Dün İngiltere’den 8 yediğimiz maçın 40. yılıymış. Adam gibi tek bir atak bile yapamadan, her geleni içeri aldığımız maçın 40. yılı. Bir de tarihinizde bu maçtan iki tane var. İnsan ‘nereden nereye ?’ demekten kendini alamıyor. Rakip bir İngiltere değildi ama yine bir ada futbolu temsilcisi olarak tüm direncini ortaya koydu. Tam Birleşik Krallık tarzı futbol. Fizik gücü yüksek, biraz da sert bir futbol. Bunlar gol yemeden kolay kolay disiplinlerinden taviz vermiyor. Bu tarz takımlar karşısında bireysel yeteneklere ihtiyaç duyuluyor. Onlardan da bizde yeterince mevcut. Oyunun başından itibaren bizim forvet hattı Kayseri mantısı gibiydi. Bilmeyenler için; Kayseri mantısı bir kaşığa 40 tane sığar. Bizim çocuklar da ileride o kadar yakın ve kalabalık oynadılar ki, ara ara rakip ceza alanında neredeyse 10 kişiydik. İlk yarı Yunus karşı karşıya kaleciye takıldı. Yunus’un uzaktan şutları çok güzel de, şu topun dibine girme işini biraz geliştirmesi gerekiyor. Aynı Yunus 67’de Enes’e ‘al da at’ dedi, Enes diziyle dışarı vurdu. ‘Aman daha çok yemeyelim’ ya da ‘bari bir şeref sayısı atalım ya’ dediğimiz, beraberliklerde davul zurna çaldığımız maçlardan nerelere geldik. Enes’in röveşatası rakibin elinden döndü ama VAR çağırmadı. 77’de Arda, kendisini Madrid’de oynatmayan Ancelotti’yi mahcup etme fırsatını dışarı attı. Son 10-15 dakika gözlerim Kenan Yıldız’ı aradı ama kart cezası vardı. İşin sonunda beraberlik de kötü olmadı ama oyunun sonunda Yunus’un kazandırdığı penaltıyı Kerem, Galler’i de biz elimizden kaçırmış olduk.
Maç önü Ulu Önder Atatürk’ün vefatının 86. yıldönümü için hazırlanan koreografi ve Atamızın anılması her türlü maçın üzerindeydi. Mustafa Kemal’e sevgi, saygı ve özlemle... Bu maç Icardi de takımını yalnız bırakmamış. Çok geçmiş olsun Mauro. Beklenenden daha kısa zamanda ve çok daha güçlü döneceğine inancım tamdır. Bizim ligimizin Avrupa liglerinden en büyük farkı; hakem yönetimi! Perşembe akşamı da bir maç izledik. Maç neredeyse hiç durmadı. Bizde zırt pırt çalınan fauller orada yoktu. Oyun bu kadar durunca kim oynayacak? Tamam baba anladık en iyi sensin. Sahadaki en önemli şahsiyet sensin. Sen neymişsin be abi?! İlk yarı beklenen tempo yoktu. Beklenen kontrollü oyun fazlasıyla vardı. Gol 3. dakikada VİCTOR AİR’den geldi.
Yaklaşık 5 feet’ten kafayı çaktı. Perşembe akşamının beden ve mental yorgunluğu açıkça belli oldu. Takımlarımızın üst üste zorlu maç oynama alışkanlığını bir şekilde edinmesi gerekiyor. Bu maç özelinde bir rotasyondan söz etmek gereksiz olurdu. 2. yarı Samsun’un daha baskılı oynayacağını maçtan önce Reis zaten söylemişti. Öyle de oldu. Devrenin hemen başında penaltı kazandı Samsun. Beraberlik sonrası maç bir anda şampiyonluk maçı havasına girdi. Okan’ın hatasından da VİCTOR AİR ikiledi. Bu maçta atılan tüm goller statta ‘Mauro Icardi’ olarak anons edildi ve bu galibiyet Mauro’ya terapi oldu. Sonlarda VAR’dan gelen Samsunspor penaltısı (Okan hocanın deyimiyle) seyirciye yine ‘kardiyo’ yaşatsa da, alınan 3 puan çok kıymetliydi. Cim Bom milli araya moralli girecek. Bir de şu öne geçtiği maçları kopartabilse tadından yenmeyecek.
