İngiliz model Cara Delevingne geçen hafta henüz olmayan çocuğu için kıyafetler aldığını açıkladı. Bunu söylerken ‘manifesting’ ifadesini kullandı. Yani düşünce gücüyle hayalinin gerçek olmasını amaçladığını söyledi. Cara yalnız değil. Şarkıcı Ariana Grande ve milyarder sunucu Oprah Winfrey de başarılarını ‘manifesting’e borçlu olduğunu söylemişti. Oyuncu Gwyneth Paltrow’un yaşam sitesi Goop’ta sık sık bu konunun uzmanları ile röportajlar yayınlanıyor. Roxie Nafousi’nin bu konuda yazdığı ‘Hayatını En İyi Şekilde Yaşamanın 7 Adımı’ kitabı yok satıyor. TikTok’ta bu ifadenin geçtiği paylaşımlar milyarlarca izleniyor.
GÖRÜNDÜĞÜ GİBİ MASUM DEĞİL
Manifesting, aslında daha önce ‘çekim yasası’ olarak duyduğumuz mesele. İnandığımız bir düşünceyi, bir hayali hayatımıza çekme tekniğine deniyor. Zararsız, masum bir ‘hayatla başa çıkma’ yöntemi olarak görünebilir. Ancak kendini kaptıran kişi, hayatın kaçınılmaz gerçekleriyle yüzleşmekten uzaklaşmaya, kötü giden her şey için kendini suçlamaya, mağdur olmaktan utanmaya başlıyor. İyi düşünme ve iyi niyet etmenin iyileştirici gücü, umutlandırmasında, ruhu sakinleştirmesinde. Ama hasta olduğumuzda veya kilo veremediğimizde iyi düşünceleri hayatımıza çekemediğimize mi üzülmeliyiz?
HERKES KALBİNİN EKMEĞİNİ YEMEZ
Çekim yasası ile dünyayı 2006’da yazdığı ‘The Secret’ kitabı ile tanıştıran Rhonda Byrne, geçen hafta yeni bir kitap çıkardı. Bu kez aşk, sağlık ve para konularında ‘çekim yasası’nı çalıştırmanın formüllerini veriyor. Son röportajlarından birinde “Düşünceleri ahenk içindeki birinin bedeninde hastalık barınmaz” demiş.
Nasıl bulaştığı bile hâlâ tam belli olmayan bir virüsün milyonlarca can aldığı dönemde bu tür akımlar ve yaklaşımlar çok tehlikeli. Oysa hayat böyle değil. Herkes kalbinin ekmeğini yemiyor. İyi insanların başına kötü şeyler, kötü insanların başına da iyi şeyler gelebiliyor. Hatta bazen iyi şeyler, olmayacağına kendini inandırdıktan çok sonra olabiliyor.
SEKS BAĞIMLILIĞI DİYE BİR ŞEY YOK
Geçenlerde yayınlanan bir araştırmada seks bağımlısı olarak tanımlanan kişilerde oksitosin hormonu seviyesinin fazla bulunduğu açıklandı. Hatta bu kişilere hormon tedavisi uygulanarak bağımlılıklarının azaltılabileceği öngörülüyor. Oksitosin zaten en çok ‘temas’ ile salgılanan bir hormon. Yani bağımlı denilen, kontrolsüzce seks yapan kişilerde yüksek çıkmasının nesi tuhaf?
Ayrıca araştırma, neden-sonuç ilişkisi kurmuyor, hormonal bir bağ olduğunu söylüyor. Hastalıkla suçu karıştırıyoruz Ama bu veriyi doğru kabul edersek, her cinsel saldırının, her ihanetin, “Benim suçum değil, hormonlarım yüksek” diye savunulmasını da kabul etmiş oluruz. Bazı suçları hastalıkla açıklayarak çok ciddi bir tehlike yaratıyoruz. Psikiyatrik tanımlamalar ile kötülüğü ve suçları çok sık karıştırıyoruz.
Çocukları taciz edenlere pedofil denmesi de büyük bir problem örneğin. Nedense seks bağımlıları için kurulan dernekler, rehabilitasyon merkezleri arttıkça bu konu daha sık gündeme geliyor… Bu bağımlılık mevzusu da pantolonunu belinde tutmakta zorlanan bazı Hollywood ünlülerinin cinsel saldırı skandallarından sonra çıkmıştı zaten…