Sezonun merakla beklenen filmlerinden ‘Cep Herkülü: Naim Süleymanoğlu’ vizyonda. Kariyerine 3 olimpiyat, 7 dünya şampiyonluğu sığdıran, tam 46 kez rekor kıran bu minik dev adamın Türkiye için anlamı çok başka. Hikayesi herkesin malumu zaten. O yüzden geç kalınmış bir film bu.
Geç olsun güç olmasın tabii ama eleştirmenler genelde filmin eksiklerine, olmamış yanlarına yoğunlaşmış durumda. Kimi aşırı müzik kullanımına takık, kimi kronolojik bir film olmasına… Eleştiriler bir yana, bu filmi izleyin derim çünkü…
■ Birincisi, yeni nesillere Naim’i tanıtmak adına önemli.
■ Naim’i canlandıran Hayat Van Eck’in alkışlanacak o müthiş performansını görün. Hem fizik olarak çok benzemiş, hem de rolün hakkını vermiş.
■ Naim Süleymanoğlu’nun Bulgaristan’ın Mestanlı ilçesinde ne kadar mutlu, sevgi dolu bir çocukluk geçirdiğini öğrenin...
■ Naim’i, özellikle Türkiye’ye iltica ettikten sonra neyin motive ettiğine dikkat kesilin! Ancak başarılı olursa, rekorlar kırarsa Türkler’e yapılanları dünyaya anlatacağını ve onu dinleyeceklerini biliyordu.
■ Naim iltica ettiğinde; babası diğer iki oğluna, şayet sorguya çağrılırlarsa ne diyeceklerini tembihliyor. “Annenizin ve kendi isimlerinizi ezberleyin iyice” diyor. Yani yeni konulan, Bulgar isimlerini!
O asimilasyon sürecini, kimlikleri/isimleri değiştirilen, işkence edilen halkı görmek öyle acıklı ki... Bu sahneleri izleyin, görün ve tarih boyunca kime yapılırsa yapılsın, tüm soykırımların ne büyük haksızlık, vicdansızlık ve zulüm olduğunu düşünüp, hepsine toptan lanet edin.
DUYGU DA, TARİHSEL GERÇEKLER DE TAM!
Özetle, ‘Naim’ filmini gayet derli toplu buldum; hem olaylar tarihi gerçeklere uygun anlatılmış, hem duygusal sahneleri eksik olmayan bir film. Hem heyecanlandırıyor, hem duygulandırıyor. Teknik açıdan da gayet başarılı. Bir tek şey dışında! Biyografik filmini yaptığın sporcunun ölüm yılını, Seul olimpiyatlarının tarihini yanlış yazmak tam bir skandal!
Elbette düzeltilmiştir ama gerçekten akıl alır gibi değil. Filmi (ki bence filmin adı sadece ‘Naim’ olmalıydı) reklam sektöründen gelen Özer Feyzioğlu yönetmiş, senaryoyu da Barış Pirhasan ile birlikte yazmışlar. ‘Müslüm’ filmine imza atan Mustafa Uslu ise yapımcı. Sektörde hakkında sürekli bir tartışma var Uslu’nun ama bugüne kadar sinema dünyası için en iyi malzemeleri perdeye aktardığı için de dikkatleri çekiyor. Elbette yaptıklarını tartışalım ama elini taşın altına sokanlara da biraz kıymet verelim derim.
İSKENDER DEĞİL ‘DÖNER KEBAP’!
Size pazar pazar tadını çıkarın diye bir yer tavsiye edeceğim: Beşiktaş’tan Akaretler semtine dönün, hemen sağda No:10’da bir iskenderci göreceksiniz. Tabelasında şöyle yazıyor: “Kebapçı Mehmet oğlu İskender oğlu Süleyman oğlu Yavuz İskenderoğlu ve oğulları Oğuzhan ve Kayhan İskender İskenderoğlu.
Kuruluş 1867.” Benim gibi merakla içeri girin ve “Bir iskender” diye sipariş verin. Şanslıysanız, bir Bursa beyefendisi olan, eğitimli, işinin ehli Yavuz İskenderoğlu ya da oğlu Oğuzhan çıkacak karşınıza ve “Onun adı döner kebaptır, İskender markanın adıdır” diye anlatmaya başlayacak. O yıllarda yere paralel pişirilen kuzuyu, dikey şekilde kömür ateşi karşısında pişiren ‘İskender Efendi’nin dönen kebabı’nın halk arasında ‘döner kebap’a dönüştüğünü öğreneceksiniz mesela.
İlk dükkanlarının 1867’de Bursa’daki tarihi Kayhan Çarşısı’nda açıldığını, 100 yılı aşkın faaliyet gösterdiğini ve marka ismini aldıklarını... Akaretler’deki beşinci şubeleri. 1875 yılında Sultan Abdülaziz’in yaptırdığı Sıraevler, tam da bu köklü markaya uygun adres olmuş.
GELENEKLERİ YAŞATIYORLAR
Kebapçı İskender’e girdiğinizde, masaya konulan servis kağıtlarından bütün tarihçeyi okuyorsunuz zaten. Markanın geleneklerini yaşatmayı da sürdürüyorlar. Mesela o dönem peçete olmadığı için kullanılan pembe dudak kağıtları hala masalarda.
Masaya bırakılan çatallar kirlenmesin diye, ucuna minik kağıtlar takılması da, yemekten önce şıra içilmesi de adetten… Şıra, kan şekerini yükseltir, aç bakışı kesermiş. Yani yemeğe saldırmanızı engellermiş. Önden mutlaka sipariş verin. Zaten dükkanda önünüze konulan her şey; şıra da, tereyağı da, ekmek de, hatta dönerin pişirildiği kömür bile kendi üretimleri. Ha bir de, etten sonra mutlaka tavuk göğsü söyleyin, çünkü böyle bir lezzet yememişsinizdir!
NUSRET’İN HAMBURGERİ DUBAİ’DE BİR NUMARA!
Yemekle ilgili bir haber de yurt dışından… Biliyorsunuz Nusret Gökçe, Dubai’de de etin kralı! Steakhouse dükkanı dolup taşıyor ama o çalışmaya doymuyor. Kısa süre önce Dubai’nin finans ve eğlence merkezi DIFC’ın göbeğinde bir de hamburgerci açtı.
Bütün top barların/restoranların, dünyaca ünlü sanat galerilerinin bulunduğu bu merkezde sadece hamburger satıyor. Giden arkadaşım anlattı; kapıda hep kuyruk var. Her gün 1500 ile 1800 arasında hamburger satıyor, izdiham yaşanıyormuş.
Bir Türk markasının başarısı, ününün ülke dışına taşması sevindirici gerçekten. Tebrikler Nusret.