Erkek terörünün son kurbanı 19 yaşındaki Güleda oldu ne yazık ki... Ayrılmak istediği için şiddet görüyor, Zafer Pehlivan yakalanıyor ama Güleda şikayetçi olmuyor. Kadın kıyamıyor ama o hayvan ona zerre acımıyor! Dövüyor, boğmaya çalışıyor, doymuyor, bıçaklayarak öldürüyor kızı. Katilin ifadelerini okudukça, o eli boğazınızda hissediyorsunuz, öyle fena. Söylenecek çok şey var ama birkaç lafla yetineyim:
KADINLARA DİYORUM Kİ… Yapmayın, ne olur sevmeyin katillerinizi! Size acımayanı, canınızı acıtanı, size bir kez el kaldıranı affetmeyin, sevmeyin, kollamayın.
ANNELERE BABALARA DİYORUM Kİ… Kızlarınıza öğretin, sevmek bu değil, böyle bir şey değil. Biri canını yaktığında ona kızmayın, sarıp sarmalayın ki size gelsin.
POLİSLERE DİYORUM Kİ... Kadına tek fiske vursa dahi bu adamları salmayın! Bu ölümlere tepki için sokağa çıkan kadınları da gözaltına almayı bırakın. Kadınları değil, katilleri durdurun!
HUKUKÇULARA DİYORUM Kİ… Kadınlar şikayetçi olsa da olmasa da, bu adamların tutuklanması için ne yapmak gerekiyor, nasıl bir yasa lazım çaresini bulun.
MECLİS’TEKİLERE DİYORUM Kİ… Kadına şiddetle toplumsal mücadele için neyi bekliyor, araştırma önergelerini neden reddediyorsunuz? Yeter artık, yeter, doyduk!
Kadın zaferi
Tarihteki ilk kadın orkestra şefi olmak isteyen; bu uğurda önyargılarla, engellerle karşılaşan azimli bir kadınla tanıştım geçen gün. Berlin Filarmoni Orkestrası’nı yöneten ilk kadın Antonia Brico ile. Olay, 1920’li yılların Amerikası’nda yaşanıyor…
Yine kadınların bazı işlerde kabul görmeyeceğine, hele de erkeklerden oluşan orkestrayı yönetmesine hayretle bakılan günlerde. Brico’nun tek hayali ise maestro olmak. Konservatuvara gitmek için bir klasik müzik salonunda yer gösterici olarak çalışıyor, gece kulübünde piyano çalıyor ama hiçbir hoca, bu kadın için kılını bile kıpardatmıyor. O arada aşık oluyor, adam da ona...
Evlenme teklifi alıyor ama onu anlamayan, destekleyemeyen bir adamla evlenmek yerine hayallerinin peşinden Avrupa’ya gidiyor. Binbir engele rağmen Berlin Filarmoni Orkestrası’nı yönetiyor. Yani başarıyor. Amerika’ya döndüğünde daha büyük bir sınav bekliyor onu.
Bu işe karşı erkek lobisi ile boğuşuyor. Orkestradaki erkeklerin direnişi de cabası.. Ülke karışıyor. Sonunda First Leydi Eleanor Roosevelt’in desteğiyle kriz aşılıyor. Konseri yönetiyor, herkes onu ayakta alkışlıyor, başarısı manşetlere kadar çıkıyor. Hatta bir kadın orkestrası bile kurup yönetiyor. Devamı aşağıdaki yazıda…
Bu kadar azmin listelerde adı yok!
Ben, Antonia Brico ile bir sinema salonunda tanıştım, hayat hikayesini anlatan ‘The Conductor’ filmini izlediğimde. Türkçe adı ‘Bir Kadın Zaferi’. Gerçek bir hikaye. Bir kadının tüm ülkeye direnmesi, hayallerinden vazgeçmemesi, kendine inanması ve zaferi müthiş. Ama filmin sonunda verilen bazı bilgiler yine can sıkıcı.
2008’de saygın müzik dergisi ‘Gramophone’; dünyanın en iyi 20 orkestrası listesini yayınlıyor ama hiç kadın şef yok! Yine 2017’de aynı dergi, tüm zamanların en iyi 50 orkestra şefinin listesine yer veriyor; aralarında yine kadın yok! Sanatsal bir ortamda bile bu kadar bağnazlık olması gerçekten şaşırtıcı. O yüzden bu filmi izleyin; adı yok sayılan kadınların başarıları, azimli mücadelesi unutulmamış olur belki.
Bize bu tatlı ayarlarla gelin!
Ben siyasetçinin mavra yapanını seviyorum! İşi gücü bıraksın bize şaka yapsın demiyorum; iletişim kursun, hoşgörülü olsun, ruhumuza iyi gelsin yeter. Kırklareli Belediye Başkanı Mehmet Siyam Kesimoğlu mesela... Bir genç coşmuş, sosyal medyada “Belediye başkanı benim! Mehmet Siyam Kesimoğlu ancak benim getir götürümü yapar” yazmış... O da “Anladım kardeşim de, bundan benim haberim var mı?” diye cevap vermiş.
Kızmamış, ‘bulun şu hadsizi’ dememiş. Öyle tatlı ayar vermiş ki, bayıldım... Çocuk tweetini bile silmiş! Datça Belediyesi mesela, sosyal medya hesabı müthiş. Geçen gün Ilıca gölünü tanıtmış, altına “Gölümüzün dibinde herhangi bir hazine bulunmamaktadır!” yazmış. Dipsiz Göl’ü mahvedenlere daha şık bir tepki olamazdı. Azıcık samimiyet ve insaniyet yetiyor da artıyor, bilginize.
Adalet isteyenden korkmak
Hoşgörüden, samimiyetten, insani şeylerden bahsettik ya, yazmak istedim... Taksim’de liseli bir kızın, polis tarafından derdest edilişini izlediniz mi? Adam öldürmemiş, kimseye saldırmamış, “Rabia Naz için adalet isteriz” diye bağırmış sadece.
O polis, o kıza böyle davranırken ne hissediyordu? Kime nefretini kusuyordu, kimden hıncını alıyordu acaba? Kendi kızının, şayet onun kızı yoksa, arkadaşlarının ya da komşularının kızlarının gözünün içine nasıl bakıyor acaba? Kendini izlerken hiç mi utanmadı? Alt tarafı adalet diye bağırmış küçük bir kız.. Bu kadar mı tahammülünüz yok adalet isteyene ya?