Sabahları amaçsız uyanmak… Hatta uyanmak istememek! Yataktan kalkınca ne yapacağını bilememek, bilsen de yapmak istememek. Ruh gibi dolaşmak, ruh gibi yaşamak. Depresyon desen depresyon değil, hastalık desen o da değil. Herkese yabancılaşmış, motivasyonunu kaybetmiş bir hal. Ortamlara akıyorsun, tatillere gidiyorsun, sosyal hayata karışıyorsun belki ama zevk almıyorsun, hiçbir mana bulamıyorsun.
İşte son zamanlardaki ben! Ama biliyorum ki, yalnız değilim. Öyle çok insan bu şekil yaşıyor ki, kimle konuşsam benzer mood’da çünkü. Sonra önüme düştü sosyal medyada; bu saçma hallerin bir adı bile varmış; ‘Languishing’ sendromu yaşıyormuşuz meğer. Kelime tam anlamıyla durgunluk, tatsızlık anlamına geliyor.
Tam da bu işte; saçma bir ‘tatsızlık’ var üzerimizde. Psikolog Beyhan Budak’a göre de; pandeminin psikolojik mirasıymış bu hevessizlik, heyecansızlık ve hayata dair bıkkınlık. Çok uzun süre belirsizliğe maruz kalmaktan kaynaklanan bir durum. Pandemi bitse de, bir süre daha bu olumsuz etkileri yaşayacakmışız.
Japonların ‘İkegai’ dedikleri kavramı konuşuyorduk hani bir süre önce; sabah kalkmak için bir amacının olmasını. İşte biz bu yaşam sebebini kaybettik sanırım. Olayın özeti bu! Geçen gün Beyhan Budak’ın yazısında bu konuya denk gelince, okumaya devam etttim. Bu languishing’den kurtulmak için ne yapılmalı, o kısma geldim. Şöyle diyor Budak; ÊÊ İlk olarak eski keyifli günleri referans alın, onları taklit edin.
Yani diyor ki; eskiden keyif aldığın şeyleri yapmaya zorla kendini. ÊÊ İkincisi, bıkkın ve hevessiz olsan bile başka insanlarla temasta ol. Mutlaka başkalarına zaman ayır ve bunun için zorla kendini. ÊÊ Üçüncüsü, bölünmemiş ve tek bir şeyle uğraştığın zamanlar yarat. Çünkü pandemide dikkatimiz bölündü, odağımız dağıldı. Özetle diyor ki Budak; bir şeylere konsantre olma zamanı. İyi de, işte tam da bunları yapmak için halim yok benim. Nasıl yapacağız onu da söylese keşke!
DEVRİM ERBİL PANDEMİ SONRASI İLK KEZ ALAÇATI’DA
Languishing sendromundan muzdaribiz madem… Psikolog sözü dinleyeyim, iki gün sanata konsantre olayım diyerek Alaçatı yollarına düştüm ve kendimi The Stay Warehouse’ta doğanın kollarına bıraktım. Çünkü burası doğanın içinde, doğaya/ geri dönüşüme saygılı bir otel olmasının yanısıra içinde sanatın her dalını yaşatan bir yer. Tiyatro oyunlarına ve sergilere sık sık kapılarını açıyor.
Yani bu otelin DNA’sının önemli bir parçasını sanat oluşturuyor. Şimdi de yeni bir sergiye ev sahipliği yapıyorlar... Türk resim sanatının büyük ismi Devrim Erbil’in bahar anlamına gelen ‘Privamera’ sergisiyle baharı karşılıyorlar. Serginin küratörlüğünü de Erbil’in kızı Renk Erbil yapmış. Otel, sanatçının dünyanın en önemli müzelerinde sergilenen İstanbul ve Galata koleksiyonlarından yağlı boya eserler, plexi heykeller, halılar ve diğer eserlerle donatılmış.
Üstelik eserler, otelin doğa dostu mimarisiyle öyle güzel uyum sağlamış ki, izlemelere doyamıyorsunuz. Pandemiden sonra tekrar hayata dönüşü anlatan bir sergi bu çünkü usta sanatçı da epeyce izole yaşadığı pandemiden sonra ilk kez bir etkinlik yaptığını söylüyor.