Kadroya bakalım; Icardi ve Osimhen çift forvet. Ortada 38’lik Mertens. Risk mi; evet. Ama kabul edelim çok cesurca. Peki bunun sahaya yansıması nasıl olacaktı? Öyle ya, ofansif olarak güçlü ama defansın arkasına atılan toplarda zaaf gösterebilecek bir kadro. Ofansif güç önce golü getirdi, sonrasında defanstaki küçük bir zaaf golü yedirdi. Hakeme bir parantez açmak gerekirse; bizim ligimizde alışık olmadığımız şekilde ‘futbol oynatmaya’ çalışan bir yönetim gösterdi. Bu futbol iklimi Cim Bom’un işine geldi. Takım; Cem Yılmaz’ın AROG filmindeki ‘top oynamaya aç’ takım gibiydi. Hele Osimhen! Biri ofsayttan üç gol attı. Üçü de atletik vuruşlar. İlk yarı Galatasaray için rahatlıkla yılın futbolunu oynadı diyebiliriz.
* * *
Aç Aslan ikinci yarıya da yoğun presle başladı. İki kez hat trick şansı bulan Osimhen ikisini de harcadı. Sonra da neler kaçtı neler. Tottenham da 10 kişi kalınca taraftar ‘galiba bu maçı alacağız’ dedi. Takımda da bu rehavet olunca, arkaya atılan toptan, 10 kişilik rakipten olmayacak bir gol yedik. Farka gidecek maç durduk yere sıkıntıya girdi. Oyuncu değişiklikleri de bir enterasandı. Osimhen’i çıkardı Okan Buruk. Tam da moralsiz Icardi’yi ‘kazanma’ maçı ya bu maç! Senelerdir oynamamış Ziyech de girdi mi oyuna! Son 10 dakika, 10 kişilik rakibe karşı bence çok riskli tercihlerdi. Bu yeni kadronun bir ahenk yakalaması bir yana üç puan zora girdi. Neyse ki korkulan olmadı. Galatasaray’ın şu öne geçip fark atabileceği maçlarda Okan Buruk’un deyimiyle; taraftara ‘kardiyo yapmak’ huyunu düzeltmesi gerekiyor. Nasıl olur bilmem ama son dakikaların tansiyonu cidden bir kardiyo.
Her şeyden önemlisi; bugün Cumhuriyetimizin 101. yılı. Kutlu olsun! YAŞASIN CUMHURİYET !!! Öncelikle, Galatasaray taraftarının her önemli maç öncesi takımına verdiği bir öğüttür konsantrasyon. Sosyal medyada hemen her Cim Bom’lu paylaşır bunu. Öyle ya; konsantrasyonunu kaybedersen üç farklı önde olduğun maçı bile tehlikeye atarsın. Başlama vuruşuna yarım saat kala bando takımı çaldığı marşlarla coşkuyu iyice arttırdı. Beşiktaş rakibinin üstüne geleceğini öngördüğü için oyunu geniş alana yaymaya, top çevirmeye ve biraz da soğutmaya başladı. Galatasaray adına final pasları başarılı olamayınca iş duran bir topa kaldı. İlk yarı takımının en iyisi Sanchez’in kafası dengeyi bozdu.
Farkı açabilecek pozisyonlarda final pasları yine başarısız oldu. Icardi ve Barış Alper’in bir şekilde güçsüz olduğunu gördük. İkinci yarı Galatasaray tempoyu bir türlü istediği hıza ulaştırmadı. Düşük tempo Beşiktaş’ın işine yaradı. Maçın dönmemesi adına bir gol lazımdı. Sara ikinci defa adrese teslim ortaladı, Osimhen de kafayla yazdı. Yorulanların yerine değişiklikler son 10 dakika içinde geldi. Mertens girer girmez duran topların başına geçti ama bu konuda Sara bence daha maharetli. Son dakikalarda Muçi müthiş bir gol attı ve bu büyük derbide son saniyelere büyük bir heyecan getirdi. Bu heyecanı keşke maç boyunca görebilseydik. İki güzide takımın rekabetinde bu yıl tam bir asır geride kaldı. Acısıyla tatlısıyla şanlı bir yüz yıl. Nice asırlar iki şanlı takım. Kazanan Galatasaray’ı tebrik ediyorum. Daha konsantre olan üç puanı aldı.
