yani, aslında, çok önemsiz gibi gördüğümüz bir cümle, bir başkasını etkileyebilir ve o insanın tepkisi de diğer bir insana acı, korku, ilham, mutluluk veya endişe verebilir.
Aklımızdan geçenler ve hareketlerimiz, tıpkı durgun bir suya atılan taşlar gibi dışa doğru hareket ettikçe dalgalar halinde büyüyen, genişleyen, yayılan ve etkisini hissettiren bir hal alır. Yani dünya üzerindeki etkimiz tahminimizden çok daha büyüktür ve tahminimizden çok daha büyük sonuçlara sebep olabilir.
Dalga efektini olumluya doğru fark yaratmak için kullanmak da bizim seçimimiz, etrafımızı olumsuzluk dalgaları ile doldurarak dünyamızı karartmak da.
Şüphesiz ki, ne ekersek, onu biçeriz. Hiçbir tohum ait olmadığı meyveyi vermez. Negatif enerjilere maruz kalan birinin, etrafına bu negatif enerjiyi geçirme olasılığı çok daha yüksektir.
Oysa bir gülümseme, ufak bir yardım, bir güzel söz ve nazik bir davranış sayesinde kartopu gibi büyüyen ve koca bir harekete öncülük edebilmek mümkün.
Son zamanların en moda lafları şöyle:
Ne ola ki bu meşhur AN’da kalma meselesi?
Yoga kursları, nefes egzersizleri, özel dersler, spiritüel kitaplar…
(PS: Kaç kişinin evinde OSHO'nun kitabı varsa parmak kaldırsın. Yoklama alıyoruz.)
Mutlak süretle konuya vakıf kişiler vardır.
Ben onlardan değilim. Okumakta olduğunuz yazı, AN meselesini farklı insanlardan dinlemiş, okumuş ve ‘denettirilmiş’, kendinin ne anladığını anlatmaya çalışan bir kadın tarafından yazılıyor.
Asla
Kendine en son ne zaman “Kimim ben?” diye sordun? Yaşam rollerinin dışında yani. Bir birey olarak, kimsin sen? Neler yapmayı seviyor ve nelerden uzak durmayı tercih ediyorsun mesela?
Kendini en son ne zaman rollerin arasında sıkışıp kalmış, çaresiz ve yetersiz hissettin? En son ne zaman aynada gözlerinin tam içine bakıp “Bu ben değilim!” dedin?
Belki de o gün bugündür 🙂
Özetle;
Sınır.
(TDK): Bir şeyin nicelik bakımından inebileceği veya çıkabileceği en alt ve en üst yer, limit.
70 kilo bir adamı 30 kilo kaldırma kapasitesine sahip bir sandalyeye oturtup, 40 numara olan ayağına 38 numara ayakkabıyı zorla giydirsem ve sonra görme engelli olan bu adamı alıp saatlerce resim sergisinde gezdirerek ısrarla fikrini sorsam, yorum yapamadığında azarlasam...
Özetle;
Uyum.
(TDK); 'Uygunluk, Ahenk, İntibak, Entegrasyon, Mutabakat, Harmoni' olarak açıklıyor, sağolsun.
Modern çağın insanından beklenene göre; "Duygu, düşünce ve davranışlarımı değişen tüm koşullara rağmen dengede tutarken, bu sırada gerçekleşen tüm dönüşümlere karşı esnek olmalıyım. Yani kolaylıkla uyumlanmalıyım."
Neden?
Slime mıyım ben?
Olumlu yada olumsuz, “yeni” olan her şeyle aramızda bir "uyum durumu” söz konusu. Toplum nezdinde uyumlanabildiğimiz kadar “başarılı” uyumlanamadığımız kadar “başarısız” sayılıyoruz. Hayatta kalma becerimiz bi nevi uyum başarımız ile ölçülüyor.
Tüm bunlarda bir acayiplik yok. *Yani dünya düzenini değiştiremediğimiz sürece (sanıyorum hiç birimizin artık buna gücü de yok) *Ancak uyumlanmak her zaman o kadar da kolay olmuyor. Değişen şartlar sonrasında hepimiz, her zaman güle oynaya uyumlanamıyoruz.