Hemen söylüyorum, tembellikleri! Canları bir şey yapmak istemiyor özetle. Tamam, çoğu insanın canı bir şey yapmak istemiyor, hatta benim de canım çoğu zaman istemiyor ama bu kadar ‘salmışlık’ daha önce tanık olmadığımız türden. Gerçi Teoman’ın hakkıdır; yıllarca şarkı söylemiş, sahnelere çıkmış, çalışmış, didinmiş, şahane bir kariyer inşa etmiş...
Artık istediğini yapsın. Peki gencecik Kezban neyin kafasını yaşıyor sizce? Kezban sosyal medyanın yeni fenomeni. Esra Erol’un programına katılmış geçen gün, videosunu izledim ve kaç gündür deli gibi gülüyorum. Kocası diyor ki, “4 senedir evliyim, bir kere eline süpürgeyi almadın!” Kezban “İstemiyorum” diyor, “Canım istemiyor!” Esra Erol soruyor; “Kocana yemek yapmayı canın istedi mi?” “İstemedi” diyor. “Yaşadığınız evi temiz tutmayı canın istedi mi?” “İstemedi” diyor. “Fedakarlık yapmayı canın istedi mi?” “İstemedi.
Canım istemiyorsa hiçbir şey yapmam!” Süper bir kafa değil mi? Bu kafaya ulaşmak için millet kişisel gelişim koçlarına ne paralar ödüyor bir bilseniz! Bu duruşu, benim diyen kişisel yaşam koçunun seansından çıksan sergileyemezsin! Öyle bir kararlılık, öyle bir kendinden emin olmak, öyle bir umursamazlıkta arşa çıkmak.
Bravo valla! Bu arada ben Kezban’ın, “Hiçbir şey yapmıyorum, boş boş dolaşıyorum, tembellik kariyeri yapıyorum” diyen Teoman’dan ilham aldığına yemin edebilirim ama ispatlayamam. Öte yanda ise bir Ajda Pekkan örneği var… Düşüp kalça kemiğini kıran Süperstar tembellik kariyeri yapacağına; şu yaşında fizik tedaviye yüklenmiş “Yılbaşında sahnedeyim” mesajı veriyor. Şimdi biz hangisini örnek alalım? Hangisi daha sağlıklı bir kafa?
Kafamda yine deli sorular...
- Ünlü yemek şefi Somer Sivrioğlu, bir programda başarısını eski eşine borçlu olduğunu söylemiş ve gerekçesini şöyle açıklamış: “Hiç yemek yapmazdı, aç kalırdık..” Şakayla karışık söylemiş güya ama bence eşini bir parça ‘gömmüş’. Belli ki eşinin canı da Kezban gibi yemek yapmak istememiş ama bu ifşa şık mı şimdi?
- Aleyna Tilki “Şarkılarımdan çok iç çamaşırım konuşuluyor” diye sitem ediyor ya, çok gülüyorum. İç çamaşırlı pozlarını paylaşıp paylaşıp, altına “Yeni şarkımı dinledikçe neler hissediyorsunuz?” diye sorduğun için olabilir mi Aleyna? Herkes istediğini giysin tabii de, sen şarkını bu çamaşırlarla desteklediğin sürece ne bekliyorsun?
- Sosyal medyada birileri, Zeynep Bastık’la mağazada karşılaştığını, fotoğraf çektirmek istediğini ama onun kendisini terslediğini paylaşmış. İnsanlar her an, her yerde sizinle fotoğraf çektirmek zorunda mı? İnsanın iyi anı olabilir, kötü anı olabilir, ünlü diye her an foto çekimine hazır mı olmalı, anlamadım ki?
- Yıldız Tilbe, Elon Musk’ın almasıyla birlikte Twitter’ı terk etmiş. Vallahi bravo. Musk’ın saçma sapan uygulamalarına herkes laf etti, tepki gösterdi ama kimse de bırakıp gidecek delikanlılığı gösteremedi. Bakalım ne kadar dayanacak?
