Bazen, hayatın karşımıza çıkardığı sınavlar, zaman içinde içsel bir yıkıma dönüşüyor. Tam bir savaş meydanında tek başımıza kalmışız gibi. Dış dünyadan gelen her bir hamle, içimizde fırtınaların kopmasına neden oluyor ama savaş meydanını terk etmek gibi bir lüksümüz de yok. Bu durum, tek başına inanılmaz bir duygu mücadelesi vermeye neden oluyor.
Nasıl kazanacağım, neyi kazanacağım, neden tekim ve daha fazlası... Her bir soru kendi içimizde daha da küçülmemize ve tıpkı bir toz zerresi gibi değersizleşmemize neden oluyor.
Bence, bu süreçte insan gerçek benliğini yeniden keşfetmek zorunda kalıyor. İçsel çatışmalar ve yalnız kalmışlık hissi aslında bir tür arayışa da itiyor. Bir yanda acı, diğer yanda güç duruyor. Acılarını kabullenenler ve en önemlisi de savaş meydanını terk etmeyenler gücü elde ediyor. Her ne kadar kırık dökük, kanlar içinde ve yorgun olsalar da o meydandan çıkmayı başarıyorlar. Acılarını kabul etmeyenler ve kendini kurban olarak görenler ise belki de bir yardım eli uzanacakken ortadan kaybolmaya mahkum oluyorlar. İşin kötüsü kendini bulma fırsatını da ellerinin tersiyle itiyorlar.
Ben de herkes gibi zaman zaman duyguları anlamlandırmak adı verilen savaşın tam ortasında kendimi kaybetmiş gibi hissettim. Duygularımın arasında yok olurken, bazen hangi yönüme tutunmam gerektiğini bilemediğim çok an oldu ama sonra fark ettim ki, bu kayboluşlar duygularını olmasa da kendini bulmanı sağlıyor. O yüzden diyorum ki her zaman umut var. Eğer kendini bulmak istiyorsan nasıl bir savaşın ortasında kalırsan kal, yalnızlığı da acıları da duyguları da bir bir kabullenerek kendini keşfedebilirsin. Olay yerini terk etme, tek kalsan bile :)