Albert Einstein, iki evlilik yaptı ve bu evliliklerden üç çocuğu oldu. Einstein’ın ilk çocuğu, ilk eşi Mileva Maric ile evlilik öncesi ilişkisinden dünyaya geldi. Kızı Lieserl’in doğumundan sonraki akıbeti bilinmiyor. Bazı kaynaklar, bebekken kızıl hastalığından öldüğünü veya evlatlık verildiğini öne sürüyor.
Einstein’ın ikinci çocuğu ve ilk oğlu Hans, babası gibi bilim insanı oldu ve hidrolik mühendisliği alanında uzmanlaştı. Kaliforniya Üniversitesi’nde profesör olarak çalıştı. Einstein’ın üçüncü çocuğu ve ikinci oğlu Eduard, yetenekli bir öğrenciydi ve tıp alanında kariyer yapmayı planlıyordu. Ancak genç yaşta şizofreni teşhisi kondu ve hayatının büyük bir kısmını psikiyatri kliniklerinde geçirdi. Einstein, oğlu Eduard’ın şizofren olduğunu Freud’dan öğrendi. Son bir kez oğlunu Zürih’e kliniğe görmeye gitmeyi planladığı esnada kalp krizi geçirdi ve öldü. 1965’te psikiyatri kliniğinde Eduard’a, babasının ölüm haberini doktoru verdi; kliniğin bahçesindeki bankta otururlarken, doktor, babasının kalp krizinden öldüğünü açıkladı, “Onu hatırlamıyorum” diyen Eduard’a, doktor cebinden çıkardığı bir fotoğrafı uzattı. 1933’te babası oğlunu kliniğe ziyarete geldiği gün çekilmiş bir fotoğraftı...
Doktor, Eduard’a “Babanız sizi çok seviyordu, o gün çok üzgündü” dedi. Eduard, başarılı bir öğrenciydi ve müziğe yeteneği vardı. Liseyi bitirdikten sonra psikiyatrist olmak için tıp okumaya başladı. Ailesinin akademik geleneğini sürdürmek isteyen Eduard, Zürih Üniversitesi’ne girdi. Amacı psikiyatri eğitimi alarak bu alanda uzmanlaşmaktı. Ancak hayatı onun planladığı gibi ilerlemedi, 21 yaşına geldiğinde şizofreni teşhisi kondu ve psikiyatri hastanesine yatırıldı. O dönemdeki ilaçlar ve tedaviler genç Einstein’a yardımcı olmaktan çok zarar verdi. Kardeşi Hans, Eduard’ın hastanede yattığı süre boyunca yapılan tedavilerin hafızasını ve bilişsel yeteneklerini olumsuz yönde etkilediğini ileri sürüyor. Eduard, sık hastalanan bir çocuktu.
Bu nedenle zamanının büyük bir kısmını evde geçiriyordu. Evde geçirdiği zamanlarda şiirle ilgileniyor, piyano çalıyor ve psikiyatri alanında çeşitli kitaplar okuyordu. Eduard, Freud hayranıydı. Eduard, yıllar geçtikçe farklı alanlara ilgi duymaya başlasa da ideali her zaman babası gibi kendini bilime adamak ve psikiyatri okumaktı. Babasına olan hayranlığını şu cümleyle ifade ediyordu: “Bazen bu kadar önemli bir babaya sahip olmak zordur çünkü insan kendini çok önemsiz hissediyor.” Eduard’ın şizofreniyle savaşı, babasının Amerika’ya göç etmesiyle daha da zorlaştı. Einstein, oğullarını her ne kadar yanında götürmek istese de Eduard’ın genel durumu bu yolculuk için uygun değildi. Bu veda, babanın oğlunu son görüşüydü.
Einstein, hayatının geri kalan yıllarında oğluna düzenli olarak mektuplar yazdı ve maddi desteğini hiçbir zaman esirgemedi. Yıllarca ağır tedavilere maruz kalan Eduard, babasının gidişiyle daha da sarsıldı. Oğlunu iyileştirmenin çeşitli yollarını arasa da bir türlü bulamayan Einstein; çaresizliğini, bir meslektaşına yazdığı mektupta “Eduard’ın durumu beni çok üzüyor. Tamamen gelişmiş bir insan olması mümkün değil” cümleleriyle ifade ediyordu. Einstein, Eduard’ın durumunun kalıtsal olduğuna ve hastalığın anne tarafından oğluna geçtiğine inanıyordu. Eduard, hayatının geri kalanını İsviçre’de bir psikiyatri kliniğinde geçirdi. Ekim 1965’te, 55 yaşında felç geçirerek hayatını kaybetti. Eduard, babası gibi unutulmaz bir bilim insanı olacak potansiyele sahipti. Ancak hayatı bambaşka bir yöne sürüklendi…