Zaman zaman yazıyorum, gastronomi önemli mevzu… Sektördeki gelişmeler birebir bize dokunmasa da, ülkelerin kalkınması adına çok önemli. Zira gastronomi, bu çağda turizmin en önemli kalemlerinden biri.
Gastronominin de içinde yer aldığı yaratıcı endüstriler; Avrupa Birliği’nde otomobil sektöründen daha fazla ekonomik değeri olan, küresel düzeyde ise gayri safi milli hasıladan çok daha fazla büyüyen bir sektör. Hele, özel ve kamu sektörleri güçlerini birleştirip adım attığında; bu alanda etkileyici bir ekonomik büyüme gerçekleşiyor. İtalya bunun en güzel örneği. O yüzden, ekonomide kaldıraç görevi gören bu sektördeki gelişmeleri yazmak da şart!
Bir önceki yazımda da söylediğim gibi, ne mutlu bize ki gastronomi adına güzel şeyler oluyor ülkemizde… Yabancı şeflerin Türkiye’yi ardı ardına ziyaretleri, ardından Michelin Rehberi’ne İstanbul’un dahil edilmesi derken; şimdi de 11 Mayıs’ta yapılacak 3. Global Gastronomi Zirvesi için sektör gün sayıyor. Nedir bu zirve derseniz? Turizm, Restoran Yatırımcıları ve Gastronomi İşletmeleri Derneği’nin (TURYİD) düzenlediği 3. Global Gastroekonomi Zirvesi; sektörü masaya yatıracak, ağırlama endüstrisine global bir bakış getirecek.
11 Mayıs’ta Lütfi Kırdar Kongre Merkezi’nde düzenlenecek Zirve’de çok önemli konu başlıkları var. Bu toprakların ürünlerini dünya ile buluşturabilmek, başarılı markalarımızı dünyaya açabilmek ve birlikte büyümek için gastronomi dünyasının vizyoner isimleri hem konuşmacı hem dinleyici olacak. Bir anlamda sektörün kalbi bu zirvede atacak. Peki neler konuşulacak? ‘Şefler ile tedarik zincirleri aynı dili konuşuyor mu’, ‘sürdürülebilirlik’, ‘100 yıldır kent kimliğinin parçası olmuş Hafıza Mekanlar’, ‘Gastrodiplomasi aracı olarak Türk Mutfağı’ konu başlıklarından bazıları. Bu ufuk açıcı ve faydalı oturumları takip etmek isterseniz, zirvenin biletleri Biletix’te mevcut. Orada görüşmek üzere.
MİLOR’A GÖRE; MICHELIN İÇİN HEYECANLANMAYA GEREK YOK!
Konu hazır gastronomiden açılmışken, devam edeyim… Geçen yazımda İstanbul’un Michelin Rehberi’nde yer almasından ve bunun Türkiye adına ne kadar önemli ve sevindirici olduğundan söz etmiştim. Bir iki gün sonra restoran eleştirmeni Vedat Milor’un Hürriyet gazetesine verdiği röportajı okuduğumda ise hem şaşırdım, hem de söyledikleri epey ilgimi çekti açıkçası … Mesleğin duayeni olarak meseleye çok farklı yerden bakıyor Milor. Michelin yıldızının Türkiye’ye gelmesini “Geleneksel yemeklerden uzaklaşacak, artistik sunumlu yemeklere yöneleceğiz” diyerek özetliyordu ve şunu söylüyordu:
“Michelin’in son zamanlardaki kurumsal değişimini anlamak lazım. Herkesin hisselerini alabildiği uluslararası bir firma oldu, profesyonel yöneticilerin eline geçti ve kâr baskısı görmeye başladı. Sonuçta standartların bozulmasına kadar vardı iş ve Michelin itibarını yitirdi…” Yani söylediği şuydu: “Michelin kazanç görmüştür gelmiştir, heyecanlanacak bir şey yok.” Peki sevinmeyelim mi? “Michelin, hâlâ gastro turistler için ve çok fazla bilmeyenler açısından başvurulan bir rehber.
