Bugün 25’inci gün sanırım… Bir iki kez markete gitmek dışında evden burnumu bile çıkarmadığım 25’inci gün. Tarihimde böyle bir şey yok! Çoğu zaman hangi gündeyiz onu bile bilmiyorum. Zaten isim isim de saymıyoruz artık günleri. Pazartesi, çarşamba fark etmiyor. ‘Gün’ diyoruz hepsine. Çünkü hep aynı güne uyanıyoruz. Peki bu ‘gün’ler nasıl geçiyor? Kolay mı geçiyor, delip de mi geçiyor, lay lay lom mu geçiyor? Şurası net: Giderek daha da zorlaşıyor. Sevdiklerinle olamamak, onlara sarılamamak, istediğin şeyleri yapamamak, tüm alışkanlıklarından vazgeçmek, bilmediğin/alışık olmadığın bir hayatı yaşamak herkesin tahammülünü zorluyor son derece farkındayım.
Hepimiz farkındayız. Mesela dün sabaha bir mesajla başladım... Çok sevdiğim biri, kötü uyanmış. Yalnız kalmakla da arası pek yok, kapana kısılmış gibi hissediyor, ‘kötüyüm’ diyor. Daha gözlerimi açmamışken, onu iyileştirmeye çalıştım. Ben çok iyiymişim gibi üstelik! Geçen gün markete ve bankaya gitmem gerekti…
Ağzımda maske, elimde tek kullanımlık eldivenlerle önce kendime, sonra etraftaki benim gibi maskeli dolaşan tek tük insana baktım… Bir gece önce izlediğim ‘Salgın’ filminin setinde sandım kendimi! Bu arada izlemeyenlere tavsiye edeyim, 2011 yılında çekilmiş bu filmi resmen yaşıyoruz.
Benzerlikler o kadar asap bozucu yani!! Sonra Yeniköy sahilden geçerken “Aa deniz değil mi bu, ne güzelmiş” dedim, taksiciyle birlikte gülmeye başladık. Güleriz ağlanacak halimize. Yapacak bir şey yok ama... Kendimizi de, birbirimizi de konuşa konuşa iyileştireceğiz.
Yan yana olamıyorsak telefonda. Umut vereceğiz, boş bırakmayacağız, dayanma gücümüzü artıracağız, ‘bu günler de geçecek’ diyeceğiz, kurduğumuz hayallere tutunacağız. Çünkü elimizde ikinci bir şık yok, ya kendimize geleceğiz, ya geleceğiz.
Biz bilmiyor muyuz Bebek'te üç beş tur atmayı!
Geçen gün de spor aşkıyla yanıp tutuşan bir arkadaşımla uğraştım… Neymiş, sahile inip koşacakmış! “Yassah hemşerim, duymadın mı?” dedim. “Hayır ya, hafta sonu yasak” dedi, dinlemedi. Bazen böyle ‘kal’ geliyor herkese bugünlerde, normal. Gidip biraz yürümüş Yeniköy sahilde...
Polis arabasından ‘evinize dönün’ uyarısını duyunca da süngüsü düşmüş aradı, ‘haklısın’ diye. Bunlar iyi oluyor bence... Hani haberciler, Bebek sahilinde yürüyüş yapan genç kadına mikrofon uzattı ya.. O da “Evde nereye kadar tutacaklar bizi? İnsanın dışarı çıkası geliyor, evde kalamıyorum” demiş.
Valla bizim de çıkasımız var ablacım ama duruyoruz. Yoksa biz bilmiyor muyuz Bebek’te yürüyüş yapmayı?! Neyse, Beşiktaş polisi kadını buldu, adresi belirledi, 3 bin lira ceza kesti. Arkadaşıma attım haberi hemen; ‘bak bu sen’ diye! Evet, sıkılıyoruz, daralıyoruz, kendimizi sokaklara atmak istiyoruz. Bünyelerimiz kabul etmiyor bu karantinayı ama evde kalmamız gerek, ciddiye almamız gerek.
Bu cezalar, uyarılar, sıkı tedbirler o yüzden lazım. Zira biz bu dilden anlıyoruz. Peki tek başına yürümeyi anladık da… Bağcılar’da bir apartmanda hastalanan kişiye 17 kişinin ‘geçmiş olsun’ ziyaretine gitmesini ne yapacağız? Soğuk algınlığı sanılan şey, korona çıkmış, 7 kişi daha pozitif. Ne kadar cahil olursan ol, “dışarı çıkmayın, görüşmeyin” lafının nesini anlamıyorsun? Rahmetli Levent Kırca’nın parodilerinden sanki!
Ertelenen sorular
Çok ciddi bir salgın var, ölümler var, durum vahim. Elbette yadsımıyoruz, farkındayız. Haberleri izliyoruz, üzülüyoruz, tedirgin oluyoruz ama gereken gücü ve motivasyonu bulmak için yaşadığımız halleri ti’ye almaktan, sosyal medyadaki mavralardan beslenmekten başka çaremiz yok.
Çünkü sosyal izolasyonda bizi birbirimize bağlayan, buluşturan yegane şey bu. Yani nefes alma çabası. Mesela geçen gün biri ‘ertelediğimiz sorular’ı derlemişti sosyal medya hesabında. Eskiden çok kullandığımız ama şu an hayatımızdan çıkan soruları: “Evde misin, bi’ kahve içelim mi, bu şezlong boş mu, şemsiye alsam mı, trafik nasıl, köprü boş mu, bir öpücük yok mu, nerede yiyelim, nereye uçuyorsun...” Bu soruları epeyce bir süre soramayacağız, bunun farkında mısınız?
‘Sen güvende kal' biz pişiririz
Bu arada herkes sosyal medyada mavra yapmıyor tabii. İhtiyacı olanlara yardım eden çok kıymetli insanlar var. Onlardan biri de ‘Sen Güvende Kal’ oluşumu. Kimdir onlar? İhtiyaç sahiplerine yemek pişirmek için kolları sıvayan şefler.
Doğaya, doğala, toprağa ve onun verdiklerine sahip çıkan, onu insan yararına yemeğe dönüştüren bir grup şef ve gönüllü ile birlikte Şef Umut Karakuş ve gastronomi yazarı Ebru Erke’nin kurduğu oluşum; ihtiyacı olanlara yemek pişirecek. 4 haftalık bir süreç için ve el uzatılacak herkes için elele verdiler.
Pazartesi günü, Kadıköy Belediyesi’nin mutfağında ve onların desteğiyle gönüllü olarak pişirecekler. ‘Sen de gönüllüysen, gel beraber pişirelim’ diyorlar şeflere ve mutfaktan anlayanlara. Haberiniz olsun.