Düşünün şimdi… Koskoca bir besteci, dünyaca ünlü piyano virtüözüsünüz. Sanatınızda bir numarasınız, dev salonlarda ayakta alkışlanıyorsunuz… Ama bir gün, vücudunuzdaki arazlarla ilgili açıklamalar yapmak, mesela dudağınızın şeklinin hesabını vermek zorunda kalıyorsunuz. Çünkü biri size bu yolla saldırıyor, küçümsemeye çalışıyor. Sizin sanatınıza, vizyonunuza, yeteneğinize, sizin olduğunuz ve durduğunuz yere laf edemediği için, yüksek ihtimal beyni de bunlara yetmediğinden; ilkokul düzeyi, böyle bir yol seçiyor! Nasıl hissederdiniz? Kendinizle barışıksanız gülüp geçerdiniz ve hatta bu beyinsizi eğitmeye çalışırdınız muhtemelen. İşte Fazıl Say’ın başına gelen bu. Birileri sırf politik görüşlerini beğenmediği için onu bu yolla vurmaya çalışıyor ve ‘yamuk ağızlı Fazıl’ diye saldırıyor. Başka biri olsa, ‘Senin de beynin gelişmemiş evladım, onu ne yapacağız?’ derdi belki ama Fazıl Say bu; üşenmemiş, oturmuş geçirdiği operasyonları yazmış bir bir. Çünkü demek istediği aslında şu:
- Bak, sen bir beyinsizsin ama ben sana yine de anlatayım…
- Sen benim vücudumdaki arazlarla dalga geçemezsin çünkü ben onlarla barışığım, bunları çoktan aşmışım.
- Sana bunları tek tek anlatıyorum çünkü belli ki ailen, çevren öğretmemiş, insanların fiziksel özellikleri ile dalga geçmemelisin.
Anlamış mıdır o beyinsiz bilemem ama duygu ve düşüncelerini paylaşma cesareti gösterdiği için Fazıl Say’a bir kez daha alkışlar. Fazıl Say’ın dediği gibi; “Sanatçıları tutkuları ile başbaşa bırakın. Ülkeleri en çok temsil eden sanatçılardır.” Sanatçıları bırakalım tamam da, dört bir yanımızı saran bu terbiyesizlik, küstahlık ve acımasızlığı ne yapacağız peki?
DİKKAT AŞIRI ARABESK İÇERİR!
Sezonun en iyi dizilerinden ‘Yargı’da ‘Eren Komiser’ rolünde izliyoruz Uğur Aslan’ı. Çok da seviyoruz. Çünkü dürüst, arkadaşlığa çok değer veren, yardımsever, samimi, esprili, tatlı bir adam rolünde. “Böyle arkadaşımız olsa, daha ne isteriz?” diyen diyene. Geçen gün hayatından yola çıkarak sahneye taşıdığı ‘Afara Bir Arabesk Müzikali’ni izledim. Gördüm ki tam da oynadığı gibi bir adammış!
Oyunculuktan kaynaklı olsa gerek, pek çok oyuncu gibi sesi de şahane. Hayatına eşlik etmiş arabesk parçaları söylüyor müzikalde; kah göbek atıyor, kah hüzünlendiriyor. ‘Afara’ son hasat demekmiş. Pamuğun toprakta kalan son hasadına denirmiş. O da ailenin son çocuğu olduğu için ‘Afara’ derlermiş ona. ‘Pamuklar içinde büyüdüm’ diye ironi yaparak, Adanalı bir kahya çocuğu olduğunu, bu yüzden pamuk tarlaları içinde büyüdüğünü, çok mutlu bir çocukluk geçirdiğini anlatıyor. Bol arabesk şarkı eşliğinde tabii. ‘Bir Teselli Ver’ ile giriyor sahneye.
Dönem sanatçılarının kostümü, bembayaz bir takım ve eski tip mikrofon ile. Barkovizyona, 40 yıl önceki gazete manşetleri geliyor arka arkaya. O dönem ‘tu kaka’ ilan edilen arabeskle ilgili söylenenler, savunmalar. Resmen zamanda yolculuk! Tiyatro ve müzik içiçe geçiyor; hem konser izliyorsunuz, hem tiyatro. Bu arada not düşeyim hemen: Arabesk sevmiyorsanız izlemeyin bu müzikali çünkü gerçekten damardan arabesk var sahnede. 8 kişilik orkestra eşlik ediyor ona.
Hınca hınç dolu salonda, arada seyirciye de avaz avaz bu şarkıları söyleterek, herkesin özlem gidermesini sağlıyor. Milliyet Sanat dergisine verdiği röportajda da; son dönemde insanların arabeski yeniden keşfetmesi üzerine şunları söylemiş Aslan: “Bence geçmişi yeniden keşfediyor, bugünü sorguluyor ve eskiye tutunuyoruz. Bugün yaşananlardan bir hayır görmediğimiz açıkça ortada. O yüzden eskiye dair her şey güvenlik limanı gibi, ana kucağı gibi çekiyor bizi.” Haksız mı, ne dersiniz?
Laboratuvarda kahve üretimi
Kahveseverler mutsuz… Çünkü kahve fiyatları çok arttı. “Bir tek kahve mi?” diye kaş çatanlara hemen not düşeyim, tüm artan gıda fiyatlarından bağımsız bir kahve yazısıdır bu! Konu şu; kahve üretimi düştüğü için, kahve fiyatları hızla artıyor. Bu küresel arz ve fiyat şokuna ek, Türkiye’deki kur şoku da eklenince en mutsuz kahveseverler bizde elbette! İnsanların sosyal medyada birbirlerine ‘Starbucks’ta kahve 30 TL oldu” diye söylenmeleri boşuna değil.
Bir süredir kahve konusunda yazılanları okuyorum bir kahvesever olarak. Tarım ve gıda sektörüne ilişkin yazılar yazan İrfan Donat mesela, Oksijen’deki köşesinde şöyle diyordu: “Kahve fiyatları son on yılın zirvesinde. Yılbaşından bu yana yüzde 152 arttı. Küresel iklim değişikliği ve yağmur ormanları üzerindeki baskı, kahve üretiminin geleceğini sorgulatıyor.” İşte bu yüzden bilim insanları laboratuvarda kahve üretimine girdi! Ebette dünyada kişi başına kahve tüketiminin en fazla olduğu Finlandiya’da yapıldı bu iş.
Kahve bitkisinin yaprağından alınan hücreler, laboratuvarlarda kültürlendikten sonra büyümeleri için biyoreaktörlere yerleştirilmiş ve kahve üretilmiş. Üstelik bu bilim insanlarına göre; üretilen ürünün kokusu ve tadının geleneksel kahveden farkı yok. Sadece gerekli onayların alınması ve seri üretim için 4 yıl gerekiyor. İşte bu bilim insanlarının 40 yıl hatrı olabilir bizde, net!
LAKTOZSUZ SÜT FARKI?
Kahve demişken.. Geçenlerde Maslak Acıbadem Hastanesi’ndeydim, doktoru beklerken lobideki kahveciden bir kahve aldım. Laktozsuz latte siparişi verdim, 24.5 TL ödedim. Kafamı kaldırınca, fiyat tabelasında latte’nin 19.5 TL olduğunu gördüm. Sorunca da, ‘Laktozsuz süt farkı’ dediler. Şaşırdım, kahveme eklenen birazcık sütün farkı 5 TL mi yani? Dert 5 TL de değil ama insan kendini enayi ve kazıklanmış hissediyor. Keşke kahveyi yapmadan söyleseniz bu farkı, sade kahve içerdik biz de! Merak ettim, bütün kahve zincirlerinde var mı bu fark ve biz bilmeden mi ödüyoruz bunu?