Listeye giren lokantalar yabancı turist çekebilir, yıldız verilen restoranların reklamı olur. Bu açılardan olumlu etkisi var” diyerek özetlemiş bakışını. Usta eleştirmen ekliyordu:
“Damak zevki olan orta gelir düzeyindeki insanlar, zaten yüksek fiyatlardan dolayı lokantalardan uzaklaşıyor. Türkiye’de Michelin yıldızı lokantalara gittiğimizde, 10 masa varsa bir ya da ikisinde Türkler’in, kalan masalarda yabancı misafirlerin olacağını göreceğiz...” Yani bizlik bir durum yok, söylenenlerden anladığım o! Milor’a göre asıl önemli nokta ise şu: “Michelin’in seçtiği restoranlar Türk mutfağını kurtaracak lokantalar olmayacak. Keşke Batılı turiste çok iyi bir kuyu kebabı, çok iyi bir Konya güveci yedirebilsek. Geleneksel, yoğun emek gerektiren yemeklerimizi tanıyabilseler.” Yani geleneksel Türk mutfağına yazık olacak. Müşteri açısından rehberin faydası ne peki? “Yok, çünkü yemeğin fiyatı artacak” diyor. Sevineyim mi, üzeleyim mi bilemedim açıkçası ama mesleğin duayeninden farklı bir bakış aşısı diye atlamak istemedim.
Başınız neden ağrıyor?
Dünyanın başı ağrıyormuş! Yani tüm dünyada baş ağrısı patlaması varmış. Dünyaca ünlü sağlık dergilerinde yayınlanan araştırmalara göre; küresel nüfusun yarıdan fazlası bir nedenden dolayı baş ağrısından etkileniyormuş. Artık pandemi sonrası mı arttı bu durum yoksa dünya halleriyle baş edemiyor muyuz bilmiyorum ama bu haberi okuyunca aklıma hemen yandaki bu esprili paylaşım geldi. Bi’ bakın bakalım, sizin başınız neden ağrıyor?
BİR YANDA MASKESİZLİK BİR YANDA ŞANGHAY KORKUSU
Evet endişeliyim sayın okur… Bir tarafta maske yasağı kalktığı için seviniyorum… Bir yandan da Çin’in Şanghay kentinden gelen görüntülere bakıp panik oluyorum. Elimde değil. Resmen pandeminin en başında yaşananlar, yani iki sene önceki olaylar tekrar yaşanıyor bu şehirde. Omicron’un yayılmasını bir türlü önleyemiyorlar. Her şey başa sarmış durumda. İnsanların karantinaya alınması, evlerin önüne bariyerler koymak, kıtlık isyanı derken, kayıtsız kalabiliyor musunuz olanlara? Ben kalamıyorum.
Pandeminin başını hatırlayın… ‘Çin’de Covid varmış, bulaşıcıymış’ diye bize ne kadar da uzak bir olay gibi anlatıyorduk. İnsanlar oralarda maskeyle dolaştığında, evlerde karantinaya alındığında ‘yok artık bizle en alakası var’ diye dalga geçiyorduk. İki üç ay geçmeden hepimiz aynı kaderi yaşadık. Acaba yeni bir virüs mü var, neler oluyor sorusu aklımdan geçip geçip duruyor açıkçası. Çünkü her gün başka bir varyant haberi okuyup duruyorum. Ki hatırlayın, pandeminin başında da dünyayı yanlış bilgilendirmişti bu arkadaşlar. Felaket tellalı gibi konuşmak istemem ama… Kapalı mekanlarda mümkün olduğunca maskeye devam etsek, tokalaşmayı ve öpüşmeyi de bir süre daha ertelesek mi acaba? Aynı hikayeleri baştan yaşamak ister misiniz? Ben istemem çünkü.