“Stay Otel’in katkısız, doğal, doğanın içinde olmasını sevdik ve burada olmak istedik” diyerek özetliyor Alaçatı’da oluşunu. 15 Haziran’a kadar otelde herkese açık ve ücretsiz olarak sergilenecek eserler için, bu hafta sonu bir açılış partisi var. Biz, bir grup basın mensubu olarak, açılıştan önce Erbil’le yemek yiyip sohbet edebildik diye mutluyuz…
NEDEN ÜNİVERSİTE İLE DAVALIK?
Devrim Erbil’i anlatmaya gerek yok aslında… Türkiye’nin en büyük ressamlarından biri. Bedri Rahmi Eyüboğlu’nun öğrencilerinden. 1991 yılında ‘devlet sanatçısı’ ödülü almış. Resimlerinde İstanbul’u işlemesiyle tanınıyor. Ve onun eserlerine sahip olmak büyük bir prestij sayılıyor. Devrim Erbil bir röportajında “Türkiye’de sanat, ulusal sınırları aşamadı. Ancak İstanbul, Ankara gibi büyük merkezlerde kaldı. Sanat Anadolu’ya gitmedikçe, sanat gelişemez” diyordu. İşte, eserlerini Alaçatı’da sergilemesinin bir nedeni de bu, galiba. Sohbetten satır başlarına gelince…
- Erbil, kendisini en mutlu eden işi özetledi: “Dolmabahçe’den Kabataş’a kadar resimlerimi duvarlara asıp ışıklandırdıklarında çok mutlu oldum. Günde 500 bin kişi gördü resimlerimi, bu bana çok heyecan verdi.”
- Yıldız Teknik Üniversitesi Güzel Sanatlar Fakültesi’nin iki resmini nasıl çürüttüğünü anlatıp dert yandı. “Biz müze açacaklar diye eserleri onlara emanet ettik, onlar depoya kaldırmış ve çürütmüşler. yaptıkları büyük saygısızlık.” Bir de üniversite, resmi ‘demirbaş’ olarak kayıt altına almış, Erbil resimleri geri vermediği için de üniversite tarafından kendisine dava açılmış.
- Erbil, Bodrum’da bir müze projesi olduğunu söyledi. “Müzeyi kalıcılığın yolu, bu dünyadan ayrılırken bir iz bırakmak olarak görüyorum” diyen Erbil, ‘Neden Bodrum?’ sorusuna da, şu cevabı verdi: “Çünkü Bodrum’un bir sanat şehri olacağına inanıyorum.”
- NFT konusuna nasıl bakıyor peki? “Bir yere kadar anlıyorum” diyor ama kızı Renk Erbil sayesinde yaptığı 20 eseri NFT olarak satmış. Renk Erbil, “Üstelik globalde yaptık bu satışı, içlerinde sadece bir-iki tane Türk vardı” diyerek mutlu olduklarının altını çizdi.
Çok güzel hareketler bunlar
- Kıvanç Tatlıtuğ’lu Mercedes reklamı… Mercedes markasının elektrikli araç üreten alt markası Mercedes-EQ için çekilen reklam filmi, ‘İşte reklam dediğin böyle olur’ dedirtiyor. Elektrikli araç ve doğayı koruma hikayesi şahane anlatılmış, e oynayan da Kıvanç olunca dört dörtlük iş çıkmış. Bravo, gerçekten çok iyi iş olmuş.
- Elon Musk’lı Time dergisi kapağı… Twitter’ın sembolü mavi kuşlarla dolu bir kafes tutan Musk’ı kapağına taşıyan derginin fikrini sevdim. Zira Twitter’ı alan Elon Musk’ın platformu ne hale getireceği dünyanın en büyük merakı.
- Bermuda takımlı Engin Altan Düzyatan… Birleşik Arap Emirlikleri’nde yayınlanan The Kurator dergisine verdiği pozlar şahane. Çünkü giydiği kıyafetler sıradışı ve çok hoş. Dergi kapaklarındaki benzer pozlar artık o kadar sıkıcı ki, bu yaratıcı pozlar ve stil iyi geldi özetle.