Dün, Kadına Yönelik Şiddetle Mücadele Günü’ydü.. Kadına şiddetle mücadele ettiğimiz pek söylenemez gerçi… Dün yine gazete sayfalarında onlarca şiddet hikayesi vardı; eziyet eden, döven, taciz eden, hatta işi bombalamaya kadar vardıran.
Adam ayrılmak isteyen eşinin evinin önüne bomba düzeneği kurmuş ya!!! Bu nasıl bir hırstır, nasıl bir manyaklıktır? Sorsan, hepsi de seviyor. Sevmeseler ne olurdu hayal bile edemiyorum. Bu kafalar nasıl değişir, erkek şiddeti nasıl biter bilmiyorum ama böyle özel günlere sığınıyoruz maalesef. Hatırlatıyoruz, söylüyoruz, konuşuyoruz, yazıyoruz, en azından şiddet dilini değiştirmek adına bir farkındalık yaratmaya çalışıyoruz.
Ama gerçek şu ki; iş ailede başlıyor. Sonra okulda, mahallede, arkadaşlar arasında, toplum içinde yayılıyor, yerleşiyor. Daha ötesi, yasalarla bu şiddet azaltılabilecekken, yapılmıyor. Yasa yapıcıların, bizi yönetenlerin sadece ayıplaması yetmiyor, hiçbir şey ifade etmiyor yani. Oraları çoktan geçtik; artık somut bir şeyler yapmak gerekiyor. Mesela yasaları değiştirmek. Yasaları değiştirin ki, kadınlar yaşasın! Lütfen...
İnsanları etiketlemek bitsin!
İzninizle biraz reklam yapıyorum. Koton markasının yeni kampanyası için... ‘Şimdi herkese saygı moda’ sloganıyla yaptıkları iş, moda kavramını öyle anlamlı kullanıyor ve anlatıyor ki… Kafalardaki etiketlerin yani önyargıların atılmasına...
Her fikre, her insana saygıyı moda yapmaya çağrı yapan şahane bir kampanya. Sorular herkesin dilindeki klişelerden oluşuyor:
- Gece gece böyle mi çıkacaksın?
- Bu etek çok mini, dışarda böyle giyinilir mi?
- Bunalımdakiler hep siyah mı giyer?
- Kış günü beyaz giyilir mi hiç?
- İşe böyle eşofmanla gidilir mi?
- Göbeği açık ruhu açık!
- Kapalı bir kadın pantolon giyer mi?
Anafikir de şu: ‘O ne der, bu ne söyler? Bırakın bunları. Kim ne isterse onu giyer!.” Marka diyor ki özetle, giydikleri yüzünden insanları etiketlemek bitsin! Üstelik şampiyon tekvandocu Kübra Dağlı da türbanıyla bu kampanya için poz vermiş. Son zamanların en güzel reklamı. Tebrikler Koton!
Aşkın coşkusu mu böyle felsefe yaptırıyor?
Hakan Altun ve Gonca Vuslateri birlikte mi? Magazin dünyası bu sorunun cevabını arıyor bu ara.
Hakan Altun şunu yazmış, “Anladım ki eri olmuşum ben bu aşkın, vuslatı beklerken...” ‘Eri’ ve ‘vuslat’ kelimeleri bu sonucu çıkarmış. Sonra da Vuslateri, şunları yazmış: “Birini sevmek. Gördüğün ilk kalp resminin içine girip onu hayal etmek. Öpmek o hayali. Şükre rast getirmek küçücük kalbi. Kollayarak sev beni. Susarak, dökerek sev. Aklıma takılsın kazağın. Bana eksil, bana ağ’la kendini. Böyle böyle yazılsın kaderimiz. Turam sensin…”
Yemin ederim, Beren Saat’in evliliği ile ilgili yazdığı sözlerden sonra en anlaşılmaz ikinci şey bu okuduklarım!! Ne gerek var bu bilmeceye bilmiyorum ama açıklıyorum gerçeği:
Evet bu ikili birlikte!! Nereden biliyorum? Daha dedikodu basına düşmeden, yakın dostlarından birinden duydum. Hatta ilk duyduğumda “Aa ne alaka?!” bile dedim.
Galiba uyuşturamadım ikisini ama bir ilişkide kim kime ne hissettiriyor, kim kimin hangi duygusuna iyi geliyor, üçüncü kişi bunu asla bilemez. Onu da geçtim... Sadece şu bilmece gibi cümleler, anlaşılmaz yazılar nedendir, ben onu merak ediyorum. Aşkın coşkusundan mı?
Öykü Çelik ne dedi?
Ortalık yangın yeri ama kiminin umru değil. Bazıları katıldığı partilerle, ‘sosyal mesafeye koyduğu mesafe’yle biraz uzaylı gibi duruyor. Öykü Çelik mesela, katıldığı ev partileri yüzünden eleştirilirken dedi ki:
“Etrafınızda Covid olanlara bakın; restoranlara müzik dinlemeye gidenler mi yoksa toplu taşıma kullanmak zorunda olanlar mı?” Bu bana bir dönem Aysun Kayacı’nın yaptığı açıklamayı hatırlattı. “Benim oyumla çobanın oyu bir mi?” demiş, Türkiye bu cümleyi aylarca tartışmıştı.
Şimdi sırada Öykü Çelik var. Sağlık gibi önemli bir konuda ayrım büyük talihsizlik ama sırf mecbur olduğu için toplu taşıma kullanan nice emekçi ve çalışan; virüse daha açık değil mi gerçekten?
Pandemide parti vermeyi hiç savunmuyorum, bana bununla gelmeyin ama linç etmeden önce ne denildiğine bir baksak mı?
Ateizm değil babalık tartışması
Öykü Gürman; babası ile ilgili konuşmuş, şöyle demiş: “Babam ateistti. İnançsız birinin merhametli ve vicdanlı olabileceğine inanmıyorum. İnançsızlık, bencillik getirir. Babam da öyleydi…” Hazır evdeyiz, vaktimiz var; uzun uzun tartışılası bir konu.
Ama benim yerim dar; fikrimi söyleyip kaçayım: Bir kere, şu günlerde merhametin ve vicdanın kimde olduğu pek belli değil. Nice imanlı kişi merhametin ‘m’sinden habersiz. Nice ateist de var ki; kediye, köpeğe, insana, çevreye saygılı ve çok iyi insan.
Belli ki bu babaya öfkeyle ilgili bir açıklama. İşte asıl bunu tartışmalıyız. Vicdansız ve çocuklarını eksik bırakan ‘o’ babaları... Yani insanları inançlarına, dillerine, dinlerine göre değil; iyi ve kötü insan olmalarına göre sınıflandırmak daha doğru olmaz mı?