Bu aralar sürekli havalimanlarındayım, oradan oraya uçuyorum. Kalabalıklar arasında olunca da, bol bol inceliyorum insanları. En çok da şunu düşünüyorum; insanlar neden bu kadar yüksek sesle konuşuyor?
Ben de buradan yüksek sesle sormuş olayım: Kalabalık ortamda görüntülü konuşmak niye?!! Gece kulüplerinde, bangır bangır müzikte bile yapıyorlar bunu üstelik! Mallıkta kaçıncı seviyedir bu hal, söyleyin bana. Diyelim ki karşıdakini görmeniz şart, neden kulaklık kullanmıyorsunuz? Deli oluyorum, sinir oluyorum. İstanbul Havalimanı özel yolcu salonundan uçuyorum genelde.
Yaz sezonu malum, çok da kalabalık oluyor her gittiğimde. Ve o kalabalıkta, saygısızca görüntülü konuşuyorlar. Hatta izlediğim kadarıyla, 3 tip gürültücü var:
1. tip… Babasının çiftliğinde gibi bağırarak görüntülü konuşma yapanlar. Gündemlerine onlar kadar hakim oluyorsunuz, o derece. Kötü kötü bakıyorsunuz olmuyor, gözlerinizi deviriyorsunuz olmuyor.
2. tip.. Arkadaşıyla bağıra bağıra sohbet edenler. Ortam yine aynı şekil, sohbete mi katılsam acaba diyorsun.
3. tip... Çocuğunun eline iPad ya da telefon verenler, çocuk sesi ne kadar açsa da umrunda olmayanlar. O sesi dinlemek zorundasınız çünkü o bir çocuk!! Evet uyardığınızda böyle diyorlar. Tamam da, o salon anaokulu değil ama ablacım! Birlikte yaşama saygı ne zaman tedavülden kalktı anlamıyorum. Bu gürültü hali nasıl ve neden bu kadar yaygınlaştı çözemiyorum.
***
Yabancı literatürde ‘misophonia’ olarak bilinen, bizim dilimize ‘mizofoni’ olarak çevrilen ‘seslere karşı aşırı hassasiyet’ durumu da yok bende. Galiba benimki, topluca durulan yerlerde yapılan saygısızlığa tepki!
Geçen gün, havalimanında Dilan Çıtak Tatlıses de aynı sebepten kavga etmiş ya, o yüzden aklıma geldi bu yazıyı yazmak.
Telefonda yüksek konuştuğu sırada bir yolcu tarafından uyarılmış Çıtak, kavga büyümüş ve olay karakolda bitmiş. Yapmayın, etmeyin. Kapalı ve sakin ortamlarda biraz usturuplu olun, kavgaya sebebiyet vermeyin, bakın insan gibi rica ediyorum.
Bu kızlara çok şey borçluyuz
Filenin Sultanları, Milletler Ligi’nde elde ettiği birincilik ile bir kez daha kalpleri fethetti. Bravo her birine; teknik ekibe, emeği geçenlere... Ülkeye dönerken karşılanışları, sosyal medyadan yapılan gurur dolu paylaşımlar, bu kadar sevinç, sadece galibiyet için değildi elbette...
Bu ülkede kadını küçümseyen, onu yok sayan, toplum içinden evin içine çekmeye çalışan, giyimine, şortuna, kahkahasına karışan, kadın pedi alırken utanması ve bunu saklaması gerektiğini düşünen zihniyete karşı da bir galibiyetti. Yapılan paylaşımlardan en çok Ebrar’ın yerden yükselmiş smaç atarken bir görüntüsünün altına yazılanı sevdim; “Hadi bu kadınları sahiplendirin de görelim” demişler.
İşte asıl buna yükseldik biz! O yüzden bu kızlara çok şey borçluyuz. Bu mevzu sorulduğunda “Başarılı olmak istiyorsanız kadınlara yatırım yapın” demiş Socrates Dergi Yayın Yönetmeni Caner Eler. Çok sevdim söylediği şeyi.
“Kadınlara bu yapı en alttan kuruldu, kadınların toplum içindeki yeri, duruşu ve mücadelesinde sporun önemi kavrandı, bunun için yatırımlar yapıldı” diye özetlemiş. İşte budur! Ebrar Karakurt’u utanç malzemesi olarak gösterenler de, bu ülkenin en büyük utancıdır bana göre. Bunu da buraya not düşmeyi görev biliyorum.
Z kuşağı 90’lar popu dinliyor
90’lar popu var ya, acayip bir şey… Eskimiyor, unutulmuyor, yeni olan ne dinlense de günün ve gecenin sonunda ille de ona dönülüyor. Arkadaşım, 18 yaşındaki oğlunun 90’lar popunun her bir şarkısına hakim olduğunu anlatıyor mesela şaşkınlıkla. En son Kenan Doğulu’nun Maximum Uniq’teki konserinde gördüm; 13-15 yaş aralığı, eski Kenan şarkılarını ezbere söylüyordu.
Barlarda da görüyorum, hepsi 90’lar popuyla coşuyor. Dahası Spotify, halk müziği dinlenme oranlarının da son dört yılda yüzde 260’ın üzerinde arttığını açıklamış. Üstelik bu artışta Z kuşağının etkisi varmış. Hadi İsviçreli bilim adamları bunu da açıklasın görelim!
Geçenlerde Zerrin Özer, ‘Basit Numaralar’ isimli yeni şarkısının yakında çıkacağını açıklamış ve eklemişti; “Bu ve bundan sonraki şarkılarımla Z kuşağıyla tanışmak istiyorum..” Sevgili Zerrin Özer, şarkın iyiyse, onlar seni bulur, sen hiç merak etme!
Evinde gibi hisset
Yeniköy benim muhit sayılır. Oralarda yürüyorum ve vakit geçiriyorum çoğunlukla. Hep sahil tarafına odaklandığımdan, Salihağa Sokak’tan az içeri girince gördüğüm The Red Balloon’u nasıl atladığıma şaşırdım. Gizlenmiş bir yer aslında; ağaçlar altında, minik ama çok tarz bir mekan. Girişimci Pınar Erdoğan tarafından 2022 yazında tarihi bir müştemilattan restorana çevrilmiş.
Şahane bir bahçe terası oluşturulmuş. Dekorasyon evdeymişsin hissi yaratıyor. Mutfağın başında Şef Ulaş Durmaz var; 24 yaşında. Dededen aşçı. Meslek lisesinde okumuş, bulaşıkçılık dahil her kademede çalışarak şef olmayı başarmış. Güler yüzlü, çok yetenekli. Ayvalıklı şefin tarzı, Ege ve Akdeniz’in ön planda olduğu bir mutfak.
Yaratıcı ve iç açıcı tabaklar, el yapımı seramiklerle sunuluyor. Kokteylleri de Ayvalık yöresinden otlarla yapılıyor ve enfes. Evinde gibi hissetmek isteyenlere tatlı bir yaz tavsiyesi.