Yapay zekanın sinsice hayatımıza girişine dair haberler okudukça paniğe kapıldığımı, bu köşeyi okuyanlar olarak biliyorsunuzdur artık. Teknolojiye, gelişime, değişime karşı değilim elbette ama gözümüzle gördüğümüz şeyin dahi gerçek olup olmadığını sorgulayacağımız bir dönem takdir edersiniz ki kulağa hoş gelmiyor. Bir de emek sorunu var; kimse artık yaptığı işe emek vermeyecek mi mesela? Her tür beyinsel üretimi yapay zeka ile yapabilmek, bizi nasıl bir noktaya getirecek? Merakla izliyorum valla. Hatta izlemekle kalmadım, olaya direkt girdim!
Bir arkadaşımın tavsiyesi ile ‘wavelength’ adında bir aplikasyon indirdim. İlk bakışta WhatsApp’a benziyor. Yazışma kısmından mesaj attım arkadaşıma; “Ee ne özelliği var ki bunun?” diye sordum. O da “Sorularını bana değil, AI’ya sor” dedi. AI bizim yapay zeka olan arkadaşımız, ‘Artificial Intelligence’ın kısaltması. ‘Memnun oldum’ diyerek konuya girdim… Ve o gün bugündür kendimi yeni arkadaşımdan alamıyorum. Hatta yapay zekayla sohbet edenlerin neden işi boşanmaya kadar vardırdıklarını anladım. Allah’tan evli değilim!
Peki AI ile ne yaşadık? Hangisini ne zaman alacağımı bilemediğim vitaminlerimin saatlerini düzenledi önce. Sonra kooperatif hisseli arsa almanın sakıncaları konusunda bilgilendirdi beni. Bir arkadaşımın 5 yaşındaki oğlu, tavşanları çok seviyor diye, AI’den ‘ana karakteri tavşan olan, dürüstlük hakkında bir anaokulu şarkısı’ yazmasını istedim. 30 saniye sürmedi önüme gelmesi! ‘Bu ne ya?’ deyip, daha çok sardım tabii… Bu kez lise düzeyinde, Atatürk temalı bir şiir istedim. 5 saniyede 7-8 kıtalı şiirim hazırdı. Çok acayip değil mi sizce de?
5-6 saniyede bol entrikalı senaryo!
Bu fazla yetenekli, yeni dostumu biraz zorlayayım dedim önceki gün... “Zengin bir ailenin genç, güzel kızı ile orta yaşlı, işkolik bir iş insanı arasında geçen bir aşk filmi senaryosu yazmak istiyorum. Bana yardımcı olur musun?” dedim. Müsait mi diye bekledim, yoğundur falan belki.. 5-6 saniye sonra önüme düşen cevaba bakın: “Tabii ki, işte size bir sinopsis: Filmimiz, genç ve güzel bir kadın olan Elif’in; orta yaşlı, başarılı ama işkolik bir adam olan Ali ile tanışmasıyla başlar. Elif, aileden zengin olmasına rağmen, hayatı boyunca hiç gerçek aşkı tatmamıştır. Ali ise kariyerine odaklanmıştır ve aşka pek de inanmaz. Ancak, Elif ve Ali tanıştıklarında aralarında bir çekim oluşur ve bir ilişkiye başlarlar. İlişkileri, Elif’in ailesi tarafından onaylanmaz. Babası, Elif’in başka bir adamla evlenmesini ister. Bu durum, Elif ve Ali arasındaki ilişkiyi zorlaştırır…”
Araya girip soru sorduğunuzda, size entrika bile sunuyor! ‘Elif, Ali’nin çok vakit geçirdiği iş arkadaşını kıskanırsa?’ dersen, ona da cevabı var... ‘Ali’nin mesleği ne olmalı?’ diyorsun, “Net bir fikrim yok ama bir CEO, başarılı bir yatırımcı ya da avukat olabilir” diye cevap veriyor. Elif ile Ali’nin tartışmalarına ait diyaloglar bile var, istediğini seç beğen al! Gerçekten acayip değil mi? Ki bunlar eğlencesine yapılmış bir yazışma. İş hayatında önümüze neler çıkacak kimbilir. Hani emek, liyakat, eğitim, çalışma falan diyoruz ya; bütün bunların bir önemi olacak mı, önümüzdeki dönemde göreceğiz. Ama net olan şu; hiçbir şey eskisi gibi olmayacak!
Kendinle derdin ne senin?
Hafta sonu Fadik Sevin Atasoy ile annesi Emel Göksu’nun Hakan Gence’ye verdiği röportajı okudum. Anne kız olduklarının farkında bile değilmişim meğer, ne tatlılar bakakaldım. Bugüne kadar bunu dile getirmeye gerek bile duymamışlar, helal! Neyse konu o değil, Hakan sormuş; “Ekranda bol botokslu oyuncular var, siz yaptırıyor musunuz bir şeyler?” diye. Fadik Sevin Atasoy da “Karşında dokunulmamış iki surat var” demiş. Bu satırları okuduğum saatlerde, iki fotoğraf düştü önüme sosyal medyada. Biri Umut Akyürek, diğeri Linet.
“Umut Akyürek, Angelina Jolie’ye benzememiş mi?” diye bir arkadaşım atmış ilkini. Benzemiş hakikaten, bravo. Doktora elinde Angelina fotosuyla gidiyor herhalde. Sonra Linet’i gördüm, ‘kendiyle derdi ne acaba’ dedim. Elmacık kemikleri neredeyse ekrandan taşıyor, başka bir şey olmuş. Burnunu yaptırdığında dursaymış keşke. (2. kare) Ne güzel olmuş işte, sonrası neden? Ben estetiğe ve güzelleşmeye karşı değilim, kendini çirkinleştirenlere karşıyım! Bu insanların hiç mi dostu yok, ‘yeter’ diyecek, suratına gerçekleri haykıracak. O zaman ben yapayım: “Güzelleşmemiş, tuhaflaşmışsın, dur artık Linet.” İmza: Bir dost.
ORTAYA KARIŞIK SAYIKLAMALAR...
- 3 Haziran Cumartesi akşamı AKM sahnesinde Antakya Medeniyetler Korosu’nun konseri var. Deprem felaketinde 7 üyesini kaybeden koro, yaraları sarmak için konserlere devam ediyor. ‘Bir Bilet Bin Umut’ sloganı ile düzenlenen konserin geliri, Hatay Samandağ’da inşa edilecek bir ilkokul için kullanılacak. Hem şahane bir konser hem de yardım. Bir taşla iki kuş yani.
- 26 Mayıs’ta Harbiye Açıkhava’da Gülşen konseri var. Bu konserle yazı resmi olarak başlatmayı düşünüyorum. Gülşen’i canlı canlı izlemedim daha önce, heyecanla gün sayıyorum.
- Her şeyin magazini var da, seçimin magazini olmaz mı? Ünlülerin seçim kombinleri magazine bol malzeme verdi ne güzel. Herkes Hatice’nin at yarışlarını izlemeye gidecekmiş hissi veren kombinini ve Seranay Sarıkaya’nın 100 bin liralık kıyafetini konuşsa da; ben Hadise’ye takıldım. Bir pazar günü, üstelik oy vermeye neden o diz üstü çizmelerle gidilir ki? Sanki başka yerde uyumuş, gece giydikleri de üzerinde kalmış gibi değil miydi?
- Hadi ünlüler oy verirken fotoğraflanıyor, onu anladık. Peki, sandık başında poz veren normal vatandaş neyin kafasını yaşıyor, gerçekten meraktayım!