Bugüne kadar genç starımız Aleyna Tilki’nin çok demecini dilimize doladık, ‘yine aforizma patlatmış’ diye güldük.. ‘Gençtir olur öyle kafa karışıklıkları’ falan dedik ama ilk kez güzel laf etmiş Allah için! Bir dergiye konuşmuş, şöyle diyor:
Kendimi tanıdıkça, kendimi ne az tanıyormuşum kaygısına kapılıyorum ve bu kaygı beni sürekli dürtüyor... Mesela geçmişte kalan bir yaram olduğunu düşünelim; o yaranın yerini keşfettiğim zaman o yaraya parmak basıyorum ki, daha çok kanasın. Mutluluk duyduğum, tatmin olduğum olayların da üzerine giderim, onları daha çok deneyimlemeye çalışırım. Kendimi tanımak bir yolculuk gibi…
Bence söyledikleri şahane ve çok derin. Kendi başına bu işi yapabiliyor mu bilemem ama insanların psikologlara gidip para döktüğü şey tam da bu!
Hayatın hayhuyu içinde başımıza gelenleri o kadar düşünmüyoruz, o kadar üzerinde durmuyoruz ki... Aslında bugün tepki verdiğimiz pek çok şey geçmişimizle alakalı. Yaralarımıza parmak bassak, öyle çok kanar ki, öyle çok şey çıkar ki ortaya… Hayır durun, Aleyna’nın tek bir lafıyla bu topa girmedim. Denk geldi, nedeni de aşağıda..
‘Kırmızı Oda'ya öyle ihtiyacımız var ki
Şu sıralar Dr. Gülseren Budayıcıoğlu’nun kitaplarını okuyorum. Psikiyatrist olarak kendisine anlatılanları yazmış. Gerçek hikayeler. Geçmişte yaşananlara, yaralara parmak basan hikayeler tam da! Budayıcıoğlu’nu ‘İstanbullu Gelin’ dizisinden bilen bilir... Dizinin uyarlandığı kitabın yazarı. Türk dizi tarihinde ilk kez bir psikiyatristle hastasının diyalogları bu kadar izlendi sanırım.
Öyle müthiş analizler vardı ki dizide, diğer hikayeler de ‘Kırmızı Oda’ dizisinin yapılmasına yol açtı böylece. Şöyle söyleyeyim; Binnur Kaya’nın psikiyatristi canlandırdığı bu proje, (Ki Kaya bu rolde olmuş mu kararsızım) çok akıllı iş. Bu kadar öfkeli, bu kadar şiddet meraklısı, bu kadar dinlemeyen/anlamayan, bu kadar mutsuz ve yaralı bir toplumda geç bile kalındı.
Geçmişte yaşadıklarımızın bugünümüzü, davranışlarımızı nasıl etkilediği dizide öyle net anlatılıyor ki; insanın hemen psikiyatrist koltuğuna çöküp içini dökesi geliyor. Yapsak, hepimizin içinden neler çıkar kimbilir.
Bir not: Evrim Alasya sayesinde diziye takıldım kaldım. İntiharın eşiğindeki kadını öyle şahane oynamış ki, müthişti gerçekten. Emeği geçen herkesin eline sağlık, işte bize bunlarla gelin.
Ekranda 'şuursuz' üslup
Bu ara yemek yarışmaları pek revaçta ya… Hiç izlemedim desem?! Çünkü o gerginlik, şeflerin öfkesi, o gereksiz hiyerarşi içimi şişiriyor. Format böyle tamam anladık da, niye?!! Alt tarafı yemek yapıyorsunuz, eğlensenize, eğlendirsenize biraz! Öyle olunca, izlenmiyor diyecekler... E tabii, seyirci de normal değil ki! Moda programları da aynı. Geçenlerde birine denk geldim.
Jüri üyelerinden biri, yarışmacı kıza soruyor, “Neden bunu giydin?” Kız kendinden emin “Çünkü beğendim!” diyor. Jüri üyesinden cevap: “Çünkü şuursuzsun!” Bu nasıl bir üsluptur ya? Yine içim şişti tabii. Bildiğim tek bir şey var; toplumdaki özensizlikte, öfkede, tahammülsüzlükte, terbiyesizlikte bu izlediğimiz şeylerin de payı var. Kafamdaki deli soru ise şu: Peki neden iyileri değil de kötüleri örnek alıyoruz?
Korona star dinlemez
Hollywood’un en güçlü kuvvetli aktörü Dwayne Johnson koronaya yakalandı. Lakabı ‘Kaya’. Gel de panik olma şimdi! Yeni Batman Robert Pattinson da hasta. Batman hasta mı olur? Oldu işte, gel de Batman’e inan şimdi!! Şaka bir yana, Türk dizi setlerine de sıçradı virüs. Genç oyuncular bir bir hastalanıyor. Ekrana çıkmak için gün sayan projeler için büyük talihsizlik. Hele sektör yeni işbaşı yapmışken...
Politikacılar, starlar, en izole yaşanlar bile virüse yakalanıyor; işin şakası yok. Ama biz hâlâ düğündü, halaydı derdindeyiz. Acaba bu ünlü hastalar ve ünlüler üzerinden yeni kampanyalar mı yapılsa? İnsanların kafasına daha mı kolay yerleşir bazı şeyler? Anlamak bu kadar zor olunca, deli fikirler uçuşuyor işte…
Kadınların güç fotosu
Hazal Kaya bir süre önce sette kucağında bebeğiyle poz vermişti. ‘Kariyer de yaparım çocuk da’ diyen, güçlü kadın pozu. Şahaneydi bence. Sonra Belçim Bilgin’den geldi benzer poz. Gerçi onun oğlu epey büyüktü ama olsun, önemli olan verdiği mesajdı. Tabii gecikmedi linç tayfası; ‘o poz daha önce verildi’, ‘Hazal’ı görmedin galiba’ tadında tonlarca laf dolaşıyor şu ara.
Sakin olun, o pozu ilk veren taaa 2013’te Brezilyalı model Gisele Bündchen’di! Önemli olan kadınların birbirlerini takdir etmesi, ‘yaptığın şeye ben de katılıyorum kardeşim’ deyip destek vermesi değil mi? Kadınlar için verilen bu mesaja, en çok da kadınlar saldırıyor. İşte bu kısmı ben asla ama asla anlamıyorum.