Seyirci sinemaya geri döner mi?
Son zamanlarda sıkça tartışılan bir konu var: Sinemaya ilgi geri gelecek mi? Malum, pandemiden sonra sinemaya gitme alışkanlığımız ortadan kalktı. Evlere kapanmak, sektörde üretimin durması ve dijital platformların yükselişi derken, sektör ağır bir darbe aldı. Çok sükseli bir iki film dışında sinemaya gitmek, filmi salonda izlemeyi seven benim bile aklıma gelmiyor açıkçası. En kötüsü de, geçenlerde sinemaya gidip bir sinema biletine 90 TL ödemekti. ‘Bu nasıl bir fiyat?’ diye şaşakaldım. Geçen gün sinema yazarı Uğur Vardan da aynı soruyu sorunca, merakla okudum yazısını…
Steven Spielberg’ün, yakında vizyona girecek son filmi ‘The Fabelmans’ vesilesiyle The New York Times’a verdiği demece değinmişti. Ünlü yönetmene göre; “Yaşlı seyirciler patlamış mısır eşliğinde film izlemekten kurtulduğu için platformları sevdi ama yine aynı seyirci, salona giderek başka kuşaktan seyircilerle buluşup sosyal ortamın büyüsüne kapılmaya hazırmış.” Özetle, “Sinema geri gelecek” demiş. Uğur Vardan da diyor ki: “Bilgisayar teknolojisi sayesinde hayallerin ötesine geçen sahneleri inşa eden yapımlar elbette ilgi görecek ve özellikle genç seyirciyi salonlara çekecek.
Çünkü bu tür yapımların sunduğu ‘güzellikler’ salonlarda daha çok tadına varılacak unsurlar.” Yani; hikayeye dayalı yapımlar evde izlenebilir ama teknolojiye dayanan işler seyirciyi sinemaya çekecek gibi. Ancak burada da başka sorunlar giriyor devreye. O da ekonomik sebepler. En azından Türkiye için acı gerçek bu.
Uğur da aynı şeye değinmiş; Batı’da Spielberg’ün bahsettiği türden bir ilgi yaşanabilir ancak Türkiye’de bu iş epey zor. Herkesin bir sene önceye göre iyice fakirleştiği bir ortamda sinemaya gitmek lüks hale geldi resmen. Sinema salonları ayakta kalmak istiyorsa, bu durumla ilgilenmeli artık.
‘Black Panther’in havalı rol arkadaşı
Sinema demişken… Yaşım ortaya çıkacak ama yine de yazayım… Eskiden ‘Kara Şimşek’ diye bir dizi vardı; bizim kuşak bilir. Ev halkı ekran başına toplanır, soluk soluğa izlerdik. O siyah otomobilin yaptıklarına hayran olup, hangimiz otomobillerle çılgın bağlar kurmadık ki!! Yıllar içinde de film ve otomobil markalarının eşleşmesi hep sürdü.
Bunun son örneği; Lexus ve ‘Black Panther’ birlikteliği. Siyahi bir kahramanın hikayesini anlatmasının yanı sıra hem siyahi bir yönetmen tarafından yönetilmesi, hem de oyuncu kadrosunun büyük kısmını siyahi oyuncuların oluşturması ile süper kahraman filmleri için önemli bir kilometre taşı olarak görülen Black Panther, ABD’de özellikle Afrika kökenli sinemaseverlerden büyük ilgi gördü.
İlki 2018’de vizyona giren filmin şimdi ikincisi vizyonda ve bu kez tam elektrikli RZ 450e model bir Lexus, Wakanda şehrinin seçkin savaşçılarının emrinde. Filmin galasında Lexus Direktörü Murat Ertuğrul’a sordum; bu araç henüz Türkiye’ye gelmemiş ve satışa çıkmamış. Filmin rüzgarından sonra satışa çıkacak belli ki… Aksiyon sevenlere ve fütüristik dünyalara meraklı olanlar kaçırmasın, heyecan yine doruklarda.