Dedemi kaybettik… Öfkeliyim çünkü dedemi kaybettiğimin farkına dahi varamadım henüz. Mantığım, kaybı olan bir evin bu kadar insanı neden yedirip içirmesi gerektiğini algılayamıyor çünkü. Günlerdir kaybımızı dahi konuşamadık. Sadece yüzlerce kişiye hizmet ediyoruz…
İnanır mısınız dedemi kaybettiğim günün akşamı çay servisi yaparken, akrabamız olan bir kadın bana “ben çayımı açık içiyorum, bunun yerine açık getirsen” dedi. Hangi vicdana, göreneğe uyuyor bilmiyorum ama ölüsü olan bir evden ekmek, yemek, çay beklemek bana çok ayıp geliyor. Bazı şeylerin değişmesi gerek gerçekten…
***
Bu satırlar sosyal medyadan. @akinishh isimli biri yazmış. Tanımıyorum ama hislerini o kadar iyi anlıyorum ki…. Ve noktasına virgülüne kadar hak veriyorum kendisine. 5-6 yıl önce küçücük yeğenimizi kaybettiğimizde benzer şeyler düşünmüştüm çünkü, oradan biliyorum bu haklı isyanı. Ölünü gömüyorsun, perişan şekilde evine dönüyorsun, kaybını anacak, ağlayacak, dövüneceksin belki ama taziyeye gelenlere ikramda bulunman gerekiyor.
Biz o acının ortasında, hangi lokantadan lahmacun söylesek, su böreğini nereye sipariş versek diye planlar yaptık ağlaya ağlaya. Sadece birkaç düşünceli akraba evinde yemek pişirip getirmişti o kadar! Kimsenin umrunda bile değildi acılar, gözyaşları. Büyükler elbette gelenekleri yaşatmaya çalışıyor, ‘çok şükür gelenimiz gidenimiz bol’ kafasındalar.
Babam mesela, ha bire salondan sipariş veriyordu, ‘buraya bir çay, buraya bir tabak’ diye. Niye ya, yenmese/ içilmese olmuyor mu? Lokanta mı burası? Ben mutfakta, bulaşık makinesine sağmayan bardakları, tabakları yıkarken, bunları düşünüyordum işte. O yüzden gaza geldim ve bu yazıyı yazmak istedim. Şimdi bu yazıyı okuyanlar da, ‘aman gelenektir, görenektir, ölünün arkasından adettir, yapmayın etmeyin’ diyecek ama gerçekten akıl dışı buluyorum ben bu geleneği. İnsanların acısını yok sayıp, hizmet beklemeye son vermemiz gerek.
Cenazeye gelenlerin kendi aralarında modadan, magazine gündemin dibine vurması gibi bir şey bu. Gülriz Sururi, cenaze töreni istememekte o kadar haklıydı ki! Çünkü biliyordu, kimsenin o cenaze törenine saygısı yoktu aslında. O yüzden, gerçekten bazı şeylerin değişmesi gerekiyor.
CHANEL ÇANTA VE ÖLEN İNSANLAR…
Zenginin malı züğürdün çenesini yorarmış ya... Ben de şimdi öyle yapacağım. Ama olayın evrensel boyutu da var, kayıtsız kalmayın derim o yüzden. Rusya-Ukrayna savaşı yüzünden, güzelim Chanel çantaları makaslarla kesip parçalayan zengin Rus kadınlarının görüntülerini izliyorum günlerdir. Hem o çantaların fiyatlarını düşününce içim gidiyor…
Hem de onca ölümü umursamayıp, bir çanta için kızıp isyan edilmesine hayret ediyorum. Marka uğruna yaşamak dedikleri bu olsa gerek! Olanları biliyorsunuzdur muhakkak… Fransız modaevi Chanel, Rusya’nın Ukrayna saldırılarının ardından Ruslara yaptırım uygulama ve satışı durdurma kararı almıştı. Olayı tetikleyen, Rus bir müşterinin Chanel’in Dubai’deki mağazasından çanta almak istemesiyle başladı.
Rus müşterinin Rusya dışında yaşadığını kanıtlaması ya da çantayı Rusya’ya götürmeyeceğine dair belge imzalaması istendi. Rus müşteri de bunun insan haklarına aykırı olduğunu söyledi, itiraz etti. Konu büyüdükçe, protestolar başladı. Rus kadınlar Chanel çantalarını parçalarken, o anları sosyal medyada yayınlamaya başladı.
Hatta bir Rus oyuncu ve sunucu çanta keserken paylaştığı videosunda, “Ben Rus düşmanlığına karşıyım, Rus düşmanlığını destekleyen markalara da karşıyım. Chanel’e sahip olmak anavatanımı satmak anlamına geliyorsa, o zaman Chanel’e ihtiyacım yok” notunu düştü. Onların açısından bakarsak, haklılar. Ruslara yapılan kültürel ve sanatsal yaptırımların da ne kadar insan haklarına aykırı olduğu tartışılıyor savaş başladığından beri.
Çünkü sapla saman birbirine karışıyor. Bu yaptırım da o saçma kararlardan biri. Ancak insan sormadan edemiyor tabii… Bir lüks çanta almayı insan hakları meselesine dönüştürenler; ölen insanları, yok olan hayatları, yurtlarından edilenleri, yerle bir edilen şehirleri, niye insan hakları meselesi yapmıyor? Çanta, ölen insanlardan daha mı kıymetli yoksa?
VİCDANSIZ MARKETE KARŞIYIZ!
Alışveriş fişi 50 TL’yi geçmedi diye 80’lik teyzeyi marketin servisinden indirmişler. Haberi okurken sinir oldum, çıldırdım, hakikaten içim yandı. Yokluk ve çaresizlik çok fena çünkü. Kadını utandırmalarına mı üzüleyim…
80 yaşında kadının araçtan indirilip yürütülmesine mi… Yoksa bir şoförün bile 50 TL’lik alışverişi kabul etmemesine mi yanayım bilemedim. Sen kaç para kazanıyosun kardeşim? Hiç mi geçim sıkıntısı çekmiyorsun, halden anlamıyorsun? Diyelim ki marketin sahipleri koydu bu kuralı… Ben olsam idare ederdim o teyzeyi. Markete gelince…
Yine ben olsam, o marketten daha da alışveriş yapmazdım. Lanet gelsin size de, marketinize der, postamı koyardım. Semt sakinleri tam da bunu yapmalı. Vicdansızlık çok ayıp ya. Hele şu dönemde, insanların eli kolu bağlıyken, çaresizken günah be. Ankara Büyükşehir Belediyesi, lütfen o teyzeyi bulup özel araçla alışverişe götürebilir mi? Masrafları benden, söz.
ŞİFA ARAYANLAR BULUŞUYOR
Çoğumuzun maneviyat ve şifa arayışında olduğu bugünlerde Türkiye’de ilk kez bir şifa festivali düzenleniyor. 2-5 Mayıs tarihleri arasında Antalya’nın antik kenti Adrasan’da düzenlenen etkinliğin adı da, Kozmik-Spiritual Festival.
Amaç; bireylerin bilincinin yükselmesine katkı sağlamak, aynı bilinçteki kişileri bir araya getirerek maneviyatı güçlendirmek, kendimiz ve ilahi olanla bağımızı derinleştirmek, doğayla bağ kurmak. Olayın mimarları da iki kadın; Nurcan Ilgın ve Noha Nasser... Dünyanın dört bir yanındaki şifa merkezlerini gezen ikili, ‘müzik, kültür, yemek ve yoldaşlığı paylaşmak için bir araya gelmek harika olur’ düşüncesiyle bu yola çıkmışlar.
Adrasan’da, Jungle kamp alanında gerçekleşecek fastivalde; nefes, yoga, sesle şifa ve sufizm, şamanizm atölye çalışmaları yer alacak, alanında uzman şifacılar, koçlar ve sanatçılar ile birebir çalışma imkanı olacak. Festival Türkçe ve İngilizce olarak gerçekleşecek ve dört gün sürecek. Bilgi için www. kozmikfestival.com ziyaret edebilirsiniz.