Son dönem gösterdiği (daha doğrusu gösteremediği) performansla eleştirilen, taraftarı ile ‘bir dargın bir barışık’ giden, yönetimin gerçekten büyük başarısı ile mali portresini zaptı rap altına alan, buna karşın, futbolunda istikrarı yakalayamamış Trabzonspor’un; Göztepe karşısında alacağı bir galibiyet ya takımı düzlüğe çıkartacak ya da bu tatsız durum devam edecekti. İlk 20 dakika Trabzon neredeyse rakip sahaya bile gidemedi. Bunda Göztepe’nin orta alandaki agresif futbolunun etkisini gördük. Trabzon’dan dengeyi kurmasını beklerken denge Dennis’in gördüğü kırmızı kartla bozuldu. Kötü niyeti yoktu ama hareket net kırmızıydı. Sahada sayı dengesi bozuldu ama ilk yarı golleri kaçıran taraf yine 10 kişilik Göztepe oldu. Gol hep kaçacak değil ya; Solet kafayla attı. Taraftar ‘Yahu 10 kişilik takıma mı yenileceğiz?’ diye hayıflanırken Banza’nın penaltı golü, bu sezon ilk deplasman galibiyeti için umut oldu. Son çeyrekte Trabzon rakibin uzun süredir 10 kişi oynadığını nihayet hatırladı. Karşı kalede gol ararken defansında gedikler de verdince, Şenol hoca risk almadı; Eren Elmalı yerine Barisiç’i aldı ama defans güvenliği yine sağlanmadı. Maç 11’e 11 oynansaydı sonuç nasıl olurdu emin değilim. Uzatmalarda Tijaniç, Uğurcan’ı avladı. O dakikada o boşluk nasıl verilir anlamak mümkün değil! İki takım da maça ruhları şad olsun, TUSAŞ şehitlerimiz için siyah bant takarak çıktılar. Bu gidişle Trabzon taraftarı o siyah bandı gözlerine takacak!
Maç öncesi Ankara’dan gelen terör haberleri ile kahrolduk. Şehitlerimize rahmet diliyorum. Yaralılara Allah şifalar versin. Terörün her türlüsüne lanet olsun! Bu kara haberin gölgesinde oynandı maç. Takımın ve tribünlerin inancı yerindeydi. Takım ısınmaya çıktığında, futbolcuların tek tek çağırılıp yumruk şovunu hangi rakip topçu görse heves eder. Yalnız kolay takım değil Elfsborg. Roma’yı yenmeleri de tesadüf değildi. Yine de ilk düdükle birlikte Cim Bom oyunu rakip sahaya yıktı. 15. dakikada Osimhen indirdi Barış, onun son golüne nazire yaparcasına röveşata vurdu ama canım gol kaçtı. Osimhen demişken; gelen yanlış paslara Zaha gibi tepki vermeyip, arkadaşlarını alkışlaması dikkatimi çekti. Gol geciktikçe canı sıkılan taraftarın moralini, Icardi yerine getirdi. Mertens’in direkten topunu öyle tamamlayabilecek çok az santrfor vardır. Sonra Abdülkerim kafa, sonra Sara ince gördü ve Barış: 3-0. İkinci yarı, ilk devrenin tam tersi bir durum oldu. Durduk yere yenen bir gol, ardından durduk yere gelen bir penaltı. Arkadaş skoru bulmuşsun. Eze eze oynayıp fark atman gereken maçta topu eveleyip gevelemenin ne alemi var? Bir anda skor 3-2 oldu. Bu da doğal olarak takım üzerinde bir stres yarattı. Tam hamle zamanıydı. Yunus, şapkadan tavşan çıkardı. Yaptığı slalom inanılmazdı. Disipline sevk edenler utansın. Galatasaray, kolayı zor yaptı. Bu takımdan 3 tane yenmez.
Öncelikle Okan Buruk’un doğum gününü kutluyorum. Kulübede bile olsa Alex’i yeniden buralarda görmek çok güzel. Milli aralar takımların gerçekten işine yarıyor mu bilmiyorum. Sakatların iyileşebilmesi adına, bizlerin tabiriyle ‘ilaç gibi’ dediğimiz bu araların dönüşlerindeki sakatlıklar düşündürücü değil mi? İlk yarı iki takım da birer fire verdi. Başlama düdüğüyle birlikte Galatasaray basıkıyı kurdu, oyunu rakip alana yıktı. Tek beklenen goldü. O da gecikmedi. Yaradan Icardi’yi tepeden tırnağa golcü yaratmış. Şu takım onu biraz daha beslese, ya da Tanju Çolak’ın Prekazi’si gibi bir top kuryesi olsa, ulaşacağı gol sayısını düşünemiyorum. Sallai; bir süredir boşta olan Rasicha’nın mevkisini doldurmuş. Benfica’da harikalar yaratan Kerem’i çok seviyor ve gurur duyuyoruz. Onun yerine oynayan Yunus sayesinde yokluğunu çok hissetmeyeceğiz gibi görünüyor. Galatasaray’da aksayan bir taraf yoktu. Makinenin tüm dişlileri çalışıyor. Makinenin beyni Mertens, şarj dinamosu Torreira, bujiler Sallai ve Yunus. Ateşleyip duruyorlar. Marşı Muslera, distribütör (ateşleme dağıtım düzenleyecisi) Sara, egzantirik mili Sanchez, balatalar Kaan ve Abdülkerim, roket motoru Barış ve cruise control Icardi. İstediği hızı ayarlıyor. Liste uzar da biz uzatmayalım. Bu makineyi bozmanın tek yolu yanlış yazılım. Böyle doğru yazılım ve doğru kodlandığı sürece sorun yok. Bu arada Osimhen gibi pahalı bir modifikasyon aracı var. Makinenin beygir gücünü hatırı sayılır şekilde artırıyor. Ve attığı yılın golüne aday röveşatasıyla taraftarı mest ediyor.
Oynayıp oynanmayacağı henüz saatler öncesinden belli olan maçın başında bir dejavu (eskiden de yaşanmış olan) yaşadık. İlki 1996 Avrupa Futbol Şampiyonası’nda yaşandı. Hatırlayanlar bilir; dün, İzlandalı Oskarsson Hırvat Vlaoviç, Abdülkerim ise Alpay rolündeydi sanki. Yine o maçtaki gibi rakip topu ta kendi sahasından sürüp golü atmış, onu takip eden ‘bizim adam’ bir müdahalede bulunmamıştı.
Hava zaten soğuk. Üstüne yenen gol. Buz kestik. Bizimkiler derhal toparlanıp taarruza geçti. İngasson resmen kalecilik yaptı, yine de penaltı VAR’dan geldi iyi mi? Yuh! Zemin o kadar kötüydü ki Hakan’ın ayağı kaydı ve topa iki kere vurmuş oldu. Penaltı kaçtı. Zemine de kocaman bir yuh! Sonra İzlandalılar kazmalaşmaya başladı. İrfan ‘olması gereken’i gösterdi, kazmalar da seyretti. İkinci penaltıda Hakan bu defa ‘zemini düzeltip’ vurdu. Öne geçince rahatladık. Kalemize girecek olan topta Merih ‘vatanı korur gibi’ siper oldu ama dandik bir yan topta golü yedik.
87’de Kerem resmen ‘ekmeğini taştan çıkardı.’ İnatla kovaladığı geri topta galibiyet golünü gözbebeğimiz Arda attı. Kerem de uzatmalarda şovunu yaptı. İzlanda taraftarı; atalarının, balina avlarken, balinayı yüzeye çıkarmak için yaptığı gürültüden bir tezahürat yapmış. Şahsen benim hoşuma gidiyor. Aynı anda el çırpıp Huuuuhhh!! diye toplu bir ses çıkarıyorlar. İzlanda tarihinde balina avcılığı çok önemli bir iş koluydu. Her rakibi bir balina gibi görüp avlamaya çalışıyorlar. Ama hikayede Moby Dick adlı bir balina, onu avlamaya çalışanları avlamıştı. Bizim çocuklar gibi. Bizim takım dün akşam Moby Dick gibiydi. Balina avcılarını avladı.