Bugün ilişkileri masaya yatırıyorum sevgili okurlar… Bizim aşk doktorumuz, sevgili Mehmet Coşkundeniz’in yüksek müsaadeleri ile kendisinin alanına gireceğim ama çok kalmayacağım. Hemen bir arkadaşa bakıp çıkacağım… Zira geçenlerde okuduğum bir habere takılı kaldım, içimi dökmem lazım biraz. Olaydan hiç haberim yoktu, çünkü şu ‘aşk yaşıyorlar’ türü haberlerden nefret ediyorum... Her kaçamağın, her görüşmenin, her yeni başlayan şeyin adına aşk dedikleri için, aşkı bu kadar ele ayağa düşürdükleri için kıl oluyorum bu haberlere. Neyse, bir köşede okudum... Emre Altuğ ve manken Burcu Çağrı arasında geçiyor olaylar.
Bu iki kişi bir ilişki yaşıyormuş, (bakın asla aşk demiyorum!) Burcu Hanım, Emre Bey’i sosyal medyada etiketleyip altına “Gün geçtikçe çoğaldı bağımız. Seni çok seviyorum” yazmış. Emre Bey de yalanlamış: “O işlere hiç girmiyorum, birliktelik de yok!” Karşı taraf bozulmuş tabii. E, haklı. Siz olsanız bozulmaz mısın? Ben olsam bir dakika durmam!
Yine sosyal medya üzerinden döşemiş Burcu Hanım da: “Ben doğrularımla sadece bugünü kaybederim ama sen karaktersizliğinle bir ömür kaybedersin...” Sert olmuş ama olay doğruysa, hak edilmiş bu laf. Şimdi, olaya bir dedektif titizliğiyle yaklaşmak isterim ama inanın umrumda değil. Sadece bu magazinsel olayların insan ilişkilerine dair çok şey anlattığını düşünerek birkaç şey söyleyeceğim…
Yüzde yüz kusurlu hareketler
Bu çiftin arasında ne geçti bilemeyiz... Ne sözler verildi, nasıl başladılar, ne hissettiler, hepsi ikisinin arasında. Tek net olan şu: Eğer yeni başlayan bir ‘şey’i, (şey diyorum çünkü bazen ne olduğunu bilemezsin, adını koymak için erkendir vs) hemen sosyal medyadan duyurma derdindeysen, sen zaten duygunun değil, konuşulmanın derdindesin. Bi yaşa önce, bi anla, sana iyi mi geldi kötü mü, bi dinle kendini.
Niye hemen borozanla duyurmaya çalışmak yani? Öte yandan eğer o ‘şey’e başladıysanız ve duyulmasını istemiyorsanız; baştan anlaşın. “Gel biz bunu önce kendimiz anlayalım, gözlerden uzak olalım” der bir akit yaparsın. Gelelim Emre Altuğ’a... Yaptığı yüzde yüz kusurlu bir hareket! Bir kadın durup dururken sosyal medyasından ilişki duyuruyorsa ve deli değilse, vardır o ‘şey’. Erkek bunu inkar ediyorsa, bir güzel ‘karaktersiz’ damgasını yer oturur elbette.
Oysa delikanlı olsanıza, yaşanan neyse arkasında dursanıza. Ha, sana göre bir şey yaşanmadıysa, daha şık cümlelerle ifade et o zaman. Kalp kırma, değersiz hissettirme, ayıp etme. Kamera görünce birlikte çıktığı kadını ortalıkta bırakıp kaçan erkekler ne kadar korkunç görünüyor değil mi? Nefret ederim o tiplerden. Bu da onun gibi bir şey işte. Utanıyorsan, o kadınla birlikte olma. Ama olacaksan kaçak güreşmeyi bırak.
Bir oğlum olsun, ona sevmeyi öğreteyim…
Tam yeri geldi bence, ‘Hercai’ dizisindeki bir sahneden de bahsedeyim. İzleyen bilir, onları ayırmaya çalışan ailelerine rağmen, birbirini seven, birbirlerinden vazgeçmeyen bir çiftin hikayesini anlatıyor bu dizi. Akın Akınözü ve Ebru Şahin başrolde. Adam öyle güzel seviyor ki, diziden çıkamıyorum! Yayınlanan son bölümde kız hamile. Bir erkek çocuğu olsun istiyor.
Kocası nedenini sorunca da öyle güzel anlatıyor ki, her anne baba izlesin isterdim. İşte söyledikleri: “Erkek diye tutturunca, insanlar soy meselesi sanıyor. Ama benim için öyle değil... Ben sevmeyi bilen bir erkek yetiştirmek istiyorum. Erkeklerin çoğu ya sevmeyi bilmiyor ya da sonradan öğreniyor. İstisnalar var tabii ama çoğuna önce öfkeyi öğretiyorlar. Zorbalığı bir güç, o gücü de meziyet sanıyorlar.
Kadınların başına ne gelirse, bu yüzden geliyor zaten... Ben bütün huyları bir kenara bırakıp kalbinde güzellikler barındıran bir erkek yetiştirmek istiyorum. Masalları seviyorum tamam ama kimsenin oğluma ‘paşam, prensim’ diye seslenmesine müsaade etmeyeceğim. ‘Büyüyünce çok can yakacak’ dedirtmeyeceğim. Aksine ona doğayı da, insanları da, kadınları da can yakmadan sevmeyi öğreteceğim.
Mutlu olması, aşkı bilmesi için hep dua edeceğim. Ama karşılık bulmadığı yerden de gitmesini tembihleyeceğim. Kalbi güzel bir erkek yetiştireceğim. İşte bu yüzden oğlum olsun istedim. Dünyada sevmeyi bilen erkekler çoğalsın diye…”
Dijitalden soğutmayın insanı!
Dijital platformlarda yeni ne yayınlanırsa, günlerce aç bırakılmış ve önüne et atılmış bir kaplan gibi saldırıyoruz. Hemen izlemeli, tüketmeli, göklere çıkarmalı ya da yerin dibine sokmalıyız. Bi durun yahu, popomuzu koltuğa koyalım önce! Bu ne acele? Üstelik bu platformlar ne üretirse, çıtayı arşa çıkarmışlar gibi bir muamele var. Oysa yıllardır bildiğimiz tanıdığımız kişiler yaptı yine!
Anlıyorum, evden çıkamamak, sosyal hayat eksikliği, yalnızlık hepimizin dengesini sarstı, abartılı tepkiler veriyoruz ama sakin olun. Yeni bir üretimi öyle çok abartıyoruz ki, beklenti öyle büyüyor ki; ekran karşısına geçince resmen yere çakılıyorum. Bakınız ‘9 Kere Leyla’nın başına gelenler mesela.
Şimdi de ‘Azizler’… Yazan, çizen, oynayanlar iyi maşallah. Modern dünyadaki yalnızlığımızı anlatan bir film. Yani kötü değil ama iyi de değil. Öyle kalakalıyorsun ‘ee ne oldu şimdi?’ diye. Demem o ki, bu kadar abartmaya gerek yok. Kendimize bu kadar çok hayal kırıklığı biriktirmeyelim bence.