Alkollü araç kullanıp bir polisin ölümüne sebep olan Rüzgar Çetin’in serbest kalacağı başından beri belliydi… Öngörüldüğü gibi de oldu. Yani kimse şaşırmadı. Neyse ki yurt dışına çıkış yasağı çıktı. Peki bundan sonra ne olacak? Rüzgar Çetin babasının aldığı yeni otomobiliyle caddelerde hız yapacak mı yeniden?
Sokakta insanların yüzüne bakabilecek mi? Herkesin suçlayan bakışlarını üzerinde hissedip ne kadar sağlıklı bir gelecek yaşayacak? Hiç vicdan azabı hissedecek mi mesela? Bugüne kadar ne yanlış yaparsa yapsın hep arkası toplanmış, anne-baba korumasında hayatını sürdürmüş, bütün hataları ört bas edilmiş.
Peki şimdi? Geride bir ölüm ve gözü yaşlı insanlar bırakmış biri olarak pişman olacak mı? Değişmeye çalışacak mı? Asıl bunlar önemli... Yoksa oturup, bir babanın hapisten çıkan evladına sarılma fotoğrafını tartışmanın kimseye bir faydası yok.
O bir baba. Evladına sarılacak, sarıp sarmalayacak. Sinan Çetin’in bugüne dek oğlu için yaptıklarını, imkanı olan her baba yapardı. Ama asıl hikaye bundan sonra başlıyor. Bir baba olarak oğlunun değişmesini sağlarsa, asıl babalığını yapmış olacak. “Geçti gitti oğlum, kaldığın yerden devam et” demezse asıl, iyi bir baba olacak. Demem o ki, çocuğunu hapisten kurtaran babayı değil, adalet mekanizmasını suçlayın...
Evet, haksız ve adaletsiz bir karar. Evet, Rüzgar Çetin içeride olmalıydı. İyi de, biz adaleti yüzde yüz uygulayan bir ülke olsaydık, bu ‘ünlü baba’, ‘paralı baba’ meselesini zaten konuşmuyor olacaktık. Ahkam keserken bir de bu açıdan bakın derim.
METROYA BİNMEK HABER Mİ?
Şener Şen metroya binmiş, şaşıran şaşırana! ‘Ne kadar da mütavazı!’ başlıkları havada uçuşuyor! Çok mu sıra dışı bir olay bu anlamadım! Metroyu kullanmayan kaldı mı artık?
En hızlı, en temiz çözüm. Asıl kullanmayanın aklına şaşmak lazım. Ünlü birinin metro kullanmasının hala haber değeri taşıması ve bunun mütevazılık olarak görülmesi asıl şaşkınlık verici olan bence. Onu bırakın da Ayşe Kucuroğlu’na bakın siz…
Marka kıyafetleri ve 10 bin liradan fazla fiyatı olan çantasıyla otobüse binmiş, mavradan ‘Akbil’ soruyor; bunu da ‘bir durum’ olarak sosyal medya hesabında paylaşıyor... Fotoğrafın altına yapılan yorumlar gerçekten sosyal medya deneyi gibi!!! Milyonlarca insan toplu taşıma kullanırken, ünlü insanların toplu taşımayı kullanması ve bunun mesele haline gelmesi size de tuhaf gelmiyor mu?
PAZARDA 5 TL RESTORANDA 35!
Ben hiç sevmem ama palamut mevsimi ya, yiyen yiyene... Hem ucuz hem de protein, D vitamini, fosfor deposu. Gel gör ki, pazarlarda 3-5 TL’ye satılan palamut, restorana girince kalkan balığı seviyesine çıkıyor! Hadi içki içsen anlarım ama içkisiz balık restoranlarında bile porsiyonu 35 TL’ye satılıyor! Yuh! 7 kat pahalıya satılır mı bir ürün? Tamam servis bedeli ekle, salata koydum de, ekmek koydum de ama bu kadar kazıklamak da fazla. İnsaf biraz!
FAZLA KAYITSIZ!
Haluk Bilginer’i Etiler’de yakalayan muhabirler sormuş. “Ben-Hur filminde rol aldınız, tepkiler nasıldı?” O da cevap olarak “Ona siz karar verin, ben filmi izlemedim” demiş. Rolünüz küçük ya da büyük olabilir önemli değil, Hollywood filminde oynamışsınız ama merak edip de izlememişsiniz!
Fazla ilgisiz ve meraksız bir hal değil mi? N’oldu, heyecanınızı mı kaybettiniz Haluk Bey? Oyuncuların çoğu kendini izlemekten hoşlanmadığını söyler tamam da, Hollywood filmi bu sonuçta. Nasıl bir kayıtsızlıktır bu?
GAZETE BİNALARININ RUHU
Tüm dünyada her yıl ekim ayının ilk pazartesi günü kutlanan ‘Dünya Mimarlık Günü’ için yapılan bir etkinlikten bahsetmek istiyorum… “Gelin tasarladığımız yapıları kullanıcılarından dinleyelim” diyen Yapı- Endüstri Merkezi (YEM); farklı meslek gruplarından profesyonelleri davet ederek, bir dizi konferansa imza attı. Adliye, eğitim, sağlık ve medya binaları nasıl olmalı, ihtiyaca cevap veriyor mu, o mesleğin çalışanlarına sordu.
‘Medya merkezleri’ni de ünlü mimar Melkan Gürsel Tabanlıoğlu’nun moderatörlüğünde Serpil Yılmaz, Ahu Özyurt, Özay Şendir, Cem Erciyes ve bendeniz anlattık. Şehir dışındaki medya plazalarından şehir içine taşınan gazete ve TV binalarını konuşurken ortak duygu şuydu: Gazetecilik değişiyor, gazeteler şehir dışından şehir içine taşınıyor ama gazete binalarında geçirilen vakit iyice azalıyor. Çünkü binalar kadar gazeteciliğin de ruhu değişti. Şehir dışında da olsa, o eski binaları ve içindeki ruhu özlüyoruz…”
Mimarlar ve üniversite öğrencilerinin dinlediği ufuk açıcı bir konferanstı ve zamanda yolculuk yaptık. “Ahh nerede o eski medya patronları ve palazaları” dedik, anılarda kalanları paylaştık.
08 Ekim 2016, Cumartesi 16:00
Haberin